1923’ten 2023’e uzanan yüz yılın öznesi yetişkinler olsa da, inşa süreci çocuklar üzerinden kurgulandı. O zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk gününden bugüne kadar çocukluk algısını oluşturan köşe taşlarına birlikte göz atalım.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletleşme sürecini inşa ederken buna uygun vatandaşlık inşasını - tüm ulus-devletleşme süreçlerinde olduğu gibi- çocuklar üzerinden kurgulayacaktı. Yeni cumhuriyetin yeni vatandaş prototipini dönemin çocukları oluşturacaktı. Bunun için çocukluk meselesi iyi kurgulanmalıydı.
Bu kurguya uygun olarak milli eğitim müfredatı, ders kitapları, çocuklar için kaleme alınan edebi metinler, popüler yayınlar, çocuk yetiştirme üzerine rehberler hazırlandı.
1923 -1938 arası dönemde ilk eğitim programının ilkelerini; bilimsellik, karma eğitim, laikleştirmenin yanı sıra millileştirme, modernleştirme, birlik ve disiplin ilkeleri oluşturuyordu.
Yani yeni kurulan Milli Eğitim, feodaliteden ulus-devlete geçerken, yüzü batıya dönük modern ama millileştirilmiş tekçi toplum kurgusunun yönetmen koltuğunda oturuyordu.
Ulusal bir içerik kazandırılan tarih ve coğrafya gibi dersler, özel bir önem verilen beden eğitimi ve marş söyleme gibi pratikler, ulusdevletin kendini çocuklar nezdinde yeniden üretmesinin araçlarına dönüştürüldü.[1] Milli simgelerle (milli marş, bayrak, milli bayram, ulusal önder ve kahramanlar, ulusal mitoloji ve törenler vb.) amaçlanan ulusal dayanışma, sadakat ve aidiyet, milli bilinç ve kimliği kolektifleştirme, bazı ögelere (toplumsal düzen, yasalar, kutsal nesne ve simgelere, geçmişe) saygı göstermek, milli ideolojinin meşruiyetini güçlendirip yeniden üretmek, milli duyguları güçlü kılmak amaçlanıyordu.[2]
Bütün bu nedenlerle, çiçeği burnunda cumhuriyetin ilk milli bayramının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olması hiç de şaşırtıcı değildi.
***
1924 yılında yeni cumhuriyetin eğitim alanında millilik, laiklik, modernlik esaslarına uygun olarak hedeflenen reform çerçevesinde Tevhid-i Tedrisat olarak bilinen Öğretim Birliği Yasası çıkartıldı. Eğitiminin örgün eğitim kurumlarında devletin gözetim ve denetimi altında verilmesi ilkesine dayanan kanun gereği medreseler kapatıldı. 1928 yılında laiklik ilkesinin anayasaya konmasını takiben, örgün öğretim kurumlarında Din Bilgisi, ders programlarından çıkarıldı ve din eğitimi veren bütün eğitim kurumları kapatıldı.[3]
Ulus devletleşme sürecinin temel taşı olan çocukluk ve çocuk eğitiminin olmazsa olmazlarından biri de çocuk kitaplarıydı. Cumhuriyet değerlerine sahip çıkacak yeni nesli yetiştirmek için çocuk kitaplarında; vatan millet sevgisi, Türklük bilinci, milli ve manevi değerler öne çıkartılmaya başlandı. Çocuk Sesi (1928), Ateş (1936), Yavrutürk (1936), Cumhuriyet Çocuğu (1938) gibi çok sayıda çocuk gazete ve dergisi çıkartıldı.
1933 yılında, Hâkimiyet-i Milliye gazetesi baş sayfasında “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun...” diye ilerleyen "Türk Çocuğu Yasası" haber oldu. Aynı yıl, Talim Terbiye Kurulu’nun genelgesiyle "Öğrenci Andı" olarak okullarda her gün okunması zorunlu kılındı.
Milliyetçilik, militarizm ve Türkçülük ekseninde kurgulanan Cumhuriyetin yeni yurttaşlarının yetiştirilme sürecine, toplumsal cinsiyet rolleri de eşlik etti. Karma eğitimin yanı sıra, 1927 yılında kız çocuklarının bilgi ve becerisini geliştirmeyi amaçlayan kız enstitüleri açıldı.
“Bu dönemde teknik öğretim sorunu iki boyutlu olarak ele alınır:
1.Yüksek dereceli ve tamamlayıcı sanat ve ticaret okullarıyla yeni iktisadi hayatın dayanağı olan sanayi ve ticaret sahasına insan yetiştirmek.
2. Türk ailesini bugünkü hayata uyabilecek şekilde yenileştirmek üzere kız eğitimini düzenlemek ve bugün hayatını tek başına kazanmak zorunda kalan kadına iş hayatına atılmasını sağlayacak bir meslek kazandırmak.”[4]
Tüm ulus-devletleşme süreçlerinde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluş ideolojisi tekçi devlet inşası üzerinden ilerlerken, buna uygun olmayan kimliklerin de bertaraf etmesi hedefleniyordu.
“Dili Türkçe, ırkı Türk ve dini İslam olarak belirlenen burjuva kapitalist devlet inşasının önündeki tüm engeller temizlenmeliydi. Tek dil, tek din ve tek millete dayalı bir ulus devlet inşasına karşı çıkanlar sistemli biçimde kesilip atılmalıydı. Ermenilere, Rumlara, Süryanilere, Kürtlere ve diğer etnik kimliklere, ‘Türk olacaksınız ya da kesip atacağız,’ diyen bir devlet anlayışının egemen olduğu bir yerde katliam yapmak için kimsenin isyan etmesine gerek yoktu. Aynı şekilde devletin dini Sünni-İslam olarak belirlenmişti, Sünni-İslam olmayanların akıbetini kestirmek zor olmasa gerek.”[5]
Siyasal, etnik ve inanç kimliği açısından resmi ideolojiyle uyumlu olmayan Dersim de ‘katli vacip’ olanlar arasında yer alıyordu. 4 Mayıs 1937 'de Dersim’e düzenlenen, modern Türk kadınının simgesi olarak kabul edilen Sabiha Gökçen’in özel olarak görevlendirildiği harekâtla, çok sayıda Kürt Alevi katledildi.
Katliam sonrasında; grup içinde doğumları engellemek için aileler parçalanarak eşleri farklı bölgelere sürgüne gönderildi. Dersim'de, özellikle kız çocukları bir politika dâhilinde ailelerinden alınarak bir kısmı yatılı okullara götürüldü, diğer bir kısmı da rütbeli askerlere ve bürokratlara verildi. Dersimlilerin bazı bölgelerde "tertele cenequ" (kızlar kırımı) dediği ve kızların askerler tarafından köylerden zorla toplanarak Elazığ Kız Enstitüsü'ne götürülmeleri,1950'li yıllara kadar devam etti.[6]
Yani, modern Türk çocukları yetiştirirken kız çocuklarını güçlendirmeyi hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti, bu profile uymayan yüzlerce kız çocuğunu ailelerinden, köklerinden kopartarak yıllarca sürecek bir travmaya, yakın zamanda çözülen bir suskunluğa mahkûm etti.
***
Cumhuriyetin, ideal Türk çocuğu kurgusuna dayanan çocukluk algısında önemli bir aşama da köy çocuklarının ‘doğululuktan kurtarılarak medenileştirilmesi’ydi. Köy çocuklarına biçilen rol ise giyim kuşamı, oturup kalkmasını, görgü kurallarını öğrenip ‘modernleşerek’ köylerini de aydınlatmalarıydı. Bu nedenle 1940 yılında Köy Enstitüleri kuruldu.
Köy Enstitüleri, köy çocuklarının donanımlı hale getirilerek geri döndükleri köylere öğretmen olmaları hedefine dayanıyordu. Şehirlerin uzağında, köylere yakın tarım için elverişli arazilerde kurulan enstitülerde eğitim; ziraat, hayvancılık da dâhil köy hayatında kullanabilecek her türlü bilginin öğrencilere hem teorik hem de uygulamalı olarak öğretilmesine dayanıyordu.
“Din Bilgisi” dersleri seçmeli ders olarak 1948 yılından itibaren yeniden müfredatta alındı.1949 yılında çocuğun ve haklarının korunmasıyla ilgili ilk özel kanun olan 5387 No’lu Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkında Kanun çıkartıldı.
1960’ların dünyasında çocukların eğitimi bir yandan da yeni şekillenmeye başlayan ‘milli burjuvazi’ için kalifiye eleman yetiştiren bir yatırım aracı olmalıydı.
Demokrat Parti döneminde eğitimle “milli kimlik” aşılama operasyonuna “manevi değerler” eklendi. Böylece tek parti dönemindeki seküler milliyetçiliğin mukaddesatçı öğelerle dengelenme adımı atılmış oldu. Türkiye’de siyasal billurlaşmanın yaşandığı, sağın ve solun müstakil aktörlerce temsil edilmeye başladığı 1960’lı ve 1970’li yıllarda ise “milli bilinç” konusu sağ hükümetlerin eğitim politikalarının merkezine yerleşti. Adalet Partisi başta olmak üzere sağ iktidarlar, eğitim sistemini milliyetçi ve mukaddesatçı değerlere uygun olarak yeniden örmenin solun yükselişine karşı orta ve uzun vadede önemli bir “cephe” olacağını varsaydılar. 1970’lerin ikinci yarısında kurulan Milliyetçi Cephe hükümetleri, içerisinde merkez sağı, etnisist milliyetçiliği ve siyasal İslam’ı barındırıyordu ve Türk sağının eğitim anlayışının net bir örneğiydi. Tarihle övünme, devlete karşı sorumlulukları ve görevleri bilme gibi başlıklar, devletin bekasının ve kalkınmanın olmazsa olmazı haline getirilmişti. [7]
1960-1980 yılları arasında sınıfsal mücadelenin yükselişe geçmesi ve toplumsal dönüşüm arayışları, alternatif çocukluk kurgusunu da besledi. Buna paralel olarak çocuklar için alternatif yayınlar da çıkmaya başlandı. Muzaffer İzgü, Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz, Gülten Akın, Hasan Âli Yücel gibi önemli isimler çocuklar için toplumcu gerçekçi kitaplar yazmaya başladılar. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi yazarların metinleri çocuklar için basıldı. Samet Behrengi kitapları, Brecht’in çocuklar için yazdığı şiirler gibi çeviriler çocuk kitapları arasında yer bulmaya başladı.
1972 yılında ‘Öğrenci Andı’na, “Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene” bölümü eklendi. 1974 yılında, seçmeli devam eden “Din Dersleri”nin yanına, zorunlu “Ahlâk” dersleri müfredata alındı.
***
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra yeni toplumsal inşa süreci tüm hızıyla başladı. Bu dönemin farkı, kurgunun bu kez Türk milliyetçiliği üzerine değil Atatürk milliyetçiliği üzerine inşa edilmesiydi.
1982 Anayasası ile din öğretimi ilk kez anayasal güvence altına alındı. Din eğitiminin devletin kontrolünde gerçekleşmesi için Anayasası’nın 24. Maddesi’yle Müslüman Sünni inancını esas alan din eğitimi ve öğretimi zorunlu hale getirildi.[8] Din dersi Ahlâk dersiyle birleştirilerek, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adını aldı.
1989 yılında BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1990 yılında imzaladı. 1994 yılında TBMM gündemine gelen sözleşme, çok uzun tartışmalardan sonra 17’nci, 29’uncu ve 30’uncu maddelere konulan çekincelerle kabul edildi, sözleşme maddeleri Anayasaya göre iç hukuk normu haline geldi. Türkiye’nin çekince koyduğu maddeler; azınlık çocuklarının dil, eğitim ve kültürel haklarını güvence altına alıyordu.
90’lı yıllarda devletin Kürtlere yönelik uyguladığı savaş politikaları sonucunda çok sayıda çocuk yaşamını yitirdi, çoğu kamu görevlisi olan failler ya hiç yargılanmadı ya da göstermelik yargılamalar sonucunda cezasız bırakıldı.
1999 yılında BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla 21 Şubat, Uluslararası Anadili Günü olarak kabul edildi. Bir yandan çocuklarının dil, eğitim ve kültürel haklarını tanımayan Türkiye Cumhuriyeti, diğer yandan Türki Cumhuriyetlerle Anadili Günü etkinlikleri yapmayı ihmal etmedi.
‘Postmodern darbe’ olarak tanımlanan 28 Şubat 1997 sonrasında, eğitimde yeni bir restorasyonla yapısal değişiklikler yapıldı, zorunlu eğitim 8 yıla çıkartılarak imam hatip okullarının orta kısımları kapatıldı.
Nisan 2011’de Suriye’de başlayan iç savaşla birlikte göç hareketleri başladı ve Türkiye’ye sığınanlar arasında çocuklar çoğunluktaydı.
80 yıl boyunca her sabah bütün okullarda derse başlamadan önce askeri disiplinle okutulan Öğrenci Andı uygulamasına 2013 yılındaki çözüm süreciyle birlikte son verildi.
2012 yılında, 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması olan 4+4+4 uygulamasına geçilmesiyle birlikte, zorunlu din derslerinin yanında, din eğitimi ile ilgili yeni seçmeli dersler de müfredata dâhil edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yeniden Açılışının 70. Yılında İmam Hatip Okulları ve Türkiye'de Din Eğitimi Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada, yeni dönemin inşa sürecini aklıyordu: “Önce 2011 yılında katsayı uygulamasını kaldırarak bir sene sonra da, 4+4+4 sistemi ile ortaokul kısımlarını açarak imam hatiplerin bu fetret devrini hamdolsun biz sonlandırdık.”[9]
Din kitaplarına farklı inançların da eklendiği 12 yıllık temel eğitim sisteminin 9 yılında okutulan ve toplam 1086 sayfadan oluşan ders kitaplarında Alevilik ve Bektaşilik toplam 16 sayfa yer buldu ve Alevilik, Milli Eğitim müfredatında Sünni yorum üzerinden anlatıldı.
Zorunlu din derslerinin yanı sıra çok sayıda seçmeli din dersi de eklendi: Temel Dini Bilgiler, Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Arapça.
Gelinen aşamada, Üniversitelerin Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümü mezunları atama beklerken, ÇEDES olarak bilinen “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” protokolü kapsamında okullara “manevi danışman” adı altında din görevlileri atanmasıyla süreç devam ediyor.
***
Bütün bunları takiben; 2015’te yaşanan yoğun çatışma ve şiddet dönemi, 2020 Pandemisi, küresel iklim krizi, afetler, gıda güvenliği, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi, devam eden savaş göçü, depremler, paranın giderek değer kaybetmesi, ekonomik kriz, derin yoksulluk, çocuklara karşı işlenen suçlarda cezasızlık politikası gibi pek çok etken çocukları derinden etkilemeye devam ediyor.
Kemalizm’in seküler çocukluk algısı ile siyasal İslamın dini referanslara dayanan çocukluk algısı taban tabana zıt görünse de temelde ikisi de ortak bir zeminden hareket ediyor:
Milliyetçi önyargıların beslendiği, militarist değerlerin yüceltildiği, çoğulculuğu kendi hegemonyasının kabulü üzerinden tarif eden, itaat-biat isteyen, ayrımcı, ötekileştirmeyle kendisini var eden tekçi bir devlet yapısı ve bunu güvence altına alacak olan nesiller yetiştirme ülküsü.
Elbette bütün bunların karşısında; çocuklar için başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananların mücadelesi de sürüyor. Herkes farklı bir ‘yüz’e bakarken, çocuk hakkı savunucuları ısrarla yüzünü çocuklara dönmeye devam ediyor. (SK/AÖ)
KAYNAKÇA
Berke, Elif. Tamer Torun, Aytül Toplumsal Cinsiyetin İnşası Bağlamında Yavrutürk Çocuk Gazetesi (1936-1940) Örneği Torun 9. Ulusal Sosyoloji Kongresi Yayınları
Berktay, Fatmagül (1998). 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yay.
Bumin, Kürşat (1983). Batı'da Devlet ve Çocuk, İstanbul: Alan yay.
Connell, R.W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. (Çev. C. Soydemir). (3. Baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Gök, Fatma, (1999). "75 Yılda İnsan Yetiştirme, Eğitim ve Devlet", 75 Yılda Eğitim, İstanbul:Türkiye İş Bankası Kültür Yay.
Gündoğan, Nezahat-Gündoğan, Kazım, (2012).Dersim'in Kayıp Kızları “Tertelê Çêneku”, İstanbul:İletişim Yay.Hesapçıoğlu, Muhsin, Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Eğitim Politikası ve Felsefesi, dergipark.org.tr, erişim tarihi: Ekim 2023
İnal, Kemal, “Paternalist Politikanın İdeal Türk Çocuğu”, dergipark.org.tr, erişim tarihi: Ekim 2023.
Kap, Derya, (2014). Türkiye’de Zorunlu Din Dersi Uygulaması, akademia.edu, erişim tarihi: Ekim 2023.
Sancar, Mithat, (2002). “Kendi Olmayı Yasaklamak: Anadil ve Dilekçe”, Birikim Dergisi, Sayı 155.
Soydan, Erdemir A. (2002). “Kadın Kimliğinin Oluşması Çerçevesinde Mesleki Teknik Eğitim (Cumhuriyet İdeolojisinin Kuruluş Sürecinde Kız Enstitüleri 1923-1940)”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, cilt.1.
Özkan, Güven, Gürkan, (2019). Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay.
Özkan, Güven, Gürkan, (2014). Türkiye’de Çocukluğun Dönüşümü: Cumhuriyetin Küçük Yurttaşı’ndan Dindar Müteşebbislere, ayrintidergi.com.tr, erişim tarihi: Ekim 2023
[1] Bumin, Kürşat, (2013) Batı'da Devlet ve Çocuk, Çizgi Yay, İstanbul, S.79.
[2] Kemal İNAL. “Paternalist Politikanın İdeal Türk Çocuğu”, dergipark.org.tr, s. 198-199, erişim tarihi: Ekim 2023.
[3] Kap, Derya, (2014). Türkiye’de Zorunlu Din Dersi Uygulaması, Akademik Perspektif, akademia.edu, s. 58, erişim tarihi: Ekim 2023.
[4] Soydan, Erdemir A. (2002). “Kadın Kimliğinin Oluşması Çerçevesinde Mesleki Teknik Eğitim (Cumhuriyet İdeolojisinin Kuruluş Sürecinde Kız Enstitüleri 1923-1940)”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, cilt.1, sa.1, ss.269-287.
[5] Gündoğan, Nezahat-Gündoğan, Kazım, (2012).Dersim'in Kayıp Kızları “Tertelê Çêneku”, İstanbul:İletişim Yay., s.15.
[6] Gündoğan, Nezahat-Gündoğan, Kazım, a.g.e., s.17-18.
[7] Özkan, Güven, Gürkan, (2014). Türkiye’de Çocukluğun Dönüşümü: Cumhuriyetin Küçük Yurttaşı’ndan Dindar Müteşebbislere, ayrintidergi.com.tr, erişim tarihi: Ekim 2023
[8] Kap, Derya, a.g.y.
[9] Yeniden Açılışının 70. Yılında İmam Hatip Okulları ve Türkiye'de Din Eğitimi Sempozyumu’nda Yaptıkları Konuşma, tccb.gov.tr, erişim tarihi: Ekim 2023.