Mardin’e taşındıktan kısa bir süre fark ettim; buralarda avukat olduğumu söylediğim anda insanların bana bakışındaki ifadeleri değişiyordu. Kimi zaman söze dökülen bir “Oooo demek avukatsınız” söylemi, kimi zaman da saygı dolu bakışlar.
İlk zamanlar pek anlamıyordum sebebini bu saygının. Genel geçer bir durum gibi geliyordu bana. Hani şu “az gelişmiş / geri kalmış ülke” popüler meslekleri var ya; çocuk lisede başarılıysa eğer, ‘tıp, hukuk, mühendislik’ okuması beklenir üniversitede de.
Buradaki karşılığının da bu olduğunu sandım ilk zamanlar avukat olmanın.
Aslında ben de hukuk okumaya böyle bir popülerliğe sahip olduğu için niyetlenmiş değildim. Daha lise yıllarındayken, arkadaşlarımızdan bazıları tutuklanıp cezaevine girmişti. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin, o eski yüksek tavanlı ve buna rağmen her nasılsa kasvetli duruşma salonunda mesaimiz, o yıllarda başladı. Duruşmalara gidiyorduk arkadaşlarımızı görmeye, yol boyunca kendi kendimize marşlar söylüyorduk. En çok da Şarkışla’ya ağıt; “oy nolaydım, nolaydım. Deniz mahkemeye düşmüş avukatı ben olaydım”.
Hukuk uygulayıcılığını, bir ‘hak arayıcılığı’ olarak tanımlayan ekoldenim. Seneler boyunca bu perspektifle ve çoğunlukla siyasi davalarda avukatlık yapmış olmama rağmen, yine de İzmir’de fark etmemişim, avukat olmanın ‘hükmünü’. Mardin’e geldikten sonra hükmümün parêzer olmak olduğunu gördüm. Avukat anlamında kullanılıyor, parastin (savunmak) fiilinden türetilmiş ve savunucu anlamına geliyor parêzer, işi de savunmak. Haksızlığa uğrayanı savunmak.
En çok kim hisseder pabucun yokluğunu, taşa çıplak basan. En çok kim bilir ekmeğin kıymetini, elbette karnı aç olan.
İşte budur avukatın buralarda hükmü; en çok kim hisseder zulmün acısını, elbette mazlum olan. En çok kim bilir savunmanın kıymetini, elbette en çok haksızlığa uğrayan.
Hepiniz nasıl da sıkıldınız oysaki bu mazlum edebiyatından değil mi. Kürtlerin hep haksızlığa uğradığını söylemesinden. “Ama yol yok”, “Ama okul yok”, “Okul olsa öğretmen yok” falan demesinden.
Ama biliyor muyuz ki, asıl ve en çok Kürtlerin kendisi sıkıldı bu edebiyattan. Yıl olmuş 2015 hala sokağa çıkmanın yasak olamayacağını aklımız kesmemiş, Kürtler işte bundan çok sıkılmış. Ortalama gün başına kaç cenazeye yetişmesi gerektiğini hesaplamaya çalışan Kürtün, derdi başından aşmış.
Yıl olmuş 2015, karnında bebeğiyle kapısının önünde vurulmaz kadınlar. Anneler çocuklarının cansız bedenlerine sarılıp sabahlamaz. Balkonunuzda 3 yaşında bebenizin vurulmasına tanıklık etmezsiniz. Bebeğiniz daha 30 günlükken hastaneye gidemediği için ömrünü tamamlamaz. Balkona sigara içmeye çıkan genç oğlunuzu, en fazla elinde sigarayla basarsınız, keskin nişancı kurşunuyla vurulmuş halde acile götürmek için kaymakamlık izni peşinde koşmazsınız. Bakmaya kıyamadığınız gencecik gülüşleri, sokak ortalarında kurşunlanmış bulmazsınız, panzer arkasında sürüklenişini görmek zorunda bırakılmazsınız.
Yıl olmuş 2015. Batıda buralar cümle içinde geçtiğinde “kitap toplayalım, battaniye gönderelim” diyene “yahu adalet yok, adalet toplayalım önce” diyor artık buradaki insanlar. İşte tam da bu sebeple çocuklar ve gençler eskisinden de daha fazla, hep ve en çok, avukat olmayı istiyor buralarda.
Evet, Kürtlerin evlatları en çok avukat olmayı istiyor; ama, avukat olup da sokak ortasında katledilmeyi değil elbette. Avukat olup da bütün bu katliamlara karşı çıkmayı istiyor.
Savunmak istiyor. Parêzer olmak istiyor. (ÖDM/HK)
*