Sonbahar filminin senarist ve yönetmeni Özcan Alper, kimilerinin eskitildi diye bir kenara attığı "sonbahar" sözcüğünü; Yusuf’ların, Eka’ların, anaların, Mikail’lerin ve Karadeniz’in dağ köylerinde yaşayan insanların hayatlarıyla anlamlandırarak yeniden getirdi belleklerimize.
Sonbahar Filmi; sonucunda 32 insanın hayatının sona erdiği “hayata dönüş” adlı operasyonla aynı tarihte; 19 Aralık’ta vizyona girdi.
Ete kemiğe bürünmüş karakterleri, görkemli sahneleri ve insanın yüreğine işleyen müzikleriyle, eksiksiz bir sinema şöleni olarak ve fakat acı bir hikayeyle geldi Sonbahar.
Sabır, özen ve sevgiyle ince ince örüldüğü her karesinde hissedilen filmi izlerken; belleğimiz, aklımız ve kalbimizin sesiyle baş başa kaldık. Ve ilk karesinden itibaren filmin tamamında Özcan Alper’in; “ben yaşananları unutmadım” diyen yüreğini gördük.
Sinema tadında bir film izlemenin yanı sıra; itaat ettirmek için bu ülkenin gençlerine yaşatılanları, insanın bilincini besleyen Karadeniz’in hırçın doğasını, dağılan bir sistemin hüsranını bedeninde taşıyan kadınların hayatlarını, para karşılığında kurulan kadın-erkek ilişkilerinin insani değerleri tarumar edişini ve bütün bunların, kendi hayatlarımıza dair olduğunu bir kez daha hatırladık.
Sonbahar, Hakkını Yemiyor Uğruna Ölünen Düşlerin
22 yaşındaki Yusuf’un sağlam girip, on yıl kaldıktan sonra ölmeye bırakıldığı harf tipi mahpushanede yaşananları uzun uzadıya anlatmıyor, Alper’in kalemi ve kamerası. Yusuf’un suskunluğu, o mekanları ve o mekanlarda yaşatılanları yeterince anlatıyor çünkü. Ve en önemlisi; Yusuf’un ana evine dönüşünü, fahişelik yapan Gürcü kızı Eka’yı, marangoz Mikail’i, yıllarca oğul yolu gözleyen Ana’yı anlatırken, yaşananları acıklı bir hikayeye dönüştürerek hakkını yemiyor; uğruna ölünen düşlerin.
Bazı yönetmenlerin yaptığı gibi hiç durmadan sırtımızdan iteklemiyor; ağlayın, ağlayın, ağlayın, diye. Ve kendi hikayelerini, yüzleriyle, bedenleriyle anlatıyor filmin kahramanları. Onların eksik bıraktıklarını, doğanın o muhteşem sesi fısıldıyor kulaklarımıza. Çünkü öğretici/anlatıcı cümleleri arka arkaya yığarak, sinemanın görsel diline hiç saygısızlık etmiyor filmin senaristi.
İskeleye tırmanan öfkeli dalgaların yansıttığı Yusuf’un (Yusufların) iç dünyasını, böylesine sahici anlatabilecek bir cümlenin kurulamayacağını bize kanıtlıyor. Yusuf’un dağlarda yapılan cenaze törenindeki kederi belleklerimize kazıyor. Umutsuzluğa düşecek gibi olsak, Karadeniz’in hırçın doğasıyla onarıp içimizdeki kederleri, karamsarlığın dipsiz kuyularına düşmeye bırakmıyor bizi. Henüz tarih bile olmamış bir yakın zamandan söz ettiği filmin, her birisi fotoğraf değerindeki karelerine umut sözcüğünü saklamayı hiç ihmal etmiyor.
Yine de, çoğu gazete haberinde birer sayı olarak verilen hayatlardan birisi daha gölgeliyor yüzlerimizi.
Kazım Koyuncu’nun sesiyle katmerlenen hüzün kirpiklerimize musallat olup gitmiyor bir türlü.
Yenilgiyi Anlatmak Umutsuzluk Değildir
Film bittiğinde, izleyenlerle sohbet etmek, düşünce ve eleştirilerini öğrenmek üzere salona geliyor Özcan Alper.
Sonbahar filmi, ülke sinemasının sorunları, politik film tanımı, F tipi cezaevleri, dağılan Sovyetler Birliği'ne varasıya değişik konularda sorular yöneltiyor izleyiciler.
Sadece sinema filmi yapmakla yetinmeyen, sinema kanalıyla topluma geniş ufuklar açma talebi ve çabası olan
Alper’in sorulara verdiği yanıtlar şöyle;
Toplumsal muhalefetin kendisi sinemaya sahip çıktığı müddetçe yeni ve onların yanında filmler yapabiliriz diye düşünüyorum.
"Film gösterimlerinden sonra; neyin nasıl anlaşıldığını da anlamaya çalışıyoruz, yeni filmlerimizde daha iyisini yapmak için bu söyleşileri yapıyoruz.
"İnsana inanmak ve geleceğe umutla bakmak zorundayız. Başka çare yok. Desa’da direniş yapan Emine Arslan’ın tek başına ekmeği için direnişi bile bu ülkede aslında çok şeyi anlatıyor.
"Sinema filmi maliyeti çok yüksek, şu bir kopya bile bin dolar. 3 hafta boyunca filmin nerede oynadığını belirtmek için verilen ilanlar en az 30-40 milyar tutuyor. Seyirci desteği arttığında çok daha iyi filmler yapmaya başlayacağız diye düşünüyorum.
"Türkiye’de politik sinema deyince, politik filmler anlaşılıyor, o konuda bir kavram kargaşası var. Yılmaz Güney’in Umut filminin konusu, Türkiye politik tarihinden bir konu mu? Ya da Yol filmi doğrudan politik bir hikaye mi? Değil. Ama öyle bir anlatıyor ki, onun filmleri bütünüyle politik.
Devrimciler o kadar öcü gibi görüldü ki, herkesin anlayabileceği; bir köyü, bir annesi olan, aşık olan, duygularıyla, her yönüyle bir insan karakteri çizmeye çalıştım.
Bu film F tipini daha çok anlatsaydı, başka bir film olurdu. Biz, sonrasını anlattık. Geriye dönüşlerle verdiğimiz görüntüler, 19 Aralık’tan arşiv görüntüleriydi.
Kars ve Estonya’da Açlık filmiyle arka arkaya gösterildik, Kars’ta biz kazandık, Estonya’da o. F tipinin ne olduğunu gerçekten çok iyi anlatan bir filmdi o, Türkiye’de gösterilmesini çok isterim.
36 kopya ile sinemaya girdik. Biz film yapmak istemiyoruz, sinema yapmak istiyoruz.
Diğer 12 Eylül filmleri devrimcileri mağdur gibi gösteriyordu. En büyük ayrımımız bu; Yusuflar suçlu değil, sistemin kendisi suçlu.
Yenilgiyi anlatmak umutsuzluk değildir; önemli olan; nerede durduğunuz, o yenilgiye nerden baktığınız ve nereye varmak istediğiniz ve neyi tartıştırmak istediğinizdir diye düşünüyorum.
Karadeniz’e yapılan oto yol sadece doğayı değil, insanların bilincini de tahrip etti.
F tiplerinde yapılan, cezalandırmadan başka bir şey. Hasta olarak iyileştirmeye çalışıyor, sorun bu.
Seni bir muhalif olarak, kendi hukuk sistemine göre cezalandırmıyor. Sen hastasın, diyor. Seni hasta olarak görüp, iyileştirme yetkisini görüyor kendinde. Burada sorun var. Ne evrensel hukuk kurallarına ne insan haklarına uymayan bir şey var. Ve tabi burada verdiği mesajlar içerdeki tutuklular için değil. Onu avucunun içine almış, dışarıya toplumun kendisine dönük bir durum var. Dışarının büyük hapishaneye dönüştürülmesi dediğimiz…Ben tabi ki bu filmle, bunun tartışılmasını istiyorum açıkçası.
Röportajlarımda söylüyorum (Sosyalist sistem için); açlık yoktu, eğitim sorunu yoktu vb ama başka bir şey unutulmuş. İnsan sadece ekonomik bir varlık gibi görülmüş, başka bir şeye ihtiyacı yok gibi. Sovyet döneminin en büyük handikaplarından biri bu.
Ama bütün söylediklerimize rağmen yine de, sadece şehirleri karşılaştırdığınız zaman bile, sosyalizmle kapitalizmin farkını inanılmaz görüyorsunuz. Batum’la Hopa meselesi. İki şehir bu kadar mı farklı olur? Biri sosyalizm işte, biri kapitalizm.
O kenti yaratan nedir peki? Gürcüler; Türklerden, Kürtlerden ya da Lazlardan çok da farklı insanlar değil ki. Sovyet kültürü gerçekten oraya bir şey vermiş.
Geçen sene Ermenistan’da bulundum, festival zamanı. Bin kişilik sinema salonu doluyor. Bizim entelektüellerimizin bile sıkıla sıkıla izlediği sanat filmine bin kişi gelip salonu doldurabiliyor. En arka mahallede bir eve giriyorsun, kütüphane var evde, piyano var. Bunu Ermeni kültürü yapmadı, Sovyet kültürü yaptı.”
Sonbahar
Yönetim ve senaryo: Özcan Alper
Görüntü: Feza Çaldıran
Müzik: Yuri Rydahencko
Oyuncular: Onur Saylak, Raife Yengül, Megi Kobaladze, Serkan Keskin, Nino Lejava, Sibel Öz/ Kuzey Film yapımı
Yapımcı: F. Serkan Acar
Özcan Alper kimdir?
1975 Artvin Hopa doğumlu. İstanbul Üniversitesi Fizik ve Bilim Tarihinde okudu. MKM sinema atölyesine devam etti. TV ve Sinema filmlerinin yapım ve yönetim aşamalarında görev aldı. Kısa film ve belgeseller çekti.
İlk uzun metrajlı filmi olan Sonbahar; Adana Altın Koza’da en iyi film ödülünü aldı.
Locarno, Roma Med Film , Antalya Avrasya ve Gezici festivalden ödüllerle dönen Sonbahar Filmi,
9. Uluslararası Tiflis film festivalinde Gümüş Promethus (silver prometheus) ödülünü aldı.