Her yılın sonunda, yeni bir yıla başlamak her ne kadar heyecan verse de, yaşanmışlıkları belleğimize kaydedip, deneyimlerimizi yeniden değerlendirme görevini yüklüyor.
Bu yıl, 2009'un şiddet ve bireysel silahsızlanma gündemine baktığımızda, Bilge köyündeki silahlı katliam "kırmızı" bir leke olarak zihnimizde yer ediyor. Silahlarla kutlamalar, kazalar, 29 Mart seçimlerinde özellikle "muhtarlık" konusunda meydana gelen silahlı kavga ve çatışmalar, okullardaki silahlı şiddet olayları, ekonomik krizin bunalımıyla yine silahlarla intihar ve cinayetler...
Tüm bu olaylardaki ölümlere/yaralanmalara karşın, silahlanmayı "güvenlik" olarak algılayanların, silahlanmayı ticari çıkarları için gerekli görenlerin yanı sıra, bireysel silahlanmanın çözüm önerilerinden biri olarak suçun önlenmesi için ruhsatlı silahları ruhsatlıya çevirip, mevcut silahların varlığını "kayıtlı" sürdürmesini savunan zihniyet de görünürdü.
Bireysel silahlanma ile ilgili gündemdeki bir diğer konu da "yaşama hakkı" açısından özel önem taşıyan, "Silah Kanunu Tasarısı"ydı... Bu tasarı, gerektiği gibi, insanın yaşama hakkını güvenceye alacak ve bireysel silahsızlanma perspektifiyle düzenlenecek olursa, iyi uygulanması halinde çok önemli işleve sahip olacak. Umut Vakfı, bu nedenle, bu yasayla ilgili çalışmaları özellikle önemsiyor ve yeni çalışmalarla katkıda bulunmaya çalışıyor.
Çocuklar, kazalar, silahlar
16 Ocak 2009'da medyada yer alan "Kardeşlerin silahla oyunu ölümle bitti" başlığıyla üçüncü sayfalardan haber almıştık: 13 yaşındaki çocuk, 8 yaşındaki kız kardeşini "evde yatakların arasında bulduğu silahla oynarken" kaza ile öldürdü ve kendini de yine kazayla yaraladı. 28 Aralık'ta da Eskişehir'de bir çocuk, ikiz kardeşini, polis babasına ait evde bulduğu tabancayla oynarken kazayla vurdu ve küçük çocuk öldü.
Avrupa ve Amerika'da yaşanan, genç ve çocukların, ateşli silahlarla okullarına saldırıda bulundukları ve vahim şekilde sonuçlanan olayları hatırlatan; Adana'daki 11 yaşındaki çocuğun okula silahlı saldırısı, bize ciddi bir uyarıydı. (1996-2009 yılları arasında dünyada meydana gelen çocuk ve yetişkinlerin öldürüldüğü bu olayları hatırlatalım...)
Ekim 2009'da, 11 yaşındaki öğrenci H.Y. sınıfta sinir krizi geçirip, arkadaşlarını ve öğretmenlerini tehdit ederek, "Bekleyin. Şimdi silah almaya gidiyorum. Sizleri de vuracağım" diyerek okulundan ayrılır. Ateşli silah edinerek okula döner, bahçe duvarının üzerinden atlayarak okul sınırları içine girer. Silahlı öğrenci, okul müdürünün odasına doğru ve kaçarken okulun yanındaki tarlada bulunan tarım işçilerine doğru ateş eder. Çocuk, Jandarma tarafından gözaltına alınmasına karşılık, yaşının küçük olması nedeniyle serbest bırakıldı. Ayrıca, çocuğun psikolojik sorunlarının olduğu, aile içinde de şiddet gördüğü haberlerde vurgulanıyordu.
Aile içinde ve okulda şiddet gören çocuk şiddet uyguluyor. Evde bir silahın varlığını bilen çocuk, ileride silahlanıyor. Ateşli silahlara kolayca ulaştığında, önce merak ediyor, sonra kurcalıyor; nihayetinde kullanıyor. Bu olaydan hareketle, Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ayhan Akcan uyarıyordu: "Sivil toplumdaki silah sayısının o toplumdaki asker ve polisteki silah sayısına oranı bizim ülkemizde 4'e 1 civarında. Bu oran 1'i geçtiği zaman yine ciddi düzeyde sosyal yara ve problem olduğunu gösteriyor. Özellikle gençlerin eline silah geçtiği zaman lise cinayetleri riski artıyor. ... Türkiye olarak biz burada son noktaya geldik. Önümüzdeki dönemde belki bu anlamda yine baskı unsuru olmaya devam etmemiz lazım."
Medyada "küçük" sütunlarda yer bulan bu haberler, yok olan hayatların, bu hayatları "kaza" ile yok edenlerin hayatlarının ve bu olayların sorumluluğunun ait olduğu ebeveynlerin hayatlarının, ömür boyu sürecek acılarının ağırlığını taşıyor. Bireysel silahlanma, bu yıl da, bu yok olan yaşamların ağırlığıyla yüklü, gündelik olduğu için dikkatlerden kaçan büyük bir "yaşama hakkı" sorununu tanımlıyordu.
Bu nedenle, çocukların bireysel silahsızlanma konusunda bilinçlendirilmesinde en azından evde özellikle ebeveynlerin alabileceği somut güvenlik önlemleri var. Bunları bir kez daha hatırlatalım:
- Öncelikle evde bulunan silahı boşaltın, parçalarına ayırın ve kilitli yerlerde tutun.
- Mutlaka, silahla kurşunları ayrı ayrı ve kilitli yerlerde saklayın.
- Çocukların oynayacağı ya da oyun oynamak için gittiği yerlerde silah bulunmamasına dikkat edin. Oyun alanlarına çıkmadan önce orada silah bulunmadığını kontrol edin ve emin olun.
- Silahların yarattığı tehlikeler hakkında çocuklarınızla konuşun.
- Çocuklarınıza, eğer ortalıkta silah görürlerse ya da bulurlarsa kesinlikle dokunmamalarını ve hemen anne-babasına veya yakınında bulunan bir yetişkine haber vermesi gerektiğini öğretin.
- Bütün bunların ötesinde; siz yine de en güvenli yolu seçin: Silahlarınızdan kurtulun.... Silahlarınızın, sizin ve çocukların yaşamını gölgelemesine/yok etmesine izin vermeyin...
Gençlerin bireysel silahlanmayla ilişkisinin bir başka yönü hakkında düşündürücü bir diğer olay da İzmir'de yaşanmıştı. İzmir'de 16 yaşındaki iki çocuk, ilk olarak 5 Eylül günü otobüs durağında bekleyen 71 yaşındaki bir yurttaşı ve devam eden 5 gün içinde yolda yürüyen ya da durakta bekleyen yurttaşları havalı silahlarla yaraladılar. Gazetelerdeki haberlere göre çocuklar, olay yerinin hemen yakınındaki havalı silah malzemeleri satan bir dükkanda çalışıyorlardı. Bu olay; 16 yaşındaki çocukların silah ve bu tür araç ve malzeme satan işyerlerinde çalıştırılması, çalıştırılmasına izin verilmesi realitesini görünür kıldı. Ayrıca; "nasıl olur da bu çocuklar bir insanı silahla hedef alacak noktaya; öldürme/yaralama noktasına gelir? "Bir insan öldürmek"le ilişkileri nasıl olur da bir oyuna dönüşecek kadar yaşamsal gerçekliğin dışına sıçrar?" sorularını gündeme getirdi. Umut Vakfı bu konuda da şu önleyici tedbirlere dikkat çekmişti:
- 18 yaş altı çocukların ve gençlerin içkili yerlerde bulunması nasıl yasaksa, silah ve bu tür şiddet malzemeleri satan işyerlerinde, silahların satıldığı ve/veya bulunduğu yerlerde çalıştırılmalarının ya da bulunmalarının yasaklanması gerekir.
- Silah satışı yapan dükkanlar ve silah bulunan yerler, okullara ve gençlerin bulunduğu mekanlara uzak olmalıdır.
- Bu tür yerlerde çalışanlarda aranan şartlardan birinin sağlık muayenesi olmasıdır. Buralarda çalışanlar psikolojik anlamda sağlıklı olmalıdır. Buralarda çalışanların öfke düzeyinin kontrol edilmesi, şiddete eğilimli, agresif davranışlar gösteren kişilerin bu tür yerlerde çalıştırılmaması gerekir.
- Ayrıca, silah satışının yapıldığı yerlerin düzenli kontrolleri muhakkak yapılmalı, koşulları uygun şekilde taşıyıp taşımadığı sürekli denetlenmelidir. Bu anlamda bu tür işyerlerinin denetimi son derece önemlidir.
Ekonomik kriz ve bireysel silahlanma
Şubat 2009'da, özellikle, Türkiye'nin iki büyük kenti olan Ankara ve İzmir'den gelen haberler, ekonomik krizin intihar/şiddet olaylarıyla ilişkisini ortaya koydu. Ekonomik kriz ve işsizliğe bağlı olarak meydana gelen intihar ve cinayet haberleri "kriz durumunda umutsuzluğu engelleyecek ve buna bağlı suçluluğu, şiddeti azaltacak tedbirlerin alınması gerektiği" konusunda uyarıcıydı.
Ankara'da kuyumculuk yapan bir kişinin, yaşadığı ekonomik sıkıntı nedeniyle bunalıma girdiği ve eşini öldürerek, iki çocuğunu da ağır yaraladığı, sonrasında başına ateş ederek intihar etmek istediği haberi medyada yer aldı. Hemen sonrasında ise, İzmir'in Tire ilçesinde, yüklü miktarda kredi kartı borcu olduğu belirtilen kahveci Ü.S.'nin, 20 yıllık eşini, 14 yaşındaki oğlunu ve 9 yaşındaki kızını tüfeğiyle yok ettiği haberi yayınlandı.
Her iki olayın 3 ortak noktası mevcuttu:
1. Neden (Ekonomik sıkıntı)
2. Suç aracı (Ateşli silahlar; tabanca ve tüfek)
3. Ateşli silahlar "baba"ların/"koca"ların bakmakla yükümlü oldukları ailelerine çevrilmişti...
Böylece baba'lar/koca'lar, ekonomik kriz ya da parasal sıkıntı sonucu, toplumca aslî rolü olarak belirlenmiş ailesini geçindirmek "sorumluluğu"nu yerine getirememesi sebebiyle duydukları çöküntüyle, sorumluluk alanı olarak ailelerini ve başarısızlık alanı olarak kendilerini ateşli silahlarla yok etmeyi bir "kurtuluş" olarak gördüler.
29 Mart seçimlerindeki "muhtarlık" kavgalarında bireysel silahlanma
Türkiye'de, 29 Mart 2009, Pazar günü yapılan seçimler sırasında ve sonrasında özellikle muhtar adayları arasındaki silahlı kavgalar/çatışmalar birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açtı.
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 79. maddesine göre; "Oy verme günü, her ne suretle olursa olsun, ispirtolu içki satılması, içkili yerlerle umumi mahallerde her çeşit ispirtolu içki satılması, verilmesi, içilmesi" yasaktı. Yine "Oy verme günü, bütün umumi eğlence yerleri oy verme süresince kapalı kalır. Eğlence yeri niteliğine haiz lokantalarda yalnız yemek verilir." hükmü vardı. Ayrıca ve çok önemli bir madde olarak "Oy verme günü, emniyet ve asayişi korumakla görevli olanlardan başka hiçbir kimse, köy, kasaba ve şehirlerde silah taşıyamaz" koşulu getirilmişti.
Yine de, bu yasaklar, insanların ölmesini ve yaralanmasını engellemedi. Medyada yer alan haberler, bize 5 kişinin öldüğünü ve yaklaşık 100 kişinin yaralandığını haber verdi. Kavga ve çatışmalar özellikle muhtarlık seçimleriyle ilgili meydana gelmişti. Kavgaların yaşandığı iller Şanlıurfa, Diyarbakır, Van, Batman, Kayseri, Kars ve Afyonkarahisar'dı... "Muhtarlık" seçimleriyle ilgili meydana gelen bu silahlı kavga ve çatışma haberlerini yıl boyunca da medyadan zaman zaman izledik.
Peki, neden özellikle muhtarlık seçimleri sırasında bu kavgalar yaşandı? Çünkü; "muhtarlık" aynı zamanda bir "iktidar" alanıdır. Muhtarlık seçimleri merkezinde, iktidarı ele geçirme yarışında, rekabet, insan öldürmeye kadar vardı. Bu "iktidarı" simgeleyen ve "hak" olarak da belirlenmiş kriterlerden biri; seçilmesi halinde, muhtar olan kişiye ateşli silah ruhsatı alma "ayrıcalığı"nın veriliyor olmasıdır. Ayrıca, muhtarlık nedeniyle elde edilen maddi gelir de bu rekabeti besliyor.
Bilge köyünde silahlarla katliam: Korucu silahları ve bireysel silahlanma
Mayıs 2009'da, Mardin'in Bilge köyünde nişan töreninde ateşli silahlarla katledilen 44 kişiye ağladık. Bu olay özelinde Umut Vakfı bir kez daha şunu hatırlattı: Türkiye'deki bireysel silahların %80'i her an kullanıma hazır halde bulunuyor. Bireysel silahlanmanın yaygın olması, suçun artmasını ve bu tür katliamların yaşanması riskini arttırıyor. Türkiye'nin doğusunda neredeyse her evde ve her erkekte silah mevcut. Bireysel silahlanmanın bu denli yaygın olduğu bir ortamda, ateşli silahlar en çok akrabalar arasında ve aile içinde yaşanan kavga ve çatışmalarda kullanılıyor. Aşiret kanunlarının ve geleneksel yapının güçlü olduğu bu ortamda hukuksal yapı ve yasalar yeterince etkide bulunamıyor.
Bilge köyü katliamında, bireysel silahlanma anlamında özellikle iki konu dikkat çekiciydi:
İlki; haberlerde şu ifade yer alıyordu: "Saldırganların 30 dakika boyunca ateş açtıkları, nişan olduğu için silah seslerinin köyde önce normal karşılandığı iddialar arasında." Dolayısıyla "silahla kutlama yapma"nın "normal" karşılanması, yaşanan katliamın boyutunu belki de daha büyütmüştü.
İkinci konu ise; korucu silahları konusuydu. Köy korucuları, meydana gelen olayda tek başına "kurumsal ve bir bütün olarak" sorumlu değiller belki ama Fikret İlkiz'den öğrendiğimiz üzere köy korucuları çeteleşme dahil, gasptan uyuşturucu kaçakçılığına, cinayetten kan davasına kadar bir çok olayda boğazlarına kadar suça batmışlar. 1996 yılındaki resmi verilere göre, her üç köy korucusundan biri suç işlemiş. Bu sorunun ve katliamın tam ortasında "köy koruculuğu" sisteminin içinden çıkan ve terörle mücadele ederken "kadrolu" çalışan, mühimmat sahibi, silahlı, kalaşnikoflu köy korucuları bulunuyor... Umut Vakfı, 2005'te düzenlediği "Türkiye'de Bireysel Silahlanma: Çözüm Önerileri" arama toplantısının Hukuk Komisyonu raporunda "Ayrıca geçici ve gönüllü köy korucularının ellerinde bulundurdukları ruhsatsız silahların teslimi ve ruhsata bağlanması hakkındaki yönetmelik yürürlükten kaldırılmalıdır. Bu yönetmelikte gösterilen köy korucularının ellerinde bulundurdukları silahlar teslim edilmelidir." önerisi yer almıştı. Bu olayla ilgili gelişmeler içinde koruculuk sistemi resmi taraflarca tartışmaya açılmış olsa da sonuç çıkmadı.
"Oyuncak" ve "kurusıkı" silahlarla kutlamalar
Türkiye, kurtuluş ve anma etkinliklerinde silahlarla kutlama yapmaktan 2009'da da uzak durmadı. Bu kutlama törenlerindeki temsiller, ülkemizin kültürel haritasından izler taşıyordu. Çarpıcı üç örneği hatırlatalım:
Rize'nin "düşman işgalinden kurtuluşu"nun 90. yılında, yani 2008'de, kurusıkı silahların kutlama törenlerindeki rolüne ilişkin endişe verici haberleri ve olayları izlemiştik. Mart 2009'da, 91. yıl kutlamalarında "kursıkı" silah yerine "oyuncak" silahlar savaş temsillerinin eşlikçisiydi. "Gerçek"e yakın olması için de tabanca sesi efektleri, teypten verildi. Temelde "silah" yine kutlamalara eşlik etmeye "kutlamaların silahla yapılması normaldir" argümanıyla devam etti. Belediye Başkanı Halil Bakırcı, 2008'de "Rizeliler silaha meraklıdır. İki kızımız da Rizeliye yakışır biçimde ateş etti. Gayet doğal bir şey. Büyütmeye gerek yok. Türklüğün genlerinde 'At, avrat, silah' diye bir atasözü var"... demişti. 2009'da da "Rize'de kurtuluş bayramı silahsız kutlanamaz" diyerek, bu "şiddetli" tutumundan vazgeçmedi.
Nisan 2009'da ise, Polis teşkilatının 164. yılı nedeniyle yurt genelinde yapılan birçok etkinlikte, ellerinde / bellerinde silahlar, tüfekler, üstlerinde asker / polis üniformaları, gözlerinde siyah gözlüklerle küçük çocuklar merkezdeydi. 11 Nisan 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde bu konuda yapılmış haberde şu cümleler yer alıyordu:
".... polis teşkilatının halkla bütünleşmesi ve kaynaşması amacıyla yapılan törenlere küçük çocukların birbirlerine oyuncak silah doğrulttuğu görüntüler damgasını vurdu. Birçok kentte törenlere polis üniforması giydirilmiş küçük kız ve erkek çocukları getirildi. Kimi motorize ekip, kimi çevik kuvvet, kimi de özel tim giysili küçük polisçiklerin bellerine oyuncak tabancalar da takıldı. Yetmedi ellerinde uzun namlulu oyuncak silahlar verildi. Sevimli polisçikler, polis müdürlerinin, anne ve babalarının gülümseyen bakışları önünde o silahları çektiler, birbirlerine doğrulttular."
Ayrıca, isminde "huzurlu yaşam" kavramının geçtiği bir dernek, Polis Teşkilatı'nın 164'üncü kuruluş yıldönümü nedeniyle ödüllü tabanca atışları ve ödülün de "tabanca" olduğu bir yarışma düzenledi. Bu yarışma yalnızca polislere değil, aynı zamanda sivillere açıktı... Üstelik bu yarışmada, hiyerarşide bulunan vali, belediye başkanı gibi aktörler de ilk "atış"ları yaparak üstlerine düşen bireysel silahsızlanmayı "özendirme" sorumluluğuna aykırı davranmışlar, atış işini layıkıyla yerine getirmişlerdi!...
Aralık 2009'da da, Kilis'in kurtuluşunun 88. yıldönümü nedeniyle yapılan kutlamalarda silahların kullanılması, artık kemikleşmiş "silahlarla kutlama yapma" sorununu bir kez daha gündeme getirdi. Kilis Valisi Turhan Ayvaz'ın medyaya yansıyan demecinde "Kutlamalar esnasında gelenek olduğu üzere kuru sıkı atışlar yapılmaktadır. .... Kutlamalar esnasında, sabah dernek başkanlarımız ile görüştük kendileri ile kuru sıkı da olsa atışların dikkatli olunması gerektiğini tehlike yaratmaması gerektiğini anlattık. Öncelikle toplanılan yerde atış yapıldı. Birde tören geçişinden sonra yapıldı. Numunelik göstermelik atış oldu. Yaralama falan olmadan kutlama yapıldı. Vatandaşlarımız kurtuluş gününde kuru sıkı da olsa atış yapmak istiyorlar. Bizde bunu makul bulduk." (7 Aralık 2009, yurthaber.com) cümleleri yer alıyordu. Söz konusu demeçte, hem kutlama atışlarının kurusıkı silahla yapılmasının bir tür "gelenek" olduğu vurgusu hem de "kurusıkı" silahın neredeyse bir hafifletici unsur olarak yer alması dikkat çekiciydi.
Silah Kanunu Tasarısı
2009'un bireysel silahsızlanma ile ilgili hukuksal çalışmalar açısından en önemli gündemi "Silah Kanunu Tasarısı"na ilişkin çalışmalardır.
Silah Kanunu Tasarısı'nın özeti şöyle yapılıyor:
"Tasarı ile, silahlar ile ilgili olan ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve 2521 sayılı Avda ve Sporda Kullanılan Tüfekler, Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının Yapımı, Alımı, Satımı ve Bulundurulmasına Dair Kanunda yer alan günümüz ihtiyaçlarına cevap veremeyen hükümlerin yürürlükten kaldırılması ve silahlar ile ilgili hükümlerin tek bir metinde düzenlenmesi suretiyle mevzuatta birliğin sağlanması öngörülmektedir. Söz konusu Tasarı, silahları sınıflandırarak silahlar ile bunların mühimmatı, aksam, parça ve aksesuarlarının ithali, üretimi, satışı, satın alınması, imhası, edinimi, taşınması, bulundurulması, nakli, bunların her türlü izin ve kayıt işlemlerine dair esas ve usuller ile bunlara aykırılık halinde uygulanacak yaptırımları düzenlemektedir."
Haziran 2009'dan bu yana gündemde aralıklı olarak yer alan bu konuda, Umut Vakfı, 26 Eylül'de düzenlediği bir komisyon toplantısıyla mevcut yasa tasarısını inceledi ve sonuç bildirgesini yayınladı. TBMM İhtisas Komisyonlarından İçişleri Komisyonu'nun esastan çalıştığı Silah Kanunu Tasarısı'na ilişkin AB Uyum Komisyonu da raporunu vermişti. Şu anda Alt Komisyon'da bulunan tasarıya ilişkin çalışmalar devam ediyor. Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Fikret İlkiz ve Dr. Ayhan Akcan TBMM İçişleri Komisyonu toplantısına katılarak, Umut Vakfı'nın önerilerini açıkladılar.
Umut Vakfı, Silah Kanunu Tasarısı ele alınırken, yasa yapanların Türkiye'deki bireysel silahlanmaya ilişkin sosyolojik durumu gözardı etmemesini; bireysel silahsızlanma anlayışını ve "yaşama hakkı"nı herşeyin üzerinde tutan yaklaşımı dikkate almalarını "yaşama hakkı"nın gözetilmesi açısından önemli görüyor. Ayrıca, Tasarı, tanımlar maddesinin ayrıntılı şekilde düzenlenmiş olması, silah kavramının geniş bir kapsamda tanımlanmış olması, yetersiz olmasına karşın reklam ve imha konularının düzenlemede ilk defa yer almış olması bakımından da olumludur. Ancak, Tasarı, bazı noktalarda Türkiye'deki güncel toplumsal/kültürel durumu ve gereklilikleri, sosyolojik gerçeklikleri gözardı ediyor.
Umut Vakfı'nın önerileri özetle şöyle(tamamı için tıklayın):
"Armağan silah" kavramı, bireysel silahlanmayı meşrulaştırmaktadır. Bu nedenle tartışmaya açılmalı ve kanun kapsamından çıkarılmalıdır. Hiçbir silah veya malzemenin basın ve yayın yoluyla "aleni ve/veya gizli yöntemlerle reklam ve tanıtımı yapılamayacağı gibi; her türlü ortam ve yöntemlerle tanıtım, pazarlama ve reklamı yapılmamalıdır. Ruhsat edininceye kadar silah edinme izni veren "geçici ruhsat" hükmü Tasarı metninden çıkarılmalıdır. Ruhsat alımında alt yaş sınırı 25 olmalıdır. 1 yıldan fazla hapis cezasına mahkum olunan suçlardan mahkum olanlara veya denetimli serbestlik tedbirine karar verilenlere hiç bir koşulda silah ruhsatı verilmemelidir. Ruhsatlandırmada kişilerden istenen sağlık raporları "hekim raporu" yerine kapalı kanaat usulüyle "heyet raporu" olarak mutlaka istenmelidir. Sağlık kurulu raporu doğrudan ruhsat vermeye yetkili kuruma kapalı ve gizli olarak gönderilmelidir. Sadece silahlar değil ayrıca mermiler de kayıt altında tutulmalıdır. Mermiler tek bir seferde değil zamana yayılarak ve ihtiyaca göre verilmeli, mevcut düzenlemeye göre verilen mermi adedi düşürülmeli; yeniden mermi talebi halinde kullanılmış olanlar iade edilmelidir. Hiç bir silah kimseye "muhafaza" amacıyla teslim edilmemelidir. Alkollü içeceklerin tüketildiği toplu eğlence yerlerinde; kamuya açık alanda yapılan düğün, kına, nişan, sünnet gibi törenlerde; trafikte ateşli silah bulundurulmamalıdır. Herhangi bir meslek grubunun mensuplarına ve/veya emeklilerine silah edinme kolaylığı sağlanmamalıdır. Ruhsat kayıtları merkezi sistem ile tutulmalı ve merkezi veri tabanı oluşturulmalıdır. Kontrol etmeye yönelik bilgilere erişmek açısından, silah taşıma veya bulundurma belgesi elektronik chip'li olmalı ve üzerinde TC kimlik numarası bulunmalıdır. Ruhsatlandırma öncesi sertifikalandırılmış zorunlu eğitim; ruhsat sonrası kriminal ve sağlıktan kaynaklanan otomatik iptal sistemi; eş, aile hekimi, avukat gibi ruhsatlandırmaya referans sistemi getirilmelidir.
Sonuç olarak
Türkiye'de her yıl ortalama 3 bin kişi ateşli silahlarla hâlâ ölüyor.
Türkiye'de 2,5 milyon ruhsatlı olmak üzere (bu rakamın en az üç katı ruhsatsız silah mevcut) ortalama 7-10 milyon civarında bireysel silah bulunuyor.
Türkiye'deki cinayetlerin yüzde 60'ında ateşli silah kullanılıyor.
Her 10 kişiden 1'inde, her 3 evden 1'inde ateşli silah bulunuyor.
Cinayet büro amirliğinin olay format dosyaları tarandığında, neden suç işlendiği sorgulandığında, tartışma, kıskançlık, namus gibi önceden tasarlanmamış olaylarda silah kullanımı yüzde 90, illiyet bağı ise yüzde 80...
Trafikteki aktif 13 milyon sürücünün yüzde 8'i ciddi düzeyde agresif sürücü. Bunların içinde silahlı agresif sürücü oranı ciddi oranda yüksek... Ateşli silahların yüzde 80'i her an (belde, el altında, torpidoda, yastık altında ve çekmecede) kullanılabilir durumda. Silahla işlenen her 10 cinayetten 1'i trafikte gerçekleşiyor. Araçlarda ateşli silahların bulunması, meydana gelen öfke patlamaları sonrasında ölüm ve yaralamalarla sonuçlanan suçları artırıyor.
Silaha kolay ulaşılabilir olması cinayet, intihar gibi olayların her an meydana gelmesinin en önemli nedeni. Evde silah bulunması ev halkından birinin cinayet, intihar, kaza gibi nedenlerle ölmesi riskini yüzde 41 artırıyor. Dolayısıyla tehlike yalnızca "ruhsatsız" silahlardan kaynaklanmıyor. Böyle düşünenlere bir kez daha hatırlatalım: Türkiye'de ruhsatlı silahların suçta kullanımı son yıllarda artış gösteriyor. Bu itibarla sorun yalnızca ruhsatsız silahların yaygın olması değildir. Aksine, her tür ateşli silahların, "bireysel silahlanma"nın yaygın olmasıdır. Bu itibarla, yasal dahi olsa, bireysel silahlanmayı artırmaya yönelik her faaliyet insanın en temel hakkı olan "yaşama hakkı" ihlaline yol açıyor.
Ayrıca ateşli silahlar, sıradan "mal"lar değildir. Öldürmekten başka bir marifeti olmayan bu araçların sıradan "mal" olarak algılanması, satışa sunulması ve insan hayatı üzerinden kâr hesapları yapılması kabul edilemez.
Bireysel silahlanma bir sorun olmaya devam ediyor...
2010'da "yaşama hakkı"mızın ve bireysel silahsızlanmanın gündem olması dileğiyle... (EA/TK)
* Esengül Ayyıldız'ın değerlendirmesi, bireysel silahlanmayla mücadele eden Umut Vakfı'nın sayfalarında da yayınlandı.