Yunanistan'da 48 saatlik genel grevin ve dün sadece Atina'da değil, Girit'ten Gümülcine'ye bütün ülkede gerçekleştirilen ve yüzbinlerce insanın katıldığı devasa gösterilerin ardından IMF-AB patentli 2. Kredi Antlaşması'nın mecliste onaylanması, sermaye güçleri açısından gerçek bir Pirus zaferinden başka bir şey değil.
Muzaffer Epir kralı Pirus gibi "muzaffer" Papadimos hükümetinin de böyle bir başka "zafer" kazanacak takati kalmamış durumda. Avrupa Merkez Bankası eski yöneticilerinden Papadimos başkanlığındaki koalisyon hükümeti daha ömrünün hemen başında çözülüyor.
Toplum nezdinde hiçbir meşruiyeti kalmayan Papadimos hükümetinin hiç değilse 2013 yılına kadar ayakta kalarak Yunanistan'da tam bir "sosyal rejim değişikliği" anlamına gelecek karşı reformları uygulama safhasına geçirme planları tuzla buz olmuş durumda.
12 Ocak gecesi oylamanın da gösterdiği gibi, "merkez sol" PASOK da "merkez sağ" Yeni Demokrasi de meclis gruplarını kontrol etmekte giderek daha fazla zorlanıyor, parti liderleri bırakın halkı, kendi milletvekillerini ikna etmekte zorlanıyor, onları ancak partiden ihraç tehdidiyle ve zorlukla disipline edebiliyor.
Son oylamada PASOK'tan 22, Yeni Demokrasi'dense 21 milletvekili antlaşmaya "hayır" oyu verdikleri için partilerinden ihraç edildiler. Şu anda mecliste "bağımsızlar" en büyük ikinci "grubu" oluşturuyor.
2009 seçimlerinden 160 milletvekiliyle çıkmış olan PASOK'un bugün 131 milletvekili var. Seçimlerin hemen akabinde 91 vekile sahip olan o zamanın "ana muhalefeti" Yeni Demokrasi'nin sandalye sayısı ise 62'ye düşmüş durumda.
Kamuoyu yoklamalarında gerek PASOK gerekse Yeni Demokrasi'nin seçmen tabanlarının erimekte olduğu görülüyor. Koalisyona katılan aşırı sağcı LAOS da anketlerdeki baş aşağı düşüşünün önünü kesebilmek için kredi antlaşmasının oylamasında hayır oyu kullandı. Ancak hükümete verdiği iki bakan, iktidarın tadını almış her faşist kariyerist gibi "evet" oyu vererek yollarını partiden ayırdı.
Böyle bir koalisyonun önümüzdeki dönemde gündeme gelecek anlaşmanın uygulanmasına dair yasaları meclisten nasıl geçirebileceği gerçek bir soru işareti. Daha birkaç hafta önce hem sağda hem de solda yapılan ve Papadimos hükümetinin halkın öfkesini soğurduğuna dair yorumların ne kadar afaki olduğu ortaya çıktı.
Hükümetin kuruluşunda sergilenen bütün o debdebenin, yerli yabancı sermaye çevrelerince takınılan o tantanalı pozların ne denli kof olduğu ayan beyan ortaya çıktı. Ülkeyi bir toplumsal mezbahaya döndüren/döndürecek neoliberal karşı-reformlar bütününün bu yamalı bohça haline gelmiş hükümetçe uygulanabileceği ham hayalden başka bir şey değil.
Merkez partiler eriyor
Hiçbir demokratik meşruiyeti kalmamış bu sermaye hükümetinin ve bu parlamentonun altından kalkabileceği bir şey değil bu. Bırakın memleketi bu buhran bağlamında idare etmeyi, iktidar milletvekilleri artık kafalarına yumurta-boya-yoğurt yemeden köşedeki bakkala gitmekten bile acizler.
Hemen önümüzdeki günlerde sermaye bloku yeni hükümet senaryolarını devreye sokacak. İtalya'daki Mondi hükümetine benzer bir biçimde sadece teknokratlardan oluşacak bir hükümet daha şimdiden gündemde. Yahut Yeni Demokrasi kökenli bakan sayısının artacağı bir yeni hükümet kombinasyonu oluşabilir.
Ancak hükümetteyken muhalefette olduğu görüntüsünü yaratarak seçmen tabanının erimesini durdurmak isteyen Yeni Demokrasi'nin çok geç olmadan (Nisan başında) seçimlere gidilmesi için bastırması, bu senaryolar için ciddi kısıtlar dayatıyor.
Muhtemel bir seçimde ne olacağını kestirmekse oldukça güç. Son otuz yıldır Yunan siyasetinin "merkezini" işgal etmiş partiler (başta PASOK) tuzla buz olmuş durumda. Radikal solun toplam oyları yüzde 25'leri, belki 30'ları zorlayabilir.
Seçimler, geçmişte, büyük toplumsal seferberliklerin yaşandığı dönemlerde sermaye temsilcileri açısından halkın tepkilerini kurumsal kanallara akıtan güvenli bir yol olarak işlevli kılınabiliyordu. Müesses siyasetin şirazesinden çıktığı bugün ise seçimler sermaye açısından güvenli ve öngörülebilir bir sığınak olmaktan çıkmış durumda.
Üçüncü dünya ülkesi olmak
Yunanistan'da bir buçuk senedir devam eden uzatmalı halk ayaklanmasının basıncı altında yönetenlerin eskisi gibi yönetmeye takatinin kalmadığı aşikâr.
Polis şiddetine, medyanın estirdiği terör-panik havasına, "ya paket onaylanır ya batarız", "AB'den çıkarız ve üçüncü dünya ülkesi oluruz" tehditlerine karşın emekçi ve ezilenler nezdinde uygulanmakta olan siyasetlerin hiçbir meşruiyeti kalmamış durumda. Bu kitlesel basınç karşısında siyasal sistem, yani 1974 sonrası liberal parlamenter kural ve kurumlar bütünü en akut kriziyle karşı karşıya.
Bu anlamda sermaye blokunun bastıramadığı ve soğuramadığı halk ayaklanması karşısında giderek daha otoriter yollara sapacağını söylemek müneccimlik sayılmaz.
Bu ahval ve şeraitte radikal solun siyasal sorumluluğu, kelimenin gerçek anlamında "tarihsel" nitelikte. Emekçi ve ezilenlerin mücadelesini sürekli kılmak gerekiyor; sermaye blokunun sürekli olarak halkın öfkeli nefesini ensesinde hissedip paralize edilmesi gerekiyor.
Bunu yapabilmenin yoluysa önümüzdeki seçimlerde kesin gözüken oy ve milletvekili sayısındaki artışın, seçim arenasında güç kazanmanın rehavetine sığınmak olmamalı.
Antikapilatilst haraket
Siyasal inisiyatif bir kez daha sermaye blokuna teslim edilmemeli. Eski düzen tuzla buz olurken geçmiş dingin devirlerin siyasal alışkanlıklarıyla yola devam etmek korkunç bir hata olacaktır.
Tam tersine, sermayenin açtığı sınıf savaşına karşı savaşla cevap vermek isteyen geniş emekçi yığınların yolundan giderek sermaye blokunun karşısına antikapitalist temelde bir siyasal alternatif çıkartmak gerekiyor.
Borçların ödenmemesi, bankaların kamulaştırılması, ekonominin kilit sektörlerinin işçi denetiminde kamulaştırılması, işçi çıkartan işletmelere yine işçi denetiminde el konması gibi önlemler artık devrimci lafazanlık değil; bu geçiş taleplerini içerecek bir siyasal alternatif günün gereği.
Mahallelerde, fabrikalarda, işletmelerde, okullarda komiteler oluşturulmalı, mevcutlar geliştirilmeli. Parlamenter düzen bu kadar yıpranmışken ahalinin kendi kaderine sahip çıkacağı organların geliştirilmesi temel bir siyasal görev.
Radikal sol bu çabalara destek olmalı, bunları kışkırtmalı. Emekçi ve ezilenlerin bu özyönetim organlarına karşı sorumlu olacak, yukarıdaki geçişsel talepleri hayata geçirecek ve emek ile sermaye arasındaki güç dengelerini birincisinin lehine radikal bir biçimde değiştirecek bir "işçi-halk hükümeti" formülasyonu bir fantazi falan değil bugün.
Yanılsamalar artık bitti, fazla söze, teorik cambazlıklara lüzum yok; Yunan toplumu ya sermayenin ya da emekçi sınıfların yönlendiriciliğinde yeniden inşa olacak. Rosa Luxemburg'un zamanında dediği gibi "cüret etmek" gerekiyor sadece. (FB/HK)