Çocuklar İçin Adalet çağrıcılarından biri olarak Diyarbakır'a gittim, biri çocuk psikologu biri de sosyolog olan iki kişiyle birlikte. Diyarbakır Barosun'dan bir avukat arkadaşın yardımıyla ve diğer avukatlarla Adliye'nin "neo-DGM" kısmındaki Baro odasına yığıldık saat 9:00-9:15 arası. Ve akşam 21:10'a kadar davayı bekledik!
Cizre, Şırnak, Nusaybin, Batman ve Diyarbakır'da toplam 23 oğlan 1 de kız çocuk olduğunu öğrendik. Bunlardan 6'sı tutuklulukları sırasında 18 yaşına girmişler.
Çocukların aileleri bizden önce gelmişlerdi. Çocuklar da giriş katındaki Baro'nun altında nezarethanede bekliyorlardı. Bu nezarethanenin soğuk ve cereyanlı, son derece sağlıksız bir ortam olduğunu söyledi aileleri, endişeliydiler haliyle… Ne kadar beklenecek, dava ne zaman başlayacak? Sonuç ne olacak? Aylar önce avukatlarının ısrarlı talepleri sonucu, bu nezarethanede saatlerce bekletilen çocuklara yemek (ekmek, peynir, reçel olan kumanya) verilmeye başlanmış, daha son bir iki seferde… Daha önce aç aç mahkeme beklemişler çok defa.
Bir de şartlı salıverilenler var. Onların bazıları velileri tarafından okullarına geri götürüldüğünde, mesela bir okul müdürü okula almak istememiş. "Zaten devamsızlığın var kalacaksın, seneye gelirsin" demişler. Bunun üzerine ailesi ısrarcı davranmış ve "Kalsın ziyanı yok, çocuğu sokağa mı bırakalım?" demiş. "Mahkeme bitsin hele" gibi cevaplarla geri çevirmişler çocuğu.
Cezayla yetiştirme
Eğitim sistemimiz "cezayla yetişkin kılma" metodunu çok iyi bilir. Vatandaşlık kitaplarında tehdit, tehlike ve terör bölümü oldukça etraflıdır. Hayatın gerçeği, korku ve savunma olarak aşılanır. Bu bölümde ülkenin her yerinde ve her bir tarafında tehdit tehlike yaratan "odaklar" anlatılır.
Öyle bir anlatılır ki komşu ülke halklarını ve kendi ülke halkını tanıyamaz hale gelirsin, kısacası güvenecek pek bir insan yok gibidir. Tehdit ve tehlike cumhuriyet kurulduğundan beri hep öğretilmiştir. Hele antikomünizm dalgası başladıktan sonra daha da kuvvetlendirilmiştir bu eğitim. Terör boyutuysa 20 yıldır kitaplarda.
Bu "üçlü T anlatımları"ndan sonra son derece soyut bir insan sevgisi bölümü vardır. Ama öncelik daima savunmaya yöneliktir. Saldırı ve adaletsizlik de hep savunma konumunda yapılır. Daima kötülükler devletimize karşıdır. Zaten halk pek yok gibidir. Tek tek bireyler ise hiç gözükmezler, hele farklı kültürler halklar hiç varolmamıştır bile. İnsan sevgisi kısmında ise daha çok yakın aile ortamı devreye girer insanların haklarını genel anlamda korumaya engel tehlikeler hep ağır basar.
Eğer bu tehlikelere karşı devletin, fikrin ve inancın tekliğine sarılmazsan yapayalnız kalır birden bire adeta düşman kesime düşersin. İşte bu düşüş son günlerde çok kolaylaştı gibi geliyor bana.
Cezaya dönük bu tutuklu vatandaşlık zihniyeti, ya vazifeli ya da zanlı/cezalı olmak hayatımızın doğal bir halidir. Hele hele Diyarbakır'da…
Bayrak indiren, taş atan çocuklar korkuyla, adaletsizlik içinde ergenlik yaşamaya mahkumdurlar.
Önemli olan onların ne gibi bir ortamda hangi duygusal ve tepkisel hallerde taş attığı değil ceza almaya ne kadar yakın olmalarıdır. Ovadan ceza evine yollananlar, siyaseti nerede yapmayı öğretebilirler yeni yetişenlere? Zaten mahkemenin seyri, şartlı salıvermeler, mahkemeye çıkarılmak için bekletmeler ve davayı 22 Nisan'a erteleme bütün bunlar Kürtler için mi? Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında Kürt Çocuklarını tahliye mi edecekler? Bir düşünelim. Bu bayramın tüm dünya çocuklarına armağan edilişi Türkiye'deki Kürt çocuklarına da bir armağan şeklinde mi sunulacak? Yoksa TMY kapsamında "siz bayramın her iki kesimine de girmiyorsunuz" mu denecek?
Adaletsizlik Kürtleri ve partilerini içeriyor
Medyaya bakıyoruz, iki üç gündür Ergenekon davasının geldiği nokta –yani hayli sulandırılmış hali– ve ÇYDD'nin sürüklendiği durum. Türkan Saylan'ın televizyon ve basındaki açıklamaları ve onun üzerine uzadıkça uzayan açıklamalar ve her köşe yazarında "zengin" ilham yaratan görüntüler.
Biz Baro odasında, adliyede beklerken, dışarıda panzerler, yüzlerce polis ve güvenlik varken, televizyondan bu adaletsizliği seyrediyorduk saatlerce. Ama DTP operasyonu çok büyük bir sindirme başarısı gibi sunuluyordu –1 dakikada. Adaletsizlik konularında bile adalet yoktu!
Kürt çocuklarına yaşatılan adaletsizlik ve DTP yöneticilerine yapılan haksız baskılar sanki Türkiye'nin temel bir adaletsizlik hali değil gibi. Bu konuyu köşesine taşıyanlar ya yok ya çok az. "zaten suçlu olanın mağduriyetini ele almayalım" der gibi.
Bu haberler "Terör" ve PKK çerçevesinde askeri güvenlik sayfalarında yer alıyor; zaten terörle suçlanmış sayfaların konusu oluyor, yüz kızartıcı sayfaların konusu gibi... Sanki Meclis'te yoklar, sanki belediye başkanlıkları yok…Veya belediye başkanlıklarını şüpheyle karşılamak sadece AKP'nin arzusu değilmiş gibi, sanki genel kamuoyu buymuş gibi.
***
Bu sırada çocuklardan birinin kardeşinin "Ağabeyimi çok özledim ben de taş mı atayım?" dediğini anlatıyor babası… Salıverilen bir başka çocuğun tutukevine ilk girdiği dönemle bugünü karşılaştırdığında abisi şöyle diyor: "Artık fikrini daha çok bağırıyor". Acaba ses yoluyla da taş atılmış olur mu?
Bir avukat arkadaşımız "bayrak indirme" davasından çıkınca diyor ki "17 yaşında çocuk birkaç ay önceye kadar sessiz, saygılı ve dinleyen bir tavırdaydı. Bugün bir ifade okudu ki şaştık kaldık, hazırlanmış militan bir ifade". Sokağa, militanlığa, keskinleşmeye, radikalleşmeye sürüklenenler dış güçlerin sihirli değnekleriyle sürüklenmiyorlar. Bu hazırlıkları tek ve egemen "terörle mücadele" mantığımız yapıyor.
Dublaj gayet iyi
Çocuğuyla büyüğüyle, partilisi partisiziyle, avukatıyla, adliyedeki çalışanıyla bu halk, yani Kürtler topyekün bir dışlanmaya tabi tutuluyor. Sanki vatandaşlıkları iptal edilmek isteniyor.
Diyarbakır'daki 13 saatimi size ancak bu şekilde ifade edebilirim. Bu resim bir bütün ve maalesef "çocuk hakları"nı korumaya yönelik uluslararası anlaşmalara verilen imzalar bir şıklık, bir lüks gibi duruyor. Taş atan çocukların davasını beklerken, eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu için 11 ay ceza isteniyor; sebep Diyarbakır Barosu avukatları için Türkçe Kürtçe ajanda bastırmak. Bu ajandayı başka bir avukat bana de hediye ediyor sonradan ve beklerken ben gün ve ay isimlerinin Kürtçelerini öğrenmiş oluyorum. Geç vakit eve geliyorsunuz ve bakıyorsunuz TRT "şeş"te Gündüz Aktan Kürtçe konuşuyor, dublaj gayet iyi.
Bu uzun günün sonunda ancak şu soruyu sorabiliyorum, cevabını birlikte düşünelim:
İnsanlar, ülke içinde tutuldukları halde vatandaşlık hakları sorgulanıyorsa bu durum ne anlama gelir? (BE/TK)