Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Yol uğruna her şey feda edilir. Yolun geçeceği yerde cami bile olsa yıkarız,” dedi. Daha önce de camiyi gökdelene, parkı AVM’ye feda etmişti. Kapitalizme mutlak anlamda teslimiyet böyle bir şey olsa gerek…
Ne denir: Allah muhabbetini artırsın, hayrını görsün!
İslam ile Kapitalizmin evliliğinden nurtopu gibi üç-beş çocukları olsun!
Çocukları “ucube”ye benzemesin!
İnşallah!
*
İslam’ın dünyaya gelişi yaklaşık 1400 yıl öncesine dayanıyor. Doğduğunda Kapitalizm’in adı bile yoktu. Bu süre içerisinde İslam “başka bir hayat” tahayyülünü gerçekleştirebilecek muhtelif imkânlara sahip oldu. Sınırsız para ve muhalefetsiz yönetimlerle ulus devletlerde / Ortadoğu’da muktedir oldu, ama başaramadı. 1400 yıllık bir geçmişten geriye koskocaman bir başarısızlık kaldı. Kapitalizmin sembolleri olan çok uluslu şirketler, gökdelenler, bankalar, AVM’ler, çiftyollar İslam’ı ele geçirdi. İslam’ın Kapitalizme karşı çıkacak, onun yerine “başka bir hayat” kuracak vasıflara haiz olmadığı ortaya çıktı. Bahane aramak için “uzatma talep etmenin” anlamı yok. İslam’dan yenildiğini kabul etmesi, bu olgunluğunu göstermesi beklenir; zira medeniyet, medeni olmak bunu gerektirir. Bunu yapmayıp “yapamadık bari evlenelim” türü çözümler –en hafif sözcüklerle– rezil olmaya yarar. Doğacak çocuk da “ucube” olur.
Küçük harfle: Ucube!
Büyük harfle de: UCUBE!
*
Adorno, doğru yaşam kaygısı gözeterek kaleme aldığı Minima Moralia’da, “Yanlış yaşam, doğru yaşanamaz, ” der. Aynı cümlenin bir başka çevirisi, “Sahtelik içinde doğru hayat olamaz,” biçimindedir. İçki masasında ise, “Yanlış cetvelle doğru ölçülmez,” , “Gül kokusuyla gül parfümü bir olmaz,” ya da “Bira bardağıyla rakı içilmez,” vb. çeviri çeşitlemeleri mevcuttur.
*
“Etik ethos’tan geliyor ve Heidegger bu yunanca sözcüğü ‘kişiye ait karakter’ anlamıyla değil de, ‘kişinin yaşadığı yer’, ‘insan yerleşimine açık yer’ olarak tercüme ediyor.” Böylece, hayatımıza sahip çıkarken en çok başvurduğumuz kavramlardan biri olan etik’i yaşadığımız ( = yolculuk yaptığımız) yeri tanımlarken anlamını çoğaltarak hayata dair hassasiyet önerisine de dönüştürüyor.
“Yol sözcüğünün 3. anlamı şöyle: Genellikle yerleşim alanlarını bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi.” Asfalt, taş, toprak, zift, çit… vb malzemeler tarafından tanımlanmış ( = düzenlenmiş) bir güzergah olarak söz edilir yoldan. Harita ise günümüzde bir tür modern metropole dönüşmüş olan şehrin ana ve (hatta) kılcal damarlarını gösteren yol göstericidir. Referans ve göstergelerle doludur. Siyasal, ekonomik ve kültürel gücü tarih boyunca elinde bulunduranların tanzim ve disiplin cetvelidir. Merkez, çevre, banliyöler, müzeler, hastaneler, tarihi mekanlar, meydanlar, parklar, sanayi bölgesi, metro, iskan alanları, demiryolu istasyonları, otoyol çıkışları, karakollar, kışlalar, hapishaneler, havalimanları… haritanın ana malzemelerini oluşturur. En çok belirtilen yerin ‘yol’ olduğuna da dikkat etmek lazım…
Harita ve krokiyle yola çıkmak, yolu takip etmek, yola bağlı kalmak, yoldan ayrılmamak, entelektüel erkek öznenin tasavvur dünyasıyla kendini sınırlamak demektir. Entelektüel, kendinden emin, istikrarlı, denenmiş ve başarısız olmuş modern (= kapitalist) erkek özne tarafından tanımlanan ve tasnif edilen bir harita ve krokinin yol göstericiliği oldukça sorunludur. Zira mimari, ticaret, şehir planlaması, hukuk, estetik ve devlet yönetimi gibi yerleşik ( = sabit, kalıcı, uzun süreli) bir tasarımın ve tahakkümün uzantısıdır. – Bu durum İslam’ın Kapitalizm’in erkek özelliklerine de teslim olduğunu ayrıca gösterir.
Oysa haritanın, yolun tanımlanmış sınırlarını aştığımızda gündelik hayatın yerel karşılıklarına ve karmaşanın huzursuzluğuna gireriz. Şehir, içine patlayan, bazen özgürleştiren ama çoğu zaman sersemleten bir düzensizlik de içerir. Ve esas olan harita ve yolun sınırlayıcı düzeni değil bu düzensizliktir; kontrol edilemez olanın, kaos’un, yasa dışının, rıza göstermeyenlerin yaşadığı, öfke ve haysiyetin biriktiği boyuttur. Düzenin, kontrol edenin kendini yeniden üretemediği yer tam da burasıdır. Hapisten kaçanlar, serseriler, asker kaçakları, dolandırıcılar, yankesiciler, üç kağıtçılar, şairler, kumarbazlar, sürmeyi gözden çalanlar, hamallar, mağdurlar, çöp toplayıcılar, yazarlar, dilenciler, madunlar, sokak çalgıcıları, pezevenkler, asiler, orospular, çapulcular, Çingeneler… tarih boyunca bu boyutun aktörleri olmuştur.
Benjamin, “Bir şehirde yolunu bulamamak çok da bir şey anlatmaz. Fakat bir şehirde yolunu kaybetmek, tıpkı bir ormanda yolunu kaybetmek gibi, eksiksiz bir eğitim ister,” demişti. Bu eğitimi ise bir tek “kurdun ve kuşun özgürlüğüne sahip olanlar” edinebilirler. Bu da yabanıllıkla, orman kararlılığıyla; evcilleştirmenin kaybettirdiklerini dert edinmekle gerçekleşebilir. Bir tek tarım yapıl(a)mayan topraklarda, ormanlarda, dağlarda yol ve yolun sınırlılıkları yoktur. Zihnini ve bedenini haritaya ve yol’a göre kurmamış, secde etmemiş, boyun eğmemiş çok kalpli asi, büyük düşlerin ve yolculukların eşkıyası, “Evcil köpeklerle dalga geçen bir kurt olarak, bir birey olmaktan çok bir kişi, kopya olmaktan çok bir ‘tip’, taklit olmaktan çok bir figür,” olarak bu eğitimi edinir.
Kendini salt harita, kroki ve haritada yer alan yollar üzerinden kurgulamış bir yolculuk kokunun, tadın, dokunmanın, müziğin ve arzunun çoğul karakterini içermez, bedeni parçalar, merakı beslemez, yaratıcılığı kışkırtmaz.
Yol sınırdır, sınırlılıktır.
Zihni ve bedeni tesviyeden geçenlerin teslimiyet çizelgesidir.
Riske girmeden, bilinmezi göze almadan, yoldan çıkmaya, kaybolmaya cesaret etmeden yapılan her yolculuk kod’un organize ettiği faaliyettir; paketlenmiş gösteridir, hayatını seyirci olarak sürdürenlere dairdir…
*
Yeraltı ve köprüaltları haritalarda yer almaz…
* Bu yazı 14 Kasım 2013 günü Taraf Gazetesi'nde yayınlandı.