Artık program uygulayıcıları da dahil herkes bu hedeflerin birçoğuna ulaşılamayacağının bilincine vardı. Çok yazılıp tartışıldığı için bu durumun sebeplerine değinmeyeceğiz. Ana sebep güvensizlik, istikrarsızlık ve kötü yönetimdi diye bir özet yapmakla yetineceğiz.
18. Stand-by düzenlemesinin temelinde kamunun küçültülmesi, tasarruf tedbirlerinin alınıp ciddiyetle uygulanması, buna karşılık IMF'den en az 10 milyar dolarlık yeni bir ek finansman kaynağı sağlanması yatmaktadır.
10 Milyar Dolar Ek Kaynak Değil, Bir Borçtur
Türkiye'ye verilmesi beklenen 10 milyar dolarlık ek kaynak bir yardım değildir. Alınacak bir borçtur. Geri ödemesi faiziyle birlikte yapılacaktır. Orta vadelidir. Faizleri yüksek olmamakla birlikte, bir ayrıcalık da taşımamaktadır.
Devlet alınacak bu krediye karşılık, çok yönlü tasarruf tedbirleri alınacağını açıklamıştır. Ancak bu tedbirlerden önemli bir bölümü tasarruf önlemleri değildir. Tam aksine, tasarruf sahiplerinin tasarruflarından bir kısmına el konulmasıdır.
Başka bir anlatımla, bunlar gelir artırıcı önlemlerdir. Bunlar arasında emlak ve motorlu taşıt vergileri, özel işlem vergileri ve akaryakıt tüketim vergilerindeki artışları sayabiliriz.
Asıl tasarruf, fondaki bankaların tasfiyesi ve özelleştirme kapsamındaki KİT'lerin elden çıkarılmasıyla mümkün olabilir. Açıklanan tedbirler arasında bunlar yoktur.
Diğer önlemlerden sağlanacak gelir veya harcamalarda yapılacak sınırlamalar korkarız ki, sorunu çözmeye yetmeyecektir. Bir başka ciddi tasarruf yolu, devletin şeffaf hale getirilmesi ve bu yolla yolsuzlukların, kayırmaların ve dolayısıyla israfın önlenmesidir. 2003 yılı başında yürürlüğe girecek şekilde hazırlanan Devlet İhale Yasası'nı bu açıdan önemli bir gelişme olarak sayabiliriz.
Bununla beraber uygulamaya niçin daha önce başlanılmadığını anlamakta güçlük çekmekteyiz.
Yeni Stand-By, Yeni Fedakarlıklar Demektir
2002 yılı başından itibaren devlet, dolaylı vergiler ve zamlar yoluyla özel tüketim harcamalarını kısmak durumunda kalacaktır. Bu da ekonominin daha bir süre canlanamayacağı anlamına gelmektedir.
Eğer hükümet, faiz dışı fazla hedefine ulaşamazsa, gelirlerini bu hedefe göre ayarlayabilmek için yeniden vergi artırımına gidecektir. 3 yıllık yeni bir Stand-by Anlaşması yeni fedakarlıklar demektir.
Eğer bu süre içinde ekonomik büyüme yeniden sağlanamazsa, işin sosyal boyutu daha da ağırlaşacaktır.
Şimdi en önemli konu, Türkiye'ye verilecek ek kaynağın nasıl kullanılacağıdır. Seçilecek yöntem hem ekonomik hem de sosyal gelişmenin temelini oluşturacak, bir yandan da yönetime güven duyulup duyulmayacağının ölçüsünü ortaya koyacaktır.
Açıktır ki, şimdiye kadar alınan krediler doğru kullanılmamıştır. Ya batık bankaların finansman ihtiyacının karşılanmasına ya da borçların geri ödenmesine tahsis edilmiştir. Reel sektöre hiçbir kaynak aktarılmamıştır. İhracat finansal açıdan desteklenmemiştir, yeni iş alanları açılması bir yana bir çok işyerinin kapanması sonucu ile karşılaşılmıştır.
Başarısızlığın sebeplerini Amerika Birleşik Devletleri'ne 11 Eylül'de yapılan saldırıyla izah etmek toplumla alay etmektir. Yukarıda özetlediğimiz ve herkesçe bilinen tablo, 10 Eylül tarihi itibariyle de geçerlidir.
Kendi Kaynaklarımızı Harekete Geçirme Yollarını Bulmalıyız
Türkiye'nin, (aslında hiçbir ülkenin) sürekli borçlanma ve borçlarını yeni borçlarla ödeme suretiyle kalkınması, hatta yaşam standartlarını sürdürmesi mümkün değildir.
Türkiye kendi kaynaklarını harekete geçirmenin yollarını bulmak zorundadır. Bunun adı da üretimdir, ihracattır, yabancı sermayedir. Kamu sektörü küçültülmeden, gerçek israf kapıları kapanmadan, kayıt dışı ekonomi kayda alınmadan, güven ortamı sağlanmadan bunu başarmanın yolu yoktur.
Zaten kıt olan kaynaklar, rasyonel biçimde kullanılmadan, ekonomi verimli bir şekilde çalışır hale getirilmeden, rekabetçi bir üretim düzeyi sağlamadan ekonomide gelişme beklemek de hayalcilik olur.
Şimdi önemli olan Türkiye'ye verilecek ek kaynağın bu amaçlara mı hizmet edeceği yoksa yine boşa mı harcanacağıdır? Bunu hep birlikte bekleyip göreceğiz.(NU)