Avrupa Birliği (AB) liderlerinin önümüzdeki günler boyunca zirveye vuracağı kesin olan yanıltıcı sızdırma, yalan haber, kışkırtıcı çıkışlar ve kendi kamuoylarındaki gerici eğilimlere boyun eğmesi sonucu Türkiye'ye üyelik kapılarını kapatmasını mı? Kapatmasalar bile Türkiye'nin önüne (yalnız Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) değil, hiçbir hükümetin Türk halkını ikna edemeyeceği) ikinci sınıf ilişki koşulları dayatarak Türkiye'nin "İstemez, eksik olsun" demesini sağlamış olmalarını mı?
Yoksa AB liderlerinin gerici akımlara ve kışkırtmalara kapılmadan, Türkiye'nin de içinde olduğu bir Avrupa'nın kolektif iyiliği için gösterdiği liderliği mi yazmış olacağız? Türkiye'yi, önüne yeni ve kabul etmeyeceği belli koşullar dayatmadan eşit ortak olarak sistemine katma amaçlı görüşmelere davet etmeleriyle ne kadar tarihi bir karar almış olduğundan mı söz edeceğiz yoksa? Bu kararla yalnızca bizim çocuklarımızı değil, kendi çocuklarını da daha iyi ve insani bir geleceğe taşıma niyetlerini sonunda göstermiş olduklarından mı söz edeceğiz?
Ben bu ikinci senaryodan yanayım.
Türkiye'nin son dört yıldır içinden geçtiği demokratikleşme hareketinin, en azından bu hareketin hızının, AB trenine yetişme çabası olmaksızın yakalanamayacağını düşünenlerdenim. Bu çabanın, Türk halkının daha insanca koşullarda yaşama isteğini harekete geçirdiğine, içsel dinamikleri tetiklediğine inanıyorum. Harekete geçen bir bisikletlinin durursa düşebileceği örneğindeki gibi, bu reform hareketinin durmaksızın devamından yanayım ve 17 Aralık'ta alınacak olumlu bir sonucu en çok bunun için istiyorum.
AB liderleri 17 Aralık'ta Türkiye'nin önüne kabul edebileceğimiz bir öneri çıkarırlarsa ve hükümet de bunu kabul ederse, ne ülkenin, ne insanlarının başına bir sihirli değnekle dokunulmuşçasına değişme olmayacak.
Ama önemli bir şey değişecek: İklim değişecek.
Bu Türkiye'ye gelecek yatırımlardan, Türkiye'den istenecek siyasi tavizlere dek her şeyi etkileyecek. Türkiye'ye yatırım gelmesi bugünkü kadar zor, Türkiye'den bir şey istenmesi bugünkü kadar kolay olmayabilecek örneğin.
Türkiye'nin kritik dönemecine bir hafta kala, Kürtçü grupların ve uzlaşma karşıtı Ermeni grupların, hiç de şaşırtıcı olmayan, ama dikkat çekici şekilde Fransız şemsiyesi altında "Bizim taleplerimizi şart koşun" diye AB'ye başvurmaları, bütün kozlarını bu son haftaya saklamış olmaları biraz da bu yüzden belki. Geçtiğimiz hafta bazı Avrupa gazetelerinde çıkan "Kürtler ne istiyor?" ilanına imza koyanların bir kısmının "Haberimiz yoktu", ya da "Öyle çıkacağını bilmiyorduk" demeleri ne kadar acıklı? Üstelik bunların yakın zamana dek "Demokratik bir Türkiye hareketi olacağız" diye en çok kendilerini kandıran Kürt siyasetçiler olması ne kadar acıklı?
Acıklı olmayan, belki hayırlı olan yan, artık bu grubun kendilerini Kürt partisi olarak adlandırmalarının zorluğu. Çünkü, dört eski Demokrasi Partisi (DEP) milletvekili, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak, kendileri de diyorlar ki, o ilanda yer verilen özerklik ya da federasyon türü taleplerin Türkiye'deki Kürtlerin ezici çoğunluğu tarafından paylaşılması söz konusu değil.
Bu harekete "Kürt hareketi" demek doğru değil, bu harekete "Kürtçü hareket" demek doğru. Yapılan, ırkçılığa kayan milliyetçi temelde etnik siyasettir. Ben böyle bir siyaset izlenmesine karşı değilim, asla katılmıyorum, yanlış buluyorum ve silaha başvurup, silahtan güç almak istememesi kaydıyla isteyenin bunu savunma hakkına da saygı duyarım. Ama adını da koymak gerektiğine inananlardanım: Bu Kürtçülüktür. Abdullah Öcalan'ın açtığı ve çok cana mal olan o yoldan gidenler, bugün (yazdıklarından ve avukatlarıyla yaptığı görüşme tutanaklarından anlayabildiğimiz kadarıyla) kendisi artık aynı noktada olmamasına karşın 1980'lere, Apoculuğa dönüş yapmaktadırlar. Türkiye ve dünya tahlilleri yanlıştır.
Haftaya bugün, o ikinci senaryoyu yazmış olursak, Türkiye AB üyeliğine doğru son somut adımı atmış olursa, son haftalarda gördüğümüz bu ve benzeri fırsatçılıklar, kışkırtma hareketleri umalım yalnızca arşiv araştırması yapanlarca hatırlanacak.
Haftaya bugün ne yazmış olacağımı çok merak ediyorum.(MY/BB)