PKK’nin 20 Mart 1993 tarihinde ilan ettiği ateşkes, bir Turgut Özal projesiydi. Özal, mekik diplomasisi ile PKK’yi ateşkese ikna etmişti. Bu ateşkes, Kürt siyasetini askerin vesayetinden kurtarma planının bir parçasıydı. Ancak Özal’ın ömrü bu projeyi sonuna kadar götürmeye yetmedi. PKK, 15 Nisan 1993 tarihinde ateşkesin süresini iki ay daha uzattı. Ancak iki gün sonra Cumhurbaşkanı Özal’ın ölüm haberi geldi. Öldü veya öldürüldü.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda ateşkesin de bu ölümle birlikte öldüğünü görüyoruz. Ama fiilen bitmesi için bir provokasyon daha gerekiyordu. Bunun gelmesi de gecikmedi. 24 Mayıs günü Elazığ-Bingöl karayolunu kesen PKK’liler, 90 kişiyi yanlarına alıp uzaklaştılar. Bunların büyük bir bölümü silahsız askerlerdi. Daha sonra ajanslar, 33 silahsız askerin PKK’liler tarafında kurşuna dizildiğini duyurdu. Kürtler arasında da büyük şaşkınlık yaratan bu olayın hangi koşullarda ve nasıl meydana geldiğine bakmadan önce, ateşkesin hangi koşullarda ilan edildiğine ve etkilerine göz atmak gerek.
Lübnan’ın Bar Elias kasabasında bir basın toplantısı düzenleyen PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan, 20 Mart ile 15 Nisan tarihleri arasında ateşkes ilan edeceklerini açıklamıştı. Öcalan, “Biz, ordu birlikleri üzerimize gelmedikçe ve çok zorunlu bir meşru savunma durumuna düşmedikçe, 20 Mart’tan 15 Nisan’a kadar ateş etmeyeceğiz. […] gelişecek saldırılar kesinlikle bizden kaynaklanmayacaktır. Böylelikle uluslararası, Türkiye ve Kürdistan kamuoyunun barışa imkan sunmak biçimindeki dileğine de karşılık vermeye çalışıyoruz. Olası bir siyasi çözüme kendimizi hazır tuttuğumuzu belirtmek istiyoruz” diyordu. Ateşkes, Kürt çevrelerinde gözle görülür bir memnuniyetle karşılandı ve büyük bir rahatlamaya neden oldu. Kimse, bu adımın sonuçsuz kalacağını düşünmüyordu. Çünkü önemli aktörler devredeydi ve herkes elini taşın altına koymuştu.
Abdullah Öcalan’ın Lübnan’da yaptığı basın toplantısında Celal Talabani, Öcalan’la birlikte kameraların karşısına geçmişti. Talabani, ateşkesin sağlanmasında en önemli aktördü. Ankara’da ve Şam’da yaptığı üst üste görüşmelerle ateşkese giden süreci hazırlamıştı. Ayrıca, Öcalan’ın ateşkes teklifini içeren mektubunu Cumhurbaşkanı Özal’a ileten de oydu. Ateşkes için koşul öne sürmeyen PKK lideri, Türkiye’yi bölmek gibi bir niyetlerini olmadığını, operasyonlar durdurulursa ve imha amaçlı üzerlerine gelinmezse, tek bir mermi bile atmayacaklarını ve bütün güçlerine hakim olduğunu ekliyordu.
Ankara'nın tavrı
Basında yer alan haber ve yorumlara göre, Ankara bu açıklamaları ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamıştı. Ancak bir aylık süre dolduğunda Ankara’nın herhangi bir adım attığı görülmedi. Açıklamalar da umut verici değildi. Başbakan Süleyman Demirel’in ilk tepkisi, “Devlet kan dökenle pazarlığa oturmaz. Kan döken devlet değildir. Bunlar yol yakınken gelip teslim olsunlar, diyorum. Hukuka, adalete teslim olun” biçimindeydi.Lübnan’daki basın toplantısından dönen gazetecilerden Cengiz Çandar Cumhurbaşkanı Özal’a, İsmet İmset ise hükümete brifing verdi. Ankara, özellikle de Demirel hükümeti Öcalan’ın samimi olup olmadığını merak ediyordu. İmset, üzerine basa basa Öcalan’ın söylediklerinde samimi olduğunu belirterek, hükümete sert açıklamalarla Öcalan’ı kendi kitlesi karşısında zor durumda bırakmamayı tavsiye etti. Basın toplantısını izleyen diğer gazetecilerin izlenimi de aynı yönde idi.
Basının ortak değerlendirmesi ise, PKK’nin köşeye sıkıştığı için böyle bir ateşkese gittiği yönündeydi. Bu ortak değerlendirmede, daha fazla kanın dökülmemesi için gerekli adımların atılmasının gerektiğini çıkarsayanlar da vardı, ateşkesin savaştan daha tehlikeli olduğunu söyleyenler de. O zaman Hürriyet’te yazan Emin Çölaşan ikinci grubun başını çekiyordu. Ama mesela Zaman gazetesinden Mustafa Özcan da ateşkesi savaştan daha tehlikeli bir durum olarak değerlendiriyordu. (Zaman, 22 Mart 1993)
Askerin ateşkes tavrı
Ateşkes sürecinde kutlanan 93 Newroz’u nispeten sakın geçti. Ancak hız kesmesine rağmen operasyonlar durmadı. Her gün operasyon haberleriyle yakılan ve boşaltılan köylere dair haberler Kürt basınında yer alıyordu.
Ayrıca Genelkurmay tarafından planlanan ve 10 ilde birden başlayacak Orgeneral Eşref Bitlis Operasyonunun da hazırlıkları sürdü. Generaller, bu operasyonla PKK’yi bitirmeyi umuyorlardı. Harekâtın 14 Nisan'da başlatılması planlanmıştı. Hazırlıklar bölük seviyesine kadar tamamlandı. 10 Nisan günü harekâtla ilgili son hazırlık toplantısı Bingöl’de, 10 ilin güvenlik komutanların katılımıyla yapıldı. Çok sonraları Hürriyet’te Saygı Öztürk’ün sorularını yanıtlayan o zamanın Asayiş Kolordu Komutanı Necati Özgen “Ben kimseye ateşkes emri vermedim” diyordu. “Yani PKK terör örgütü ateşkes ilan etmiş, bize göre ateşkes diye birşey yok. Kimse bana ateşkes emri vermedi, ben de kimseye ateşkes emri vermedim” (Saygı Öztürk, 33 Kurşun, s.63).
14 Nisan geldiğinde bu harekât başlamadı. Öcalan, “Eğer operasyonlar durursa ...”demişti.
Ankara'daki gelişmeler
Ateşkesin bitiş tarihi olan 15 Nisan yaklaşırken, yine Turgut Özal’in çabalarına tanık oluyoruz. Özal’ın girişimiyle Celal Talabani tekrar Ankara’ya davet edildi. Mesafeli durmasına rağmen, Demirel de Talabani ile görüştü. Celal Talabani, sonrasında Ankara’dan Şam’a uçtu. Tahmin edileceği gibi çantasında büyük bahar operasyonunun ertelendiği haberi ile. Harekâtın Özal’ın çabaları sonucu ertelendiğini tahmin etmek hiç de zor değil. Zaten askerler de bundan Özal’ı sorumlu tuttular, bu ertelemenin PKK’yi yok olmaktan kurtardığını her vesile ile söylediler.Öcalan, Lübnan’da yaptığı ikinci basın toplantısında ateşkesin süresini uzattıklarını açıkladı. Bu basın toplantısına Celal Talabani’nin yanı sıra, HEP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Türkiyeli başka Kürt siyasetçiler de katıldı. Basın toplantısında Ankara’dan ilgiyle izlenen bir gelişme daha oldu. Çeşitli Kürt hareketlerin liderleri, basın toplantısına katılmak için Lübnan’a geldiler ve toplantıda basın mensuplarının sorularını Öcalan’la birlikte yanıtladılar. Kemal Burkay, Hemreş Reşo ve Ruşen Aslan, ateşkese destek vermek için Bar Elias kasabasına gelen Kürt siyasetçilerdi. Basın toplantısından sonraki günlerde Öcalan’la bir araya gelen bu isimler, Kürtlerin siyasal hakları ve ateşkese dair bir mutabakat metnini imzaladılar.
Özal’ın çabaları ve ateşkes, ABD ve AB nezdinde de dikkatle izleniyor, çözüm için destek verileceği çeşitli kanallarla Ankara iletiliyordu. İç ve dış koşullar, hiç olmadığı kadar siyasi bir çözüme elverişliydi. Bu atmosferi dağıtmak için büyük bir veya bir kaç karanlık tertip gerekiyordu. Onlar da peş peşe geldi.
Operasyon güçlerinin ilk ateşinde 9 asker öldü
Elazığ-Bingöl karayolunu kesen PKK’liler, iki midibüsle birliklerine giden askerleri indirdikten sonra yanlarına alıp bilinmedik bir yöne doğru götürdüler. Yaralı kurtulan askerlerin anlattığına göre bazı köylerden geçtiler, içlerinde komando olup olmadığını sordular, askerlerin nereli olduklarını tespit etmeye çalıştılar, ama askerlere herhangi bir zarar vermediler. “Kurtarma operasyonu” başlayana kadar kaçırılan tek bir askerin burnu bile kanamadı. Yine yaralı kurtulan askerlerin anlattığına göre, ilk ölen askerler operasyon güçlerinin ve helikopterlerin ateşi sonucu öldüler. Yaralı kurtulan asker Erkan Omay, “Sürekli yürüyorduk. Ertesi gün saat 12.00’de silah seslerinden askerlerin yaklaştığını anladım. Asıl harekât saat 16.00’da başladı. Skorsky ve F-16’lar uçuyordu tepemizde. PKK’liler kazma kürek çıkarıp siper kazdı, kayalıklara saklandı. Bizi hedef olarak ortada bıraktılar. Askerlerimiz yanlışlıkla içimizden 9 eri şehit etti bu yüzden” (Gülden Aydın, Hürriyet 31.08.2005).PKK kaynaklarındaki bilgiler, yaralı kurtulan askerin anlattıklarından pek farklı değil. Bu bilgilere göre bölgedeki güçler, askerleri devleti ateşkese zorlamak için rehin aldılar. O nedenle de ilk anda herhangi bir asker öldürülmedi. Aksine askerleri bir an önce korunaklı bir bölgeye, daha doğrusu ana karargâh olarak niteledikleri üs bölgesine götürmek isterlerken, F-16’ların ve skoskilerin katıldığı bir saldırıyla karşı karşıya kaldılar. Bu saldırı sırasında 9 asker ve askerleri korumakla görevli PKK’lilerden bir militan yaşamını yitirdi. Bu durumda yolu kesen grup, ana karargâhla ilişki kuramayınca, komutanları Şemdin Sakık’la telsiz irtibatına girdiler. Sakık’ın talimati diğer askerlerin kaderini belirledi.
Yaralı kurtulan Osman Partal’ın anlatıklarına kulak verelim. “Gece yarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde (bizi) niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk. ‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi bırakacağız’ dediler”( Gülden Aydın, Hürriyet 31.08.2005).
Yaralı kurtulan askerlerin anlatımlarıyla PKK kaynaklarındaki bilgiler neredeyse birebir örtüşüyor. Olayın akışı, askerlerin bir kısmının operasyon güçleri tarafından öldürüldüğü, diğerlerinin öldürülmesi için PKK’lilerin zorlandığını gösteriyor. Operasyonun cereyan ediş biçimi amacın rehin alınan askerlerin kurtarmak olmadığını gösteriyor. Kurtarma operasyonları rehinelerin can güvenliğini esas alır. Hedef gözetmeksizin yoğun ateş, rehin askerlerin başta gözden çıkarıldığını gösteriyor. Bu önemli nokta nedense şimdiye kadar hep atlandı.
Basın, konuyla ilgili haberleri verirken “33 askeri oracıkta öldürdüler” demeye dikkat etti. Askeri yetkililer hakkında açılan davada bu nokta hiç gündeme gelmedi. En az 9 Türk askeri, Türk ordusu tarafında öldürüldü. Ama kimse bunun sözünü etmedi.
Çeşitli rütbelerde sorumlu yedi subay hakkında açılan dava beraatle sonuçlandı. Saygı Öztürk, söz konusu kitabında bir tuğgeneralin yargıdan kaçırıldığnı, birinci derecede sorumlu olduğu halde tanık olarak ifadesine başvurulmadığını yazıyor. Bu, Bingöl asayiş bölge komutanı olan tuğgeneraldir. PKK’liler yolu onun bölgesinde kesmişlerdi. 33 asker onun bölgesinde öldürülmüştü.
Asayiş Kolordusu Komutanı Necati Özgen, “Diyarbakır’dayken bana haber geldi. Bingöl’de görevli komutan ‘Efendim yol kesildi’ dedi. ‘Derhal olay yerine gidin’ dedim.” (Saygı Öztürk, 33 kurşun, s.64) Özgen’in “Derhal olay yerine gidin” diye emir verdiği komutan, bu tuğgeneraldi. Olay yerine gitti, ama yaptığı “kurtarma operasyonu”nda ordu birlikleri 9 asker öldürdü. Bingöl’de daha alt kademede olan subaylar (Bingöl İl Jandarma Komutanlığı Harekat ve Asayiş Şube Müdürü Yarbay Asım Eröz, Bingöl Güvenlik Komutan yardımcısı ve Bingöl İl Jandarma Komutanı Yarbay Özcan Yarat, Bingöl İl Jandarma Komutanlığı İl Merkez Merkez Jandarma Komutanı Kıdemli Yüzbaşı Nevzat Yıldız) yargılandıkları halde, söz konusu tuğgeneralin ismi bile telaffuz edilmedi. Öztürk, bu tuğgeneralin aynı yılın 30 Ağustos’unda da emekli edildiğini söylüyor ama, ismini zikretmiyor.
Acaba bu karanlık olayın düğümü burada mı?
Yeşil yolun kesileceğini biliyor muydu?
Aynı gün Yeşil, Bingöl’deydi. Dahası yolun kesildiği saatlerde, Bingöl valisinin verdiği bir görev nedeniyle Elazığ’a hareket etmek zorunda kaldı. Ama hemen geri döndü. Yolun kesilmiş olduğunu söyledi yanındakilere.Bir yol kontrolü sırasında MHP Genç İlçe Başkanı Hadin Ari, PKK tarafından kaçırıldı ve öldürüldü. Bu sırada Erzurum’da bulunan MHP Milletvekili Tuncer Şekercioğlu, cenaze törenine katılmak için Genç ilçesine geldi. Törenden sonra Elazığ’a gitmek isteyen milletvekili için Bingöl MHP İl Başkanlığı’nca yol korunması istendi. Vali, yolda bir sorun olmadığını söyledi, ama yine de milletvekiline koruma verdi. Valinin verdiği koruma kimdi dersiniz? Mahmut Yıldırım! Yani devlet kurumlarının görev vermekte yarıştığı Yeşil.
Land Rover marka bir resmi araçla Elazığ’a gitmek için yola çıkarlar. Ama Yeşil daha şehrin çıkışında yolun kesilmiş olduğunu, çünkü karşıdan araç gelmediğini söyleyerek yanındakilerle birlikte Bingöl’e geri döner. Kimileri bu olayı Yeşil’in kurnazlığına ve içgüdülerinin kuvvetli olmasına bağlar (Saygı Öztürk, 33 kurşun, s. 21).
“Acaba Yeşil, yolun kesileceğini biliyor muydu, onun için mi geri döndü?” diye bir soru geliyorsa aklınıza, yerden göğe kadar haklısınız.
Yeşil, o gün orada ne tesadüfen bulunmaktadır ne de akrabası olan MHP Genç İlçe Başkanı’nın cenazesine katılmak için gelmiştir. Yeşil, cenaze törenlerine katılmaz. Uzun süredir bölgededir. Bir taraftan ateşkesi bozmak için planlar yapmaktadır, bir taraftan da 14 Nisan’da başlaması kararlaştırılan Eşref Bitlis operasyonu için verilen görevleri yerine getirmektedir.
Şekeran ormanı, bölgedeki PKK’li grup için önemli bir üslenme noktasıdır. Burada kışı geçiren grubun Murat Nehri üzerinde bulunan Ziver Köprüsü’nü geçerek Bingöl kırsalına yayılacağı haber alınmıştır. 14 Nisan için planlanan Eşref Bitlis operasyonunun hedefinde, 250 kişilik grubu bölgeden çıkmadan kıstırmak da vardır. Bunun için Ziver Köprüsü’nün havaya uçurulması gerekir. Yeşil ve beş kişilik ekibi 10 Nisan günü, yani operasyondan dört gün önce köprüye C4 patlayıcı bağlayarak havaya uçururlar.
Saygı Öztürk’ün yazdığına göre, ekiptekiler Ziver Köprüsü’nü yağmurlu bir günde hava uçurmuşlar ve çakan şimşeklerin elektronik fünyeleri etkilemesinden korkmuşlardır. Aralarında “C-4 patlayıcılar, şimşekten etkilenirse hapı yutarız. Uğur Mumcu’dan da beter oluruz. Onun parçalarını buzlardan kazıdılar, bizim zerremizi bulamazlar” diye konuştular (33 Kurşun, s.15).
Sakık askerlerin oradan geçeceğini biliyor muydu?
Bu eyleme katılan PKK’li Mahir Tekin, 10 Mart 2000’de Antalya’da yakalandı. Tekin, verdiği ifadede “Şemdin Sakık’ın 24 Mayıs’ta asker sevkiyatı olacağını nereden öğrendiğini bilmiyorum. Bu sevkiyatı bilmeseydi, o saatte ve tarihte eylem yapılması için kesin talimat vermezdi” diyordu.
Yaralı kurtulan asker Osman Partal da Hürriyet muhabiri Gülden Aydın’a şunları söylüyor: “Şemdin Sakık, şimdi Hürriyet’te yayınlanan açıklamalarında ‘Eylem planlanırken burada askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor. Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuz kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı. Şoföre diğer otobüsün nerde olduğunu sordu” (Hürriyet, 31 Ağustos 2005).
Şemdin Sakık, 6 Mayıs 1999 günü yapılan duruşmada 33 asker olayı ile ilgisi olmadığını, o sırada başka bölgede olduğunu söyledi. Ve iki itirafçıyı tanık gösterdi. Nihat Sarıtaş ve Aydın Özdemir isimli itirafçılar tanıklık yapmak istemediklerini yazılı olarak DGM’ye bildirdiler. Ancak DGM, bu kişilerin duruşmaya getirilmesine karar verdi.(Hürriyet 7 Mayıs 1999) Şemdin Sakık’ın istemi üzerine bu tanıkların dinlendiği duruşma 20 Mayıs’ta gizli yapıldı. Kamuoyu tanıkların neler anlattığını hâlâ bilmiyor.
Doğru ya da değil, ama yaralı kurtulan askerler zaman zaman yaptıkları açıklamalarda yol kesenlere Şemdin Sakık’ın komuta ettiği söylediler, buna rağmen DGM askerleri tanık olarak dinleme gereği duymadı.
Bunu söyleyenler, sadece yaralı kurtulan askerler değil. Eylem grubunda yer alan ve daha sonra yakalanan PKK’liler de eylem talimatının Sakık tarafından verildiğini söylediler. Sipan kod isimli Mahir Tekin’den başka Mehmet Nuri Tiryaki, İrfan Cucuboğa, Refik Sunkur ifadelerinde talimatın Şemdin Sakık tarafından verildiğini belirttiler. Ancak bu ifadeler de dikkate alınmadı ve DGM bu eylemden dolayı Sakık’a ceza vermedi.
DGM, “Sanığın olaya katıldığı, planlama yaptığı ya da talimat verdiği tespit edilememiştir. Ancak olay sanığın sorumluk alanı olan bölgede meydana geldiği için dolaylı bir sorumluluğu vardır” kanaatine vardı.
Sakık'ın ilginç mektup arkadaşı
Sakık, yakalanmasından tam altı yıl sonra eylem talimatının Öcalan tarafından verildiğini hatırladı. Mektup arkadaşı Tuncer Günay (Tuncay Güney değil), Sakık’ın kendisine yazdığı mektupları “Şemdin Sakık’tan Mektuplar” adıyla kitaplaştırdı. İlk ifadesinde Öcalan’ın bu eylemle ilişkisine dair bir şey söylemeyen Şemdin Sakık, bu kitaptaki mektuplarında birinde, “1993 baharında PKK tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Bu ateşkese herkes gibi ben de uyuyordum. 1993 Mayıs ayının ilk haftasında örgüt şefi (Apo) Lübnan’da telsizden Türkiye’deki militanlara misilleme eylemi emri verdi.” Sakık, bu talimat üzerine harekete geçen bir grubun askerlerin geleceğinden haberdar olmadan yolu kestiklerini, o sırada da durdurulan üç otobüste tıklım tıklım asker olduğunu gördüklerini ve Bingöl’den gelen askerlerle çatışmanın başlaması üzerine grubun 33 askeri taradığını söylüyor. (Hürriyet, 29 Ağustos 2005)Şemdin Sakık’ın mektup arkadaşı Tuncer Günay da ilginç kitaplara imza atan bir yazar: Bu kitaplarda bazılarının ismi yazar hakında bir fikir verebilir. "Misyonerler ve Fener Rum Patrikhanesi", "Türkiye’de Terörizm", "Şiddet ve Terörist Davranışları", "Misyoner Örgütleri ve Misyoner Faaliyetleri", "Delinmeye Çalışılan Lozan", "Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Terörizm".
Günay’ın Sakık’la nerede ve ne zaman tanıştıklarını bilmiyoruz. Ama Sakık yakalandıktan sonra adeta onun basın bürosu gibi çalışmış. Sakık, Günay’a mektuplar yazmış ve Günay mektupların basında, daha ziyade Hürriyet’te, yer almasını sağlamış. Şemdin Sakık, en son Sabah’tan Şamil Tayyar’a Günay aracılığıyla bir mektup yazdı. Bu mektup, Öcalan’ın Ergenekon ilişkisine ilişkindi.
Önsöz Sinan Aygün'den
Daha Ergenekon patlamamışken, Tuncer Günay’ın bu kitabı yayımlandı. Her değerli kitaba, değerli bir şahsiyetin önsöz yazması adettendir. Bu değerli şahsiyet ise ATO Başkanı Sinan Aygün’den başkası değil (Hürriyet, 29 Ağustos 2005). İkinci dalga Ergenekon gözaltılarında alınan ve evinde çuval dolusu avro bulunun Aygün.Bu kitap çok satmış olmalı ki, 2007 yılında bu defa Doğan Yayın grubu aynı yazarın, aynı konulu başka bir kitabını yayımlar. Kitabın ismi “Şemdin Sakık Anlatıyor”.
Diyarbakır 1 Nolu DGM, bu eylemden dolayı Şemdin Sakık’a ceza vermedi, ama başka eylemlerden dolayı Sakık Kardeşler (Şemdin ve Arif) yine de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Sakık kardeşler, cezaya itiraz ettiler. Yargıtayda Sakık kardeşleri avukat Ceyhan Mumcu temsil etti. İP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul’da görülen Ergenekon davasının bazı sanıklarının da vekili olan Ceyhan Mumcu. İlginç ilişkiler, ne demeli.
Olayın ertesi günü Öcalan, eylemle ilgili bir açıklama yaptı. Eylemin kendi güçlerince misilleme amacı ile yapıldığını, ama ateşkesin sürdüğünü açıkladı.
Öcalan ikinci açıklamasında, eylemin merkezi bir kararla yapılmadığını, olayla ilgili soruşturma başlattıklarını ve bölgeye parti müfettişi gönderdiklerini söylüyordu. (Bu eylemden sonra Şemdin Sakık, hakında soruşturma başlatıldı. Sakık, daha sonra gönderildiği bölgeden kaçıp Barzani’ye bağlı güçlere sığındı).
Abdullah Öcalan’ın açıklamaları bir işe yaramadı. Olan olmuştu. Ya da olması planlanan olmuştu, bu açıklamaları kimse dikkate almadı ve çatışmalar tekrar başladı.
Asker çözüme hazır mıydı?
Peki Özal öldükten sonra bile bir genel af çıkacağı, askerin de buna hazır olduğunu söyleyenlerin haklılık payı var mı? Keşke. Keşke asker öyle bir şeye hazır olsaydı! Ama değildi. Tam aksine askerler ateşkesi, Özal’ın PKK’yı kurtarma hamlesi olarak değerlendiriyorlardı ve bozulması için de ellerinde geleni yaptılar.
Askeri operasyonların durmayacağı daha ilk günlerde belli olmuştu. Dağdaki PKK’liler ateşkese katı bir biçimde uydular. Bir ay içinde tek bir askerin burnu kanamazken, PKK, operasyonlar nedeniyle 50’yi aşkın kayıp vermişti. Öcalan, Lübnan’da yaptığı ikinci basın toplantısında bu sayıları telaffuz ederek güvenlik güçlerinin operasyonları durdurmamasından yakınıyordu. Bu arada bazı köyler yakıldı, bazı köyler boşaltıldı. Asker, daha önce PKK’nin varlığı dolayısıyla giremediği bölgelere girdi ve özellikle PKK üslerine yakın köyleri yakarak PKK’yi ateşkesi bozmak için kışkırttı. Bütün bu çabalara rağmen, 24 Mayıs’a kadar PKK’lilerden ateşkesi ihlâl edecek herhangi bir girişim gelmedi.
Basına yansıdığı kadarı ile aslında hükümet bazı adımlar atmak istiyordu ama şahinlerin barikatını aşamıyordu. M. Ali Birand’ın yazdığına göre, güvenlik güçleri ve iktidar partileri içinde “Apo ve PKK yok edilmeden herhangi bir adım atılmasına karşı olan hayli kalabalık bir grup vardı” (Sabah, 5 Nisan 1993). Özal’ın şaibeli ölümü her şeyi alt üst etti. Ateşkesin mimarı ölünce, proje sahipsiz kaldı. Demirel, Çankaya’ya çıktı. MGK’nin Mayıs ayı olağan toplantısından, “terör örgütü mensuplarını” teslim olmaya çağıran ve eyleme katılmayanların herhangi bir soruşturmaya uğramayacaklarına duyuran bir bildiri yayınladı. O sırada yaklaşık olarak 10 bine yakın Kürt tutuklu cezaevinde olduğu halde, MGK teslim olurlarsa sadece ‘terör olaylarına karışmamış’ olanlar hakkında kovuşturma yapılmayacağını duyuruyordu. TBMM’de kabul edilen af yasası ise, diğer taraftan itirafçılık dayatması olarak algılanıyordu.
Askerin ateşkes değerlendirmesi
Genelkurmay tarafından 1997 yılında bir grup gazeteci için Kürt bölgesine düzenlenen gezide, Genelkurmay İç Harekât Dairesi’nden Albay Nazmi Solmaz, gazetecilere “Terörle mücadelenin neresindeyiz?” başlıklı bir brifing verdi. Albay Solmaz’a göre, PKK askeri tedbirlerle üç kez tasfiye aşamasına getirildi. Birincisi sıkıyönetimden OHAL uygulamasına geçilmesi, ikincisi Körfez Savaşı sırasındaki büyük Kürt göçünde Iraklı Kürtlerin Türkiye sınırını geçmesine izin verilmesi, üçüncüsü ise 1993 yılında ilan edilen ateşkes ve askerlik süresinin kısaltılması PKK’yi yok olmakta kurtardı. (Enis Berberoğlu, “Özal ateşkesi kiminle yaptı?” Hürriyet, 7 Haziran 1999) Bu üç durum da Turgut Özal’ın Kürt siyasetini askerin elinden alma girişimleriydi. Bu üç ‘ihaneti’ Özal canı ile ödedi. Recep Tayyip Erdoğan, Kürt siyasetini askere teslim ederek canını ve malını (AKP) kurtardı. Şimdilik.
Sonuç yerine
Olayların kronolojik gelişimi ateşkesi bozmak için 33 askerin kurban edildiğini gösteriyor. Yeşil ve Zahit Ergin gibi meşhur JİTEM’cilerin devrede olması, sorumlunun sadece JİTEM olduğunu göstermez. Bütün bulgular JİTEM’in yanı sıra, daha büyük güçlerin devrede olduğunu gösteriyor. Bu güçler, büyük bahar operasyonunun hazırlıklarını son ana kadar sürdüren ve son anda iptal etmek zorunda kalan kuvvetlerdir. Zaten JİTEM Genelkurmay’dan bağımsız bir örgütlenme değildir. Böyle operasyonlarda kullanılmak için kurulmuş, Jandarma Genel komutanlığına bağlı, Genelkurmay örgütlenme şemasında yeri olan bir örgüttü. Varlığının inkâr edilmesi çok doğaldır. Tıpkı Ergenkon gibi. (Ki Ergenekon, büyük ölçüde JİTEM değil midir?)
Olayların bu mecrada gelişimi, PKK’nin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ateşkes varsa yol kesme gibi eylemlere mahal yoktur. Öcalan, “Ateşkesi bozmak için bize 33 askeri öldürttüler” diyordu bir avukat görüşmesinde. Öyle ise, en azında olayla ilgili bilgileri çoktan kamuoyu ile paylaşılması gerekiyordu. Şimdi Iraklı Kürt liderlerin devreye girmesi ile bir barış süreci için umutlar yeniden yeşerdi. Bu sürecin bir provokasyona kurban gitmemesi için geçmişten dersler çıkarmak gerekir, diye düşünüyorum.(HK/EÜ)
* O olaydan sağ kurtulan erlerden biri de Nadire Mater'in Mehmet'in Kitabı'nda yaşadıklarını anlatmıştı.