Varşova Gettosu. Açlık, dayak, ölüm korkusu ve ölüm. Asimile olmuş yahut kimliğini korumuş 400 bin Yahudinin biraraya tıkıldığı üç buçuk kilometrekarelik bir alan. Yaşamak denirse adına bir yaşam hüküm sürmektedir gettoda. İş olanağı sınırlıdır, rüşvet verecek paran, yüksek makamlarda tanıdığın tüm varlığın satılıktır, çarşaflar, yazlık elbiseler, şamdanlar…
Değil mi ki her şey bir parça ekmek için, o halde gettodaki atölyelerde Almanlara çalışmak da mubah. Tüm gıda ürünleri karta bağlı, gıda ise besleyicilikten yoksun hayatta kalmayı sağlayacak türdedir.
Açlık tak etmiştir artık canlara, kanalizasyon kanallarından taşınan, duvarlardan aşırtılan, hatta bir dönem gettonun içine kadar çalışan tramvaylardan atılan çuvallarla yapılan kaçakçılık bir nebze dindirmiş midir açlığı bilinmez. Okullar kapalıdır, ancak ebeveynlerini yitirmiş çocukların sokağa düşmemesi için oluşturulan yeraltı okulları tüm güçlüklere rağmen sürdürmektedir eğitimi.
Getto yaşamının katmerli mağduru ise artistlerdir, hiçbir suretle eserlerini sergilemelerine, sahneye çıkmalarına izin verilmeyen artistler. Kültürel hayat ise evlerde gizliden gizliye tertiplenen dans etkinlikleri, şiir etkinlikleri ile devam eder.
Çoğunluğunu genç erkek avukatların oluşturduğu, gettonun temizlik ve nizamından sorumlu Yahudi Asayiş Birimi de kurulmakta gecikmez. Başlangıçta getto sakinlerince sıcak karşılanan, ücretsiz, gönüllülük esasına dayalı olarak faaliyet gösteren yapılanmanın yolsuzluğa bulaşması çok zaman almaz. Sokak ortasında insanları yakalayıp Gestapo’ya teslim etmeleriyle başlar halkın nefreti.
Sonun başlangıcı
22 Temmuz 1942. Herkes en çok 15 kilogramlık eşyası ve üç gün yetecek yemeğiyle hazır olmalı. Getto boşaltılacak. Nereye mi? Çalışma(!) kamplarına. ‘Burada açlıktan ölmektense çalışır, yemeğimi kazanırım’ düşüncesi hakimdir artık onbinlerde.
Adam Czerniaków. Varşova Gettosu Yahudi Konseyi Başkanı. Fakir bir aileden gelse de yüksek öğrenimi sonrasında edindiği mevkiiyle dikkat çeken Czerniaków, sorumluluk duygusuyla halkın yararına olan her fırsatı değerlendirir. Bu sebeple sık sık Almanlar tarafından dövülse de Yahudilerin “Madem ki o makamda oturuyor mutlaka Almanlarla işbirliği yapıyordur, iyi de besliyorlardır onu” eleştirilerinden de bolca nasibini alır. İşte aynı Czerniaków’dur çocukların da çalışma kamplarına götürülmesi kararının altına imza atmayarak tahliye operasyonunun ikinci gününde intihar eden.
Yüzlerce kimsesiz küçücük çocuğun ne üç günlük tren yolculuğuna ne de kamplarda çalışmaya dayanamayacaklarını, kendine kalan tek çıkış yolunun intihar olduğunu yazsa da Czerniaków karısına bıraktığı mektubunda, çalışma kamplarının aslında gaz odaları olduğunu bilip bilmediği sorusunun cevabı ise halen bir muammadır.
Yeraltı örgütleri ise yaptıkları toplantılarda tahliyenin ne anlama geldiğini, nasıl bir yol haritası izlemeleri gerektiğini tartışadurur. Bir grup gettoda kalıp direnmeyi savunurken, diğeri savaşacak güce sahip olmadıklarını, insana canı Tanrı’nın verdiğini ve onun aldığını, kaderlerine razı olmaları gerektiğini savunur. İki ay süren nakliye işlemine 21 Eylül’de son verilir, 30 bin kadar Yahudi kalmıştır psikolojilerin altüst olduğu, tüm ahlaki değerlerin yıkıldığı gettoda.
Dokuz ay yeraltında
Varşova Gettosu Ayaklanması |
2. Dünya Savaşı sırasında Hitler ele geçirdiği topraklarda Yahudi’leri toplama kamplarına göndermeden önce onları yaşadıkları kentlerde tecrit edildikleri gettolar oluşturma emri vermişti. Varşova Gettosu, eski bir Yahudi mahallesini içine alan 3,5 kilometrekarelik bir alandı. 1940 Kasımın kurulan Varşova Gettosu Nazi döneminde kurulan en büyük gettoydu. 400 bini aşkın insanın yaşadığı gettodan 22 Temmuz 1942'den sonra her gün 5 bini aşkın Yahudi Treblinka'daki imha kampına gönderilmeye başladı. Treblinka'dan kaçmayı başarabilen birkaç Yahudi sayesinde, gettodan nakledilenlerin gerçekte doğrudan gaz odalarına gönderildiği Varşova Gettosu'ndaki yeraltı örgütünce öğrenildi. 18 Ocak 1943'te bir gemiyi dolduracak sayıda Yahudi'yi almak üzere gettoya giren Naziler gizli Yahudi Muharebe Örgütü'nün (Żydowska Organizacja Bojowa -ŻOB) beklenmedik silahlı direnişiyle karşılaştı. Sokak çarpışmaları dört gün sürdü ve yaklaşık 50 Alman ile çok sayıda Yahudi öldü. Bu çarpışmalar sırasında da ZOB bazı Alman silahlarını ele geçirmeyi başardı. Almanlar geri çekildiler ve 19 Nisan'a değin nakil işlemini durdurdular. SS şefi Heinrich Himmler 20 Nisan'da Hitler'in doğum günü onuruna gettoyu zorla temizlemek için özel bir harekat başlattı. ŻOB’un yanı sıra ayaklanmada Yahudi Askerî Birliği (Żydowski Związek Wojskowy ŻZW) ve Yurt Ordusu (Armia Krajowa -AK) ve Halk Ordusu (Gwardia (Armia) Ludowa –GL) gibi Polonyalı silahlı örgütleri yer aldı. Almanlar 8 Mayıs'a değin ZOB'un yeraltı karargahına ulaşmayı başaramadı. Bu arada yeraltı sığınaklarında saklanan siviller teslim oldu. Tek yanlı savaş Yahudilerin cephanesinin tükendiği 16 Mayıs'a değin sürdü. Ayaklanmada ölenlerin toplam sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, 28 günlük direniş sırasında Almanların verdiği birkaç yüz ölüye karşılık 56 bin dolayında Yahudi'nin öldürüldüğü ya da imha kamplarına gönderildi. |
İşte o günlerde saatler süren yürüyüşle, insanın doğrulmasına dahi izin vermeyen yapısı, yer yer 70 cm bulan yüksekliği, her dakika birinin bayılarak yolu bloke ettiği, bazılarının dayanamayıp suyunu içtiği, Almanların ise buldukları her delikten zehirli gazlar attığı kanalizasyon kanallarından sağ salim çıkmayı başaran bir küçük kız çocuğudur Krystyna Budnicka.
Varşova Gettosu Ayaklanması’nın 71. yıldönümü dolayısıyla katıldığı etkinlikte şu sözlerle anlatıyor o günleri Krystyna Budnicka: “Savaş başladığında 7 yaşımdaydım. Gettoda çok kötü günler yaşadığımı söyleyemeyeceğim, mesela hiç açlık çektiğimi hatırlamıyorum, herhalde 8 kardeşin en küçüğü olduğumdan herkes üzerime titriyordu.
"Savaş öncesi zengin bir aile değildik, babam kendi halinde bir marangozdu, gettoda olayların günden güne kötü gitmeye başladığı günlerde babam abimlerle birlikte bir sığınak inşa etti ve ben 9 ay boyunca o sığınakta yaşadım.
“Küçük olduğum için dışarı çıkarmıyorlardı, ayaklanmaya katılan ağabeylerim dışarı gidip geliyorlardı, onlardan duyuyordum tüm olan bitenleri. Buradaki günlük yaşamımız en asgari düzeydeydi, sığınağımız çok dar ve alçaktı, yeterince beslenemediğimizden enerji kaybetmemek için neredeyse hareket bile etmiyorduk.
"Aylar boyunca yıkanmadık, çamaşırlarımız, nevresimlerimiz değişmedi ve bir gün kanallar aracılığıyla gettodan çıkmaya karar verdik. Bugüne kadar kanallara dair anlatılan ne varsa hepsini yaşadım, 13 yaşındaki ağabeyim kanalda boğuldu, annem, babam, ablam, hiçbiri kanaldan çıkamadı.”
Ömür boyu acı veren o an
Ailesinin ölümü karşısındaki tepkisini ise bir kutsanmışlık ve bir psikolojik direnç olarak açıklıyor Budnicka.
“Hiç olmazsa onlar birlikte ve güzel yerdeler, ancak sen bir sonraki an ile sırada seni bekleyen tehlikelerle baş etmek zorundasın, dedim kendi kendime.
“Kaç zamandır takvimsiz yaşıyorduk, aylardan neydi, haftanın hangi gününde yitirdim ailemi, bilmiyorum. Savaşa, gettoya ilişkin en kötü hatıram ailemi bırakıp gittiğim o andı.
"Onları kanalda bırakıp yürüdüm, bilmiyordum ki bir daha görüşemeyeceğimizi. 25 yaşındaki ablam annem ve babamla kaldı, annemlerle kalmak istiyorum dedi ve kaldı. Annem bana şöyle sesleniyordu: ‘Git, yürü kızım, yukarıda bizi bekliyorlar.’ Bu an, yıllar boyu çok acı vermiştir bana. Nasıl bıraktım onları? Niye bıraktım? Ablam niçin bırakmadı? Bilmiyorum. Belki bir tercihti ancak halen de acısını yaşıyorum.”
At arabasında bir çuvaldır Krystyna
Abisinin eşiyle çıkar kanaldan küçük Krystyna. Aylar sonra yeryüzüne çıkmış iki iskelettir onlar. Hava karanlıktır, sokağa çıkma yasağı başlamış, her taraf polis ve asker kaynamaktadır. Yahudi Komitesi’ne mensup bir kaç kişi alır kanalın ağzından bu iskeletleri.
“Yengemle beraber toplam dört kişiydik kanaldan çıkan. Her birimizi çuvallara koyup paket yaptılar, sonra o çuvalları at arabasına yüklediler. Mokotowska Sokak 1 numaraya getirdiler bizleri. Kaçak-göçek yaşamımız bundan sonra da devam etti elbette.”
Savaşın ardından evlerini aramaya gidemeyecek kadar güçsüz olan Krystyna, 12 yaşında evsiz ve kimsesizdir artık. Çocuk yuvasına verirler onu, Varşova’nın Powisle semtindeki kaldığı çocuk yuvası Varşova Ayaklanması’nın sürdüğü 6 Eylül 1944’te boşaltılır. Yıllar boyunca yaşadığı korkular ise ancak Sovyetler’in Varşova’ya girişiyle son bulmuştur küçük Krystyna’nın.
Holokost çocuklarından Nazi torunlarına konferans
Bugüne kadar Almanya’nın direkt olmasa da ev sahipliği yaptığı çeşitli etkinliklerle kendisi gibi Holokost mağdurlarından dolaylı olarak özür dilediğini düşünen Krystyna Budnicka her şeye rağmen nefret duygusu beslemediğini ise şu sözlerle ifade ediyor:
“Zaman zaman Alman okullarına konferanslara gidiyorum, öğrenciler onlardan nefret edip etmediğimi soruyorlar. Hayır, etmiyorum, öç alma duygusu yok içimde. Almanlara karşı hiçbir nefretim yok, nefretim Hitlere ve Nazilere. Peki ya bağışlamak? Bağışlayamam, bağışlamak yok saymaktır çünkü. Ben tüm bu olanları yok sayamam, unutamam. Savaş benim için bugüne kadar sürdü, çünkü sonuçları hayatımın başka türlü şekillenmesine yol açtı.”
17 yaşına kadar kaldığı çocuk yuvasından üniversite başlayınca ayrılan Krystyna Budnicka ilkokul öğretmeni olur.
Hiç evlenmez. Neredeyse emeklilik yıllarına kadar kaçar geçmişinden, acı hatıralarından. “Yıllarca konuşmadım, o günleri yaşamak istemedim herhalde, ancak 50’li yaşlarımda Holokost Çocukları Derneği’nin kurulmasıyla birlikte konuşmaya başladım. Bizden başka kimse yoktu o vahşeti anlatacak, anlatmalıydık da. Portekiz’den, İtalya’ya katıldığım tüm organizasyonlarda anlatıyorum, anlatıyoruz o günleri. Beş ciltlik bir kitap çalışması hazırladık ‘Holokost’un Çocukları Anlatıyor’ başlığı altında. Bazı holokost çocukları var ki, mesela 1942 yılında gettoda doğan pek çok çocuk ölümden kurtulmaları amacıyla Polonyalı ailelere evlatlık verildi. Bu çocuklar kim olduklarını dahi bilmiyorlar. Kimlerdi? Anne babalarının adı neydi? Ne iş yaparlardı? Başka kardeşleri var mıydı? Hiç ama hiçbir şey bilmiyorlar. Bildikleri tek şey gettodan evlatlık edinildikleri. Ne hazin…”
12 yaşında verildiği çocuk yurdunda vaftiz edilen, ibadetini kilisede yapan 82 yaşındaki Krystyna, kendisini Yahudi-Hristiyan olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Zaman zaman ailemin anısına sinagoga gidiyorum, mum yakıyor, Tanrıyla konuşuyorum…” (EO/HK)