Yoksulluk ve Açlık: Tek örnekle anlatabilirsek: Çok yeni bir BM raporuna göre, ülkeler arasında ve ülkeler içinde görülmemiş bir eşitsizlik baş göstermiş durumda: Yeryüzünün üretim hasılasının yüzde 80'i, zengin ülkelerde yaşayan 1 milyar insana giderken, geri kalan beşte bir, yoksul ülkelerde yaşayan 5 küsur milyar insan tarafından paylaşılıyor. ABD, Kanada ve İngiltere gibi zengin ülkeler bile bu eşitsizlik trendinden kaçabilmiş değiller. Dünya nüfusunun yüzde 43'ü, yani 2.8 milyar insan, günde 2 dolardan az bir gelirle "yaşıyor". Yoksulluk kalıcı bir sorun ve sadece sınaileşmiş ülkelerdeki zengin kesimin işine geliyor. (Inter Press, 26 Ağustos 2005)
İklim Değişimi: Yine tek örnekle: Çok yeni bir bilimsel raporun hazırlayıcısına göre: "kimse, bu yeni oluşan sistemin doğal davranacak etkenlerle yörüngesini tamamlayacak bir yol bulamadı... Korkunç boyutlara varmış bulunan buz kaybını önlemek üzere harekete geçebilecek -geçirilebilecek hiçbir doğal mekanizma öngörülemedi... Yine de, sıkı bir çalışmayla karbon emisyonu değerlerini en kısa zamanda ciddi oranlarda düşürmemiz büyük öneme sahip." Jonathan Overpeck, Amerika Jeofizik Birliği Kutup Sistemleri Bilim Komitesi Başkanı. (Sitnews.com, 24 Ağustos 2005 )
Hastalık, kadınlar, çocuklar ve eğitim: BM Milenyum Raporu'na göre, herkese eğitim, yoksulluk ve açlığı yarıya indirme, çocuk ölümlerinde üçte iki oranında azaltma; korkunç boyutlara gelmiş olan kadın -erkek eşitsizliğini büyük ölçüde azaltma, korkunç boyutlara gelmiş olan AIDS, tüberküloz, sıtma gibi hastalıkların daha fazla yayılmasını önleme ve bütün bunların 2015'e kadar, yani on yıl içinde gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bütün bunların yapılabilmesi içinse, zengin ülkelerin gayri safi milli gelirlerinin hiç olmazsa yüzde 0.7'sini yoksul ülkelere yardım olarak verme sözlerini tutmaları bekleniyor.
Görüldüğü gibi, çok basit üç-dört mesele ve çok basit birkaç çözüm önerisi, BM Zirvesi'nde dünya liderlerini bekliyor. ABD'nin, Senato'yu "by pass" ederek paraşütle karargâha indirilen BM temsilcisi, süper şahin John Bolton, "Bu yüksek düzeyli toplantıda güçlü bir mutabakat sağlamak en büyük umudumuz," demiş. Hemen arkasından da BM'nin 39 sayfalık "insanlığı ve dünyayı kurtarma planı"na (Binyıl Hedefleri) karşı 36 sayfalık bir "düzeltme planı" çıkarmış. Çok değil, sadece 750 değişiklik yapılmasını öngörüyor. Ama sayının yüksekliği bizi ürkütmesin; yalnızca şu birkaç konunun gündemden çıkarılmasını istiyor Bolton:
1) Aşırı yoksulluğun yarıya indirilmesi;
2) İklim değişimine karşı seferberliğe girişilmesi için eylem çağrısı yapılması;
3) AIDS salgınının durdurulması, herkese ilköğrenim olanağı sağlanması;
4) Zenginlerin kalkınma yardımlarının artırılması için yeni çağrı yapılması. Hepsi bu.
ABD Baş Delegesi'nin, plana ilave edilmesini istediği birkaç nokta ise şunlar oluyor:
1) BM İnsan Hakları Komisyonu'nun lağvedilip, onun yerine -ABD liderliğinde- bir İnsan Hakları Konseyi kurulması;
2) BM'de çok etraflı idari reformlar yapılması;
3) Terörle daha çok mücadele edilmesi... "Zaman dar," demiş Posbıyık Baş Delege. "[Mutabakattaki] başarı şansımızı artırmak için esnek olmamız lazım." (AP, 26 Ağustos 2005)
John Bolton, daha önce, BM hakkındaki görüşlerini çok sarih olarak ortaya koymuş ve:
"BM diye bir şey yoktur," demişti. "ABD liderlik eder, BM onu izler. Bizse, çıkarlarımıza uyarsa BM'yi izleriz, uymazsa izlemeyiz."
Amerikalı düşünür Chomsky'nin dediği gibi; "Oldukça dar bir elitin, aşırı ucundaki bir mutabakatın pozisyonu bu. BM'yi kuvvetle destekleyen ezici Amerikan çoğunluğunun karşı çıktığı bir mutabakat." (Noam Chomsky, " What We Know on The Universals Of Language And Rights ", Boston Review; 5 Temmuz, 2005)
Ayrıca, bütün araştırmalardan çıkan sonuçlar da, yalnız Amerikan halkının değil, dünya halklarının ezici çoğunluğunun da BM'yi ve temel reform planını desteklediği yönünde. Yani, huzurlarınızda alkışlarınızla, yeryüzünün en büyük "kişilik yarılması"nı takdimimizdir: ABD yönetimi bir yana, dünya bir yana!
Şimdi size minik bir kehanette bulunayım: Birleşmiş Milletler'in önümüzdeki 14 Eylül tarihinde başlayacak olan Büyük Eylül Zirvesi'nde ABD, BM'nin tarihinde görülmüş en büyük reform planını tümüyle yerle bir etmeden, onu resmen öldürmeden asla huzur bulmayacak...
Ama, dünyanın geri kalanı, ABD'ye bu huzuru verecek mi, vermeyecek mi? Günün can alıcı sorusu bu işte. Yeryüzü insanları, çok dar bir elitin kendilerine karşı giriştiği bu büyük tasalluta karşı duracak, kendini savunacak ahlaki cesareti gösterebilecek, insanlığın kurtulması yolundaki bu çok mütevazı planı kurtarabilecek mi? Bana sorarsanız, bir şans var! Bakınız, iklim yıkımına karşı o çok mütevazı Kyoto Protokolü'nü ABD'nin tasallutundan kurtarmayı başarmıştı mesela. Şimdi, bu yenisini de başarabilecek sağduyu ve iradenin ipuçlarını şimdiden görüyor gibiyiz: İnsanlar BM'yi de kurtarabilirler. Tek bir örnek vermek gerekirse, Venezüella'nın Chavez'ine bakınız... İtiraf etmek gerekir ki, durum hayli kritik! Ama, öte yandan, dünya insanları birlikte davranabilme gücünün küçük bir kırıntısını bile ne zaman gösterseler, iş "kolayca" dönüveriyor - ki dünya tarihi, bunun sayısız örneği ile dolu. Aslında, bana kalırsa, Posbıyık Bolton'un telaşı da biraz bundan. ABD hegemonyası üzerinde o tuhaf "mutabakat"ı sağlamak için "vaktin darlığından" yakınması, tam da bu sebeptenmiş gibi görünüyor... Sonucun nasıl "tecelli edeceğini" elbette bilemiyoruz. Ama, kehanet konusuna dönersek, sonuç ne olursa olsun, Büyük Zirve'de bakınız neler olacak: Bush, Genel Kurul'da zoraki alkışlar arasında kürsüye çıkacak. Açlığı-eşitsizliği-küresel ısınmayı-hastalıkları-kadınları-çocukları-yardımı-adaleti-ve evet-insani olan her şeyi yok sayan, bunları BM belgelerinden, hatta hafızalarımızdan sildirmek için büyük uğraş veren bu adam, konuşmasına -en ufak bir ironi olmaksızın- şöyle başlayacak:
"Biz, ABD olarak, bu büyük küresel zirveye, insanlığın önündeki bu zorlu meydan okumaya karşı uluslararası işbirliğini ilerletmek üzere yapıcı çalışmalarda bulunmak üzere geldik... ABD ve ben, bu sorunları ve önümüzdeki yüce hedefleri çok ciddiye almaktayız. Şunu gururla belirtmeliyim ki, başında bulunduğum ABD yönetimi, bu büyük meydan okuma karşısında dünyada liderlik rolünü oynamaya sonuna kadar kararlıdır ve bunu taahhüt etmektedir..."
İşin püf noktası da burada işte: Cam kürem burada bulanıklaşıveriyor, bundan sonrasını göstermiyor. Bush'un bir cam küre kadar saydam olan riyakâr konuşmasını olanca berraklığıyla şimdiden görüyorum da, buna verilen tepkiyi kestiremiyorum.
Ama, haddim olmayarak, benim de bir rüyam var. Şöyle: O görkemli Genel Kurul Salonu'nda olanca ciddiyetlerini ve kulaklıklarını takınmış dünya liderlerinin -hepsini bilemem ama- hatırı sayılır bir bölümü birden koltuklarından doğrulacak... Bu liderlerin mutlaka Venezüella gibi petrol ihracatçısı ülkelerden olması da şart değil hani. Mesela, Irak'ta işgalin kan ve ateşine dört nala koşulan o meşum 2003 günlerinde, BM Güvenlik Konseyi'nde büyük baskı altında kalmasına ve paraya da çok ihtiyacı olmasına rağmen ABD'nin Irak saldırısına evet oyu vermeyecek cesareti gösterip herkesi şaşırtan yoksul ve onurlu Ghana gibi ülkelerin temsilcileri birden ayağa fırlayacak!... Sanki, önceden anlaşmışlar gibi, âniden ötekiler de "ayaklanacak"! Bütün o delegeler, gözlemciler, izleyiciler, medya mensupları, adalet isteyen sıradan insanlar, hepsi birden "patlayıp" curcunaya katılacaklar... Ve, konuşmanın tam burasında bir kocaman yuh çekecekler!
Naralar, yodeller, zılgıtlar, bağırış çağırış birbirine karışacak... ve insanlar bu akıl almaz ikiyüzlülük anıtını tarihte ilk kez ıslıklayacak! İngiliz aktivist gazeteci Mark Lynas'ın, 2001'de Bonn'daki Kyoto Protokolü Konferansı'nı anlatırken (High Tide- News From a Warming World, Flamingo, 2004, s.285) söylediği gibi:
"bütün dünyanın kırılmış gururu ve öfkesi, Bush'un blöfünü görme konusunda herkesi tek vücut halinde birleştirmiş" olacak!...
Bakalım, rüya gerçek olacak mı? İşin hoş tarafı, fazla beklememiz de gerekmiyor. Şunun şurasında ne kaldı - iki hafta. Hayırdır inşallah! (ÖM/TK)