26 Haziran 1987'de İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesi dolayısıyla 1998'den bu yana, 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü olarak belirlendi.
"Dayanışma gününde en önemli şey işkenceye maruz kalmış insanların kendini yalnız hissetmemesi" diyor Dr. Şükran İrençin ve ekliyor:
"Toplumun daha geniş bir kesiminin işkence gören insanların yaşadıklarını anlayabilmesi, bu kişiler için moral destek gücünü oluşturuyor."
Türkiye yaklaşık 1 milyon işkence mağduru var
Dr. İrençin 12 Eylül'den sonra resmi rakamlara göre 600 bin kişinin işkence gördüğünün açıklandığını belirtiyor. Bugüne dek bu rakamın 1 milyon kişiye ulaştığını tahmin eden Dr. İrençin, yalnızca 2004'ün ilk 6 ayında, kendilerine işkence gören 150 kişinin başvurduğunu anlatıyor.
1990'da kuruluşundan bu yana Ankara, İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır temsilcilikleri aracılığıyla 9 bin civarında işkence görmüş insana ulaşmayı başaran TİHV'nin 5 ildeki temsilcilikleri, her yıl yaklaşık bin kişinin tedavisini üstleniyor.
İşkencecilerin cezalandırılması
TİHV İstanbul temsilcisi Dr. İrençin, işkence gören bir insanın hem ruhi hem fiziki anlamda yaralanması sonucunda oluşan tahribatın yalnızca tıbbi olanaklarla veya arkadaş ve aile çevresinin desteği ile giderilemeyeceğine dikkati çekerek işkence yapanların ve işkence emrini verenlerin cezalandırılması gerektiğini söylüyor.
"İşkence yapanlarla mutlaka hukuki yollarla mücadele edilmesi gerekiyor" diyor Dr. İrençin ve işkence yapanların cezalandırılmaması, bu işin sistematik yapılıyor olması, işkence başvuru sayılarında düşme olmaması gibi gerçekliklerin işkenceyle hukuki yollarla mücadele edilmesi gereğini bir kez daha ortaya koyduğunu belirtiyor.
"Bu aslında zor ve uzun bir süreç. Çünkü devlet tarafından bu mücadele zor ve uzun bir süreç haline getiriliyor. Önce soruşturma açmamakla, sorumluları mahkeme karşısına çıkarmamakla, davaları zaman aşımına uğratmak için yapılan oyunlarla en alt sınırlarda verilen ve uygulanan cezalarla bu iş zor bir süreç haline getiriliyor. Ancak bir kararlılıkla işkence yapanların ve işkence emrini veren sorumluların cezalandırılması yolunda ciddi kararlı adımlar atılması gerekiyor."
Toplumsal duyarlılık
Dr. Şükran İrençin, bireysel kararlılığın yanında toplum olarak da işkence konusundaki duyarlılığın artması gerektiğine dikkati çekiyor:
"Toplum olarak işkenceyi göz ardı etmek, işkenceyi gazetelerdi minik haberler halinde ve satır aralarında okumak yerine bir bütün olarak, basını, medyası, sivil toplum kuruluşları ve profesyonel kurumlarının işbirliği ile işkenceyle mücadele etmek gerekir."
Aile ve yakın çevre
Dr. Şükran İrençin, işkence gören kişilerin yalnızca kendilerinin değil aile ve yakın çevrelerinin de mağdur olduğunu belirtiyor.
12 Eylül'den günümüze kadar işkence gören insan sayısının 1 milyon dolayında olduğu düşünülürse, bu rakamı 4 veya 5'le çarptığımızda Türkiye'de işkenceden kişisel ve yakın çevresiyle mağdur olmuş insan sayısı nüfusun yaklaşık yüzde 10'u.
Dr. İrençin, aileyi geçindiren kişilerin işkence görmesi durumunda ailelerin maddi yoksunluk içine düştüğünü, çocukları alınan anne babaların manevi çöküntü yaşadıklarını, çocukların ömür boyu süren travmatik olaylar yaşadığını belirtiyor.
İşkencecinin cezalandırılması ve tedavi
İşkencecinin cezalandırılmasının işkence mağdurlarının tedavisinde önem taşıdığını söyleyen Dr. İrençin "Bunun iki boyutu var. Birincisi radikal bir çözüm. İşkence gören kişinin kini ve öfkesini başka şekilde ortaya dökmesi yerine hukuki anlamda hakkını arayabilmesini sağlıyor. Kişinin kendisiyle barışık yaşam sürdürmesi bakımından olumlu bir süreç" diyor ve şöyle sürdürüyor sözlerini:
"Aynı zamanda kişiye verdiğimiz tedavinin başarısını da arttırıyor. Çünkü işkencenin cezalandırılmaması ciddi umutsuzluklar doğurarak tedavinin psikiyatrik boyutunu zayıflatıyor."
Dr. Şükran İrençin, "Ütopik bir şey de olsa, bu dayanışmanın gerek olmadığı bir günün gelmesini ümit ediyorum" mesajını veriyor 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü dolayısıyla. (YS/BB)