“yürüdü
tarih olan taşlar arasında
tarih yazmak için
sonra
yavaşça durdu
gözyaşından buhar çıkarcasına
son istasyonda durmuş
kara bir tren gibi…”
İrfan Sarı / Yolcu-Kar Suyun Sırtında kitabından
Dönüp geçmişe baktığımda Âşık İhsani’yi çocukluk günlerimden anımsadığımı biliyorum. 1960’lı yılların sonunda Diyarbakır’ın yazlık Yıldız Sineması kentin en namdar sinemalarından biriydi.
Şimdilerde yerinde heyula gibi kimliksiz bir yapıyla şehirle buluşan Galeria’nın yerinde sadece sinema filmleri oynatmakla kalmayıp birçok kültürel ve sanatsal aktiviteye de ev sahipliği yapan bir mekândı Yıldız Sineması.
Kürtçe de çok güzel söylerdi...
Ailece gitmiştik Âşık İhsani’nin konserine. Göğsüne kadar inen sakalı, eliyle havaya kaldırılmış sazıyla, kısacık boyuna rağmen çok görkemli gelmişti sahnede bana. Sonra sesi sanki daha büyük ve heybetli bir güçle insanlara akıyor gibi gelmişti. “Balta” demiş, “oduncu” demişti ve daha birçok şey demişti de aklımda sadece o görüntüsü kalmıştı…
Uzun yıllar ne zaman İhsani’nin adı geçse hep o Diyarbakır’daki yazlık Yıldız Sinemasının bir gece vakti yaşanmış müzikal gecesini anımsarım. O yıllarda, ya da sonra, şimdiki gibi Diyarbakır, ya da Diyarbakırlılık “takıntımız” yok muydu ne! Hiç düşünmemiştim İhsani’nin nereli olduğunu. Kimse de söylememişti zaten. Sevgilisi, yareni Güllüşah’la sahneye çıkmıştı ve seyretmiş, dinlemiştik o kadar…
Sonra araya otuz yıla yakın bir zaman dilimi girdi ve duydum ki İhsani Diyarbakır’a yerleşmiş. O günlerde öğrendim Diyarbakırlı olduğunu. Vefatını öğrendiğim gün kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak ünlenen çocukların duruşması için adliyedeydim.
Yaşar Kemal Ağabey aradı, İhsani’yle anılarını anlattı, ben de öğlenden sonra taziyesine gideceğimi söyledim. “Sadece Türkçe değil, çok güzel Kürtçe de söylerdi” dedi Yaşar Abi.
Filozoftu...Gönlünü her diyarda bir güzele kaptırdı
Köprücü Camiinin taziye mekânında yeğeni ile sohbet ederken paylaştı yeğeni: Şarap ikram etmişler İhsani’ye. “Dinimiz haram etmiş. Bu nedenle içmeyeyim” demiş. Sonra da “şarap bir başka inanca göre de İsa’nın akıtılan kanıdır. Ve kutsaldır. O halde içmek gerek” demiş ve bardağı dikmiş kafaya.
Aslında İhsani’nin dizelerine baktığımızda sadece uyaklı dizeler yazan ve söyleyen Anadolu Saz Şairlerinden biri gibi görmemek gerek. Kelimenin tam anlamıyla bir filozof olduğunu mutlaka vurgulamak gerek. Zaten hayatı da bir derviş gibi diyar diyar gezmek, envayi türlü işleri tutmak ve çalışmakla geçmiş. Bir de Karacaoğlan misali âşık olmakla… Gönlünü her diyarda bir güzele kaptırmakla…
Adını şimdi anımsayamadığım ve kitaplığımda da bulamadığım son dönemlerinde Diyarbakır’da basılmış bir kitabını imzalayıp vermişti bana. O gün epeyce de sohbet etmiştik. “Nasıl geçiniyorsun İhsani Baba” diye sormuştum. “Hiçbir maddi sıkıntım yok. Aybaşlarında emekli maaşımı aldığımda dolduruyorum poşetleri sakız, gofret, çikolata, balon ve oyuncaklarla. Biniyorum belediye otobüslerine. Hangi çocuklu yoksul kadın otobüs parasını ödeyemiyorsa onların yerine ben ödüyorum. O yoksul çocuklara aldıklarımı veriyorum sevinsinler diye. Benim eza içinde geçen çocukluğumu onlar kısmen yaşamasın diye”…
Filozoftu dedik ya! İşte kanıtı;
“Git efendi hançerlenmiş yaramı
Eşeleyip tazeleme bu sıra
Köyüm yolsuz ben kanunsuz yaşarım
Utan da şu asıra bak asıra”
İhsani de kadim şehrin şeceresine ruhuyla, bedeniyle bir çentik açıp koca Amida’nın siciline kaydını yaptırıp öte yakaya göçtü. Sesi, soluğu, sazı, şiirleri ve duruşu kaldı geriye. Ruhu şad olsun İhsani Babanın…(ŞD/EÖ)