Türkiye’den ve dünyadan birçok şair ve okuyucuyu bir araya getiren Poesium 2. Uluslararası Şiir Forumu, şiir severlere tartışmalar, söyleşiler ve şiir dinletileriyle dolu dört yaşattı.
32 yıllık aradan sonra Beyoğlu’nun simge mekanlarından Metrohan’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve şairlerin işbirliğiyle düzenlenen etkinliğe sekiz farklı ülkeden 30’dan çok şair ve dinleyici katıldı.
“Dünyaya şiirle müdahale etmek”, “Dünya yoldayken şiir nereye”, “Şiirde feminist dalga” “Şiirde çoğulculuk: kimlikler ve aidiyet” konuları forumda tartışılan başlıklardandı.
Haydar Ergülen, Mehmet Özkan Şüküran, Seyyidhan Kömürcü, Nilay Özer, Deniz Durukan, Murathan Mungan etkinlikte konuşma yapan şairler arasındaydı.
“Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır”
Etkinliğin “Dünyaya şiirle müdahale etmek” başlıklı oturumunun ilk konuşmacısı Haydar Ergülen’di. Ergülen, konuşmasına Theodor W. Adorno’nun “Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır” sözüne ithafen; “Ne yangınları, ne yananları, ne katliamları ne de kurbanları önleyici bir güç değildir şiir. Ancak içi yananları, acıya doyanları ve öfkeyle dolanları teselliye, soğutmaya yatıştırmaya yorulur” sözleriyle başladı.
Ergülen, Adorno’nun bu sözü için “Yeryüzünün en büyük felaketlerinden biri olan 2. Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında, gaz odalarında yaşamını yitiren milyonlarca insanın ardından şiirin başka türlü yazılması gerektiğini anlıyorum ben, şiirin felaketleri önleyebileceği halde önlemediğini değil” dedi.
“Şiir haksızlığa, adaletsizliğe yetişemiyor"
Haydar Ergülen eski zamanlarda toplumsal olaylarda ilk söz alanların şairler oluşuna dikkat çekerek şairleri “ilk tepkilerin, protestoların beklendiği kişiler” olarak tanımladı ve “şairlerin dünyaya müdahil olma gereğini” şu sözlerle anlattı:
“İsrail’in Filistin’e saldırını Türkiye’de ilk kınayan şairlerdi. 2008’de Gazze’deki katliama karşı 83 şair şiir yazdık, “Şairlerin Gazetesi” kitabında topladık. Körfez Savaşı’nda ABD saldırısına karşı ortak şiir yazdık. 14 yaşında dipçikle öldürülen Seyfi Turan için 106 şair, şiir yazdık. Kürt çocukları Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol için, Gezi Direnişi’nde katledilen Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz için şiirler yazdık. Geçen yıl Türkiye’de yargının ne halde olduğunu göstermek için 200 kadar şair “hak, hukuk ve adalet” temalı ortak bir şiir yazıp haksız cezalara çarptırılan aydınlara, siyasetçilere, yerlerine kayyım atanan belediye başkanlarına adadık.
Şiir zamana yetişemiyor artık, haksızlığa, adaletsizliğe yetişemiyor. Dünyaya şiirle müdahale etmek, belki de şimdi unutturmamakla olası. Şiirin yapabileceği de budur belki; unutturmamak, hatırlatmak. Dünyanın her yerinde şairler bir araya gelip ortak yazma eylemlerini gerçekleştirebiliyorlar. “O da bir şey mi” diyebilirsiniz, ama unutmayın, pek klişe bir söz de olsa doğrudur: Şairin kaleminden başka silahı yoktur, o kalemden de kurşun değil, söz çıkar.”
“Karşımda yel değirmenlerimi temsilen dünya, elimde şiirin kılıcı”
Aynı oturumda konuşma yapan bir diğer şair Seyyidhan Kömürcü şiir yazma motivasyonunu uzunca bir süre “dünyaya şiirle müdahale etmek” hissiyle tanımladığını açıkladı.
Kömürcü bu hissini “Uzunca bir süre dünyaya şiirle müdahale ettiğimi hissettim, Don Kişot adlı bir kitaptaydım, karşımda yel değirmenlerini temsilen dünya, benim elimde şiirin kılıcı vardı. Dünyanın neresinden nereye, şiirin neyiyle nereye doğru müdahale ediyordum bilmiyorum ama şimdi bana o zamanlar o cümle güzelmiş, ben de o yüzden söylüyormuşum gibi geliyor” cümleleriyle tanımladı.
“Tuhaf insanlar dünyayı değiştireceklerine inanırlar”
Kömürcü bu duygunun içindeki “tuhaflık” hissiyle çatışmasını dinleyicilere şöyle aktardı:
“20’li yaşlarımın başındaydım, o zamanlar bilmiyordum ama şimdi eminim, beni dizeyle buluşturan, bana şiir yazdıran şey tuhaflıktır. Dünyaya şiirle müdahale ettiğimi düşündüğüm için şiir yazıp şiir okuduğum uzun zamanlarım oldu fakat sonra yola çıkarken hissettiğim o tuhaflığı dünyaya şiirle müdahale etmek gibi güzel bir cümleyle terk etmeye çalıştığını fark ettim.
Sanki dönemin ruhu, ruhumun dönemini ele geçirmek istemişti. Dönemin ruhu dünyayı değiştirmekti. Benimki değil, beni yola çıkaran tuhaflıktı ve beni yola çıkaran şeyi yolda bulduğum hiçbir şeyle değiştirmemeliydim. Kendimi tuhaf hissetmeyi yitirirsem şiire ihtiyaç duymayacağından emindim. Kitaplarından birisinin adı dünya lekesi olan bir şair gibi konuşayım. Epeydir muhafaza etmem gereken duygunun tuhaflık olduğunu düşünüyorum çünkü biliyorum, ancak. Tuhaf insanlar dünyayı değiştireceklerine inanırlar.”
Türkiye’de şairler kuramcıların yerini doldurdu
Şairin dünyaya şiirle müdahale edebileceğine içkin inancının somut bir gerçekliği referans aldığına vurgu yapan şair Mehmet Özkan Şüküran, “Şiirin Türkiye’ye müdahale ettiğini, sadece bir tarih bilgisiyle değil, sivil tarih ve gündelik yaşam bilgimizle de biliyoruz” dedi.
Şairlerin Türkiye’de uzunca bir süre ideolog olarak algılandığına dikkat çeken Şüküran, şöyle söyledi:
“Dünyada ideolojiler kuramlardan yola çıkar, Türkiye’deyse bu boşluğu şiir doldurdu. Çünkü uzun bir süre kuramcı yoktu, hala da hatırı sayılır bir kuramcıdan söz edemeyiz. Politika ve söylemler böyle bir zeminden çıkıyordu. Türkiye'de bugünkü iktidar pratiğine baktığımızda da benzer bir tablo görüyoruz. Bunda şairlerin ulus devlet fikrini terennüm etmesinin, şairin siyasete bulaşmasının, o kudreti ve gücü kendisinde bulmasının önemli bir payı var.”
“Kaç kişi güne şair olarak başlayıp şair olarak bitirebiliyor”
“Şiirle dünyaya müdahale etmek şöyle dursun, dünya şiire acımızsa saldırıyor” diyen Şüküran konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Şiire hiçbir zaman olmadığı kadar saldırı var. Saldırımın boyutları o kadar arttı ki şair ve sözü giderek daracık bir alana sıkıştı.
Şair de sözün daralmasından dolayı bu kudreti artık kendinde görmüyor gibi. Öyle bir noktaya vardık ki şiirle ilgilenmek çağın karşısında çok romantik ve safça bir durum olarak algılanıyor. Şiir yazdığımızı söylemeye utanır hale geldik. Bunu söylediğimizde karşıdakinin gözünde itibarsızlaşıyor, gün geçtikçe düşük bir merhaleye geçiyor ya da tüm sözlerimiz ya çok romantik ya da fazla iyimser bulunarak değersizleştiriliyor.
Bunun sebeplerini Adorno'nun “kültür endüstrisi” ya da başka birçok kavramla konuşabiliriz ama çuvaldızı kendimize de batıralım; şairin bu alanı bırakmasının da etkisi yok mu? Bugün kaç kişi şair olarak güne başlayıp günü şair olarak günü bitirebiliyor? Bana kalırsa kimse güne şair olarak başlayamıyor, gününü şair olarak bitiremiyor.”
“Hayatın saldırıları karşısında şiir çok naif kalmıştı”
“Bugün güne şair olarak başlayıp şair olarak devam ettiğimde, o akılla günümü geçirdiğimde, Türkiye'deki politik ve ekonomik durumdan dolayı her şeyin günden güne çok daha somut şekilde elimden kaydığını görüyorum. Geçenlerde, güne şair olarak başladığım dönemde birbirimize eşlik ettiğimiz bir arkadaşımı buldum. Sözün gücüne inanan arkadaşım, bana üzülerek şiirin kendisine çok iyi geldiğini ama işe ve gündelik yaşama tutunmak zorunda olduğunu söyledi."
"Hayat karşısında bir seçim yapmıştı. Hayatın saldırıları karşısında şiir çok naif kalmıştı. Bu naifliğe geri dönmek zorundayız. Şairin tekrar yüceltilmesini sağlamalıyız. Şair sözü, şair aklı bize iyi geliyor. Siyasetin ele geçirdiği alanı şiirin tekrar ele geçirmesi için mücadele etmeliyiz. Şiiri ve şiirin aklını dünyanın saldırıları karşısında bir imdat freni olarak görmeliyiz.”
(ZA/EMK)