Zazacanın bir dönem saray dili olduğu, sarayda konuşulduğu yüksek zümreye ait iletişim dili olduğuna dair şeyler duyuyorum yıllardır. Bu iddiaların bugün genç/yaşlı birçok insanda yer edindiği gerçek, buna inanıp bununla övünenlerin sayısı da az buz değil.
Öyle ki basında, siyasi arenada ve hatta kimi tiyatro gösterilerinde konu oluyor. Bu iddialara dair ufak çaplı bir araştırma yaptığımda ise somut bir belge tarihsel anlamda ciddi geçerliliği olabilecek herhangi bir bulguya rastlamadım. Konuyla alakalı görece bilimsel demek mümkün olmasa da en derli toplu bilgi Partça dilinin Sasani döneminde sarayda konuşulan dil olduğu. Partça dili tarihe karıştıktan yüzyıllar sonra ortaya çıkan Zazaca adının bu dilin ardılı olduğu, dolayısıyla dilimiz Partçanın ardılı olduğu için basit bir matematikle bizim dilimizin de saray dili olduğu söyleniyor. Tabi ki buradaki matematik çok basit herhangi bir bilimsel geçerliliği olduğunu düşünmemekle beraber konunun tarihsel tarafını işin ilgililerine bırakalım. Beni rahatsız eden kısım Zazacanın tarihte belli bir mekanı somut bir şeyi ifade eden sarayın dili olması değil asıl sorun Zazacanın bugün tekrar saray dili oluşu.
Peki 21.yüzyılda dilimiz nasıl tekrar saray dili oluyor? Bu çok şaşırtıcı bir durum değil aslında. Saray sözcüğünün kökeni Farsça seray’dır. Saray sözcüğünün Batılı dillerdeki karşılığı olan ve Fransızca palas sözcüğü de günümüzde zaman zaman otel vb. büyük ve gösterişli yapıları tanımlamak için kullanılır.
Palas sözcüğünün kökeni de Roma’daki Palantino Tepesine dayanır. Roma imparatorları, ikametgâhlarını bu tepe üzerine inşa ederlerdi.**
Dolayısıyla saray dili olmak yüksek zümreye hitap etmek, ayrıcalıklı bir sınıfa özgü olmak demek. Halkın ulaşamadığı, halktan öte belli/kısıtlı seçkin bir grup için tasarlanmış korunaklı yapılar. Bugün Zazacanın kendine yeni yeni yer ettiği ve terk etmeye başladığı alanlara/mekanlara dikkatli bir şekilde bakarsak dilimizin tekrar saray dili olmaya başladığını fark edeceksiniz. Günümüzde sadece saray dili olmanın özünde çürümenin, yok olmanın nişanesi olduğunu söylemeye gerek bile yok.
Bugün Zazaca kendine konser sahneleri, sinema salonları, tiyatro merkezleri, üniversite kürsüleri gibi seçkin bir gruba özgü yerleri mesken tutmaya başlarken şehrin ara sokaklarından, ücra dağ köylerinden çarşıdan pazardan, düğünden taziyeden, çocukların oyunlarından yetişkinlerin sohbet meclislerinden ve benzeri doğrudan halkın günlük hayatından sessiz sedasız çekildiğini söylemek yanlış olmaz.
Neredeyse her hafta Avrupa’da, İstanbul’da, Dersim veya Bingöl’de Zazaca bir etkinlik izlemek, konser bulmak mümkün. Berlin’in, Paris’in İstanbul’un en büyük sahnelerinde Zazaca müziğin sesini duymak şaşırtıcı bir durum değil. Ama konser biter bitmez sanatçı daha sahneden indiği an Zazaca seyirciler arasında iletişim olmak gibi temel misyonunu yerine getirebiliyor mu? Tartışılır. Anadilimizde tiyatro gösterileri Bingöl ve Dersim gibi kentlerde kurumsallaşmışken Diyarbakır, İstanbul ve Avrupa’da da çok ustaca işler göze çarpıyor.
Zazaca çekilen kısa ve uzun metrajlı filmler Türkiye ve Avrupa’da birçok ödül alıp dijital platformlarda kendine yer buluyor. Birçok üniversite bünyesinde Zazaca makaleler yayımlanırken bu yıl Zaza dili ve edebiyatı bölümleri kontenjanları tamamıyla doldu. Farklı siyasi partilerin seçim afişlerinde dilimiz kullanılıyor, meclis kürsüsünde bile dillendiriliyor.
Bunların yanında daha kısıtlı bir kitle ve daha küçük bir ekonomik hacimle varlığını sürdüren ve her geçen gün ayağını yere daha sağlam basan Zazaca edebiyat dünyasında da çok başarılı eserler yayınlanmaya devam ediyor. Bunlar elbette çok sevindirici gelişmeler. Sevindirici olmaktan öte çok önemli alanlar özellikle yazın dünyası olmak üzere bu tarz entelektüel çalışmalar kültür yapbozumuzun en önemli parçası. Sorun şu ki yapbozun diğer parçaları ortada yok. Dolayısıyla en güzel parça tek başına bütüncül bir görüntü veremiyor.
Zazaca kendine yarattığı modern saraylarda yer yer muazzam bir konsere renk verirken konserden sonra dağılan Zazalarla beraber evlerinin kapısında içeri giremiyor. Bingöl’de kurumsal tiyatro gruplarının mutfağında yer alırken kent meydanında kendisi için boş bir kahve taburesi bile bulamıyor.
Hamburg’da tiyatro festivalinde ayakta alkışlanacak kadar kudreti dilimizin nefesi, Dersim’in bir dağ köyündeki yer sofrasına yetişecek kadar kuvvetli değil. On binlerce kelime haznesine sahip Zazaca sözlükler yayımlanırken bin tane Zazaca kelime bilen on bin tane çocuk bulmak gitgide zorlaşıyor.
Dilimizde yayınlanan bazı Zazaca eserlerin dinlenme sayısı kadar dilimizi konuşan kaldı mı net bir cevap vermek zor. İşin özeti dilimiz tiyatro dili artık, sinema dili, akademi dili, yer yer siyaset dili ama halkın dili değil konser alanlarına televizyon kanallarına, radyo programlarına ev sahipliği yapıyor ama evimizde ona yer yok. Sanatçılara, akademisyenlere, sinemacılara, gazetecilere bir grup aristokratın kendine ait saraylarında kullandığı bir dile dönüşüyor. Tarihte hiç saray dili oldu mu bilmiyorum ama 21. yy'da saray dili olmaya aday.
Peki ne oldu da binlerce yıldır hayatımızı inşa eden anadilimiz son yıllarda evimizin kapısını çalmaya utanır oldu? Zazaca hangi ara dağdan, bayırdan, sokaktan, çarşıdan pazardan çekildi de farkına bile varmadık? Gidişi o kadar ani ve sert oldu ki yarattığı şok etkisi ile halkımızı travmatize etti çünkü düne kadar günlük hayatımızın kendisi olan dili bir anda Unesco’nun ölüm riski altında diller listesinde kaçıncı sırada olduğunu takip ederken bulduk.
Aslında dilin ne olduğuna ve nasıl öğrenildiğine/aktarıldığına bakarsak nerede yanlış olduğunu ve bu aktarımın neden kesildiğini anlarız. Çünkü Zazacanın günümüze gelişi arkasında binlerce yıllık tarihi ve emeği barındırırken bizi terk edişine götüren süreç uzun dönemli bir tarihe sahip değil bilakis bıçak yarası gibi. Dolayısıyla ümitsizliğe kapılmaya gerek yok çünkü ani gelişen şeylerin telafisi de zor olmaz.
Yani dilimizin tekrardan bize hayat vermesi için tarihteki ilk gelişimi gibi binlerce yıl beklememiz gerekmeyecek. Konuyu daha iyi ifade edebilmek için Dil'in ne’liğine bakmak lazım. Bu konuda eğitsel/sosyolojik/politik çeşitli tanımlamalar var. Bu tanımların muhtevası birbirine benzer, birbirini kapsayan noktada çoğu zaman. Bu tanımlamayı kapsamlı bir şekilde açmak başka bir yazının konusu olsa da özetle ‘Dil, insanın düşünce dünyasını kavramsallaştırarak somut bir forma dönüştüren iletişim aracıdır’ diyebiliriz.
Haliyle modern dünyada ve modernize edilen toplumlarda dil okulda öğrenilir. Okulda belli bir program dahilinde profesyonel eğitimci kadrosuyla 12 yıl boyunca akademik diyebileceğimiz bir dil öğretilir. Çocuk evde 3-5 yılda öğrendiği dili okulda görmezse eğer üç yılda kavramsallaşan dil 12 yıllık dilin karşısında erir gider.
Haliyle modern dünyada bir dilin yaşaması anne babanın çabalarıyla değil eğitim-öğretim programlarının desteklemesiyle olur. Binlerce yıldır bize aktarılan dili beraberinde taşıdığı kültürü toplumsal hafızayı 20-30 yılda görece yitirmiş olsak da, anadilde eğitim süreci daha doğru yapılandırılırsa geri dönüşü 20-30 yıldan çok daha kısa sürecektir, yas tutup ağlamak yerine çözüme odaklanmamız gerekiyor.
(TB/RT)