20 Ağustos günü Türkiye tarihinin şimdiye kadar gördüğü en geniş katılımlı muhalif kesimleri yeni bir siyasi hareket oluşturmak üzere bir araya geldi.
2007'den bu yana seçimlere birlikte giren bu kesimler daha da genişleyerek önce bir kongre, daha sonrasında da bir parti kurmak üzere son sözü söylediler. Bu, uzun süredir çatı partisi olarak anılan girişimin başarısı oldu.
Bu grubun içinde, Barış ve Demokrasi partisi (BDP), sosyalist ve devrimci parti ve örgütlerin hemen hemen tamamı, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) gibi meslek örgütleri ve ayrıca sendikaların temsilcileri, Alevi, Ermeni, Süryani, Laz, Gürcü kurumları, çevre örgütleri, Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans-Birey (LGBT) örgütleri, kadın örgütleri, insan hakları örgütleri ve birçok aydın var.
Biliyorsunuz, hep haklı olarak Türkiye'de solun ve radikal muhalefetin ne kadar bölünmüş ve güçsüz olduğundan şikayet ettik. Aslında, bu parçalılık ve güçsüzlük hali sadece Türkiye'ye mahsus bir durum da değil, birkaç istisna haricinde diğer ülkelerde de sol, sosyalist ve devrimcilerin birlikte aynı çatı altında hareket ettiği pek görülmedi.
Ama şu anda Türkiye'de bunu tersine döndüren bir birlik hareketi yükseliyor. Yakın zamanlarda bu tarzda birlikteliklerin gerçekleştiği az sayıda örneğin önceden hiç beklenmediği kadar hızla güç kazandıklarını, hatta iktidara bile geldiklerini gördük. 2000'lerin başında bütün dünya soluna umut veren Latin Amerika yükselişinde bunu gördük.
Brezilya ve Bolivya'da, çok değişik toplumsal muhalefet grupları önce bir toplumsal hareket oluşturdular ve bu toplumsal hareketler birer partiye dönüşerek iktidara geldiler.
Bu toplumsal grupların içerisinde sosyalistler, devrimciler, sendikalar, çevreciler, solcu kiliseler, etnik gruplar, kadın örgütleri vardı. Dünya toplumsal hareketlerinin merkez üssünün Latin Amerika'dan Orta Doğu'ya geçtiği şu dönemde, on yıl önce Latin Amerika'da yapılabilenin bugün burada yapılabileceğini düşünüyorum. Bunu yapacak irade, 20 Ağustos günü tesis edilmiştir. Hayırlı olsun.
Bu birliktelik içinde bir arada mücadele etmek, Türkiye'de siyaseti ve toplumsal ilişkileri kökten dönüştürmeye adaydır. Bu birlik hareketinin kuracağı partinin katılacağı seçimlerde, baraj kalksa da kalmasa da yüzde onun üzerinde oy alması kuvvetle muhtemeldir.
Bunun iki ana kaynağı olduğunu düşünüyorum: Birincisi, bu parti, geliştireceği sosyalist, eşitlikçi ve sınıf eksenli politikalar ile "blok Kürt meselesi dışında daha sol politikalar da üretse idi oyumu verirdim, ama" diye düşünüp oyunu Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) veren yüzde 2-3'lük demokrat kesimin oylarını ilk etapta alabilir.
İkincisi, bu parti, emekçiler, kayıt dışı istihdam, yoksulluk, kentsel dönüşüm ve gecekondu yıkımları ile ilgili geliştireceği politikalarla, oyunu bloka verebilecekken Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) veren ve aslında bu meselelerden en çok mağdur olan emekçi Kürtlerin yüzde 2-3'lük oyunu alabilir.
Bu parti, AKP'den gerçekten bıkan, ama CHP'den de gerçekten sıkılan milyonların beklediği gerçek muhalefet gücü olabilir. Bence, olacaktır da.
Ayrıca bu kongre ve parti, Türkiye'deki toplumsal ilişkileri radikal bir şekilde dönüştürme kapasitesine de sahip. LBGT örgütleri 20 Ağustos toplantısında defalarca kürsüye çıkıp bir yandan kendi mücadele ve talepleri ile toplantıya damga vurdular, bir yandan da hem Kürtlerin hem emekçilerin davalarını yürekten sahiplendiler.
Sosyalistleri, devrimcileri ve Kürtleri, LGBT örgütleri ile aynı çatı altında devlete karşı mücadele ederken görmek gerçekten umutlandırıcı. Zira, her türlü toplumsal muhafazakarlık, siyasi mücadele içerisinde ortadan kalkıyor ve ortak düşmana karşı mücadele, bir araya gelebilmiş muhalif zihinleri özgürleştiriyor.
Peki, somut olarak bugün bu kongreden ne beklemeliyiz? Ahmet Şık mahpustan bir yazı yollamış bianet'e, ve de AKP'nin "ileri demokrasisinin" yarattığı neredeyse faşizan siyasi atmosferi çok güzel özetlemiş.
Şık'a göre AKP kendisine siyasi rakip olan sistem güçlerini, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni (TSK), yargı bürokrasisin, Milliyetçi hareket Partisi'ni (MHP), CHP'yi bir güzel pasifize ettikten sonra, şimdi de yüzünü kendisine gerçek muhalefeti yapan tek kesim olan Kürtler ve sosyalistlere çevirdi.
Şık'ın da belirttiği gibi, şimdiye kadar buna kitlesel muhalefet eden BDP dışında kimse olmadı. CHP siyaset yapmak ile söylenmek arasındaki farkı tamamen kaybetti. CHP'nin siyaseti, insanları gittikçe daha da korku ve umutsuzluğa düşüren beceriksiz bir burjuva siyasetidir.
Malum, toplumsal siyaset örgütle yapılır ve kitlesel mobilizasyon gerektirir. CHP, orduyu göreve çağıran o bayrak mitinglerinden sonra ne zaman halkı sokağa döktü? Bunun karşısında, yeni kongre, AKP'ye karşı büyük bir toplumsal mobilizasyonu, eylemler serisini, mitingleri gündemine almalı ve yola böyle çıkmalıdır. Yeni toplumsal muhalefetimiz, eylem içerisinde büyüyüp güçlenmeli, hem Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümünü zorlamalı, hem de AKP'nin genel olarak ülke üzerine örtmeye çalıştığı muhafazakar ve faşizan örtüyü yırtmalıdır.
Mesela düşünelim, Beyoğlu'ndaki masaların kaldırılması AKP'nin gündelik hayata müdahalesinin orta sınıflar tarafından bir kez daha somut olarak hissedilmesine neden oldu. AKP'nin şeriatçı olamayacak kadar neo-liberal olduğunu biliyoruz. Para imandan daha önemli beyefendiler için.
Ancak, yine de AKP iktidarı altında muhafazakarlık radikalizmden arınıp toplumun çok geniş kesimlerine nüfuz eden bir hal almıştır. Misal, AKP, açıkça içki içilmesinden hoşlanmamaktadır, başbakan, "tıksırıncıya kadar içiyorlar" demektedir.
Tüm Türkiye'nin bir Kayseri olmasını istemektedirler, bol bol para kazanılan, içkinin kamusal alandan özel alana itildiği muhafazakar ve muhalefetsiz bir ülke. Bu gerçekten insanları ürkütmüştür.
Ama ürkmenin asıl sebebi, buna karşı bir muhalefet olmamasıdır. Ama yeni birleşik toplumsal muhalefet, içki meselesinin güncel bir örnek olduğu bu "gündelik hayattaki siyasi baskılara" kitlesel bir karşı koyuşu örgütleyip bir orta sınıf desteğini de harekete geçirebilir.
Ayrıca, daha önce, 1990'lar ve zorunlu göç ile birlikte, Türkiye'de işçi sınıfı Kürtleşti ve Kürtler de işçileşti, demiştim. 2007 seçimlerinden beri, varoşlarda mekan bulan bu yeni enformel işçi sınıfı üzerinde AKP ve BDP arasında büyük bir siyasi mücadele döndüğünü görüyoruz.
Her ne kadar, BDP ve Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku büyük kentlerin varoşlarından büyük destek alsa da, bu destek aslında alabileceği desteğin çok küçük bir kesimidir. İstanbul'da 3 milyona yakın Kürt yaşamaktadır.
Bu insanların yaklaşık bir buçuk milyonunun seçmen olduğunu düşünürsek, bloğun aldığı 350 bin oy bunun neredeyse yüzde yirmisidir. Dolayısı ile, İstanbul'daki Kürt emekçilerinin büyük çoğunluğu AKP'ye oy vermektedir. Bu insanlar, kendi hayat standartlarının AKP iktidarı ile yükseleceğini düşünmektedirler.
Yeni toplumsal muhalefetimiz, kongremiz, emekçilerin sorunlarına somut çözümler ortaya koyacak sınıf temelli politikalar geliştirip bunları gündemine almalıdır. Kentsel dönüşüm ile ikinci kez zorunlu göçe maruz bırakılanlar, gecekonduları yıkılanlar, üç kuruşa sigortasız 15 saat çalışanlar.
Bu insanların dertlerini somut ve kitlesel bir şekilde siyasi gündeme taşıyan bir siyaset şimdiye kadar var olamadı.
Yeni yükselen krizin muhtemelen yaratacağı yoksulluğa karşı bu insanları savunan bir hareket, hem siyasi, hem de ahlaki olarak zorunludur. Sınıf temelli sol politikalar, oyunu BDP verebilecekken AKP'ye veren metropollerdeki Kürtlerin desteğini alabilmenin en önemli yoludur.
Bu, aynı zamanda, oyunu BDP'ye verebilecekken CHP'ye veren demokratların oyunu alabilmenin de tek yoludur. Her ne kadar yanlış bir algı da olsa, "Blok sol politikalar sürdürürse oyumu seve seve verirdim, ama sadece Kürt milliyetçiliği yapıyorlar" deyip oyunu CHP'ye veren hepimizin çevresinde bir sürü insan var.
Ben de dahil olmak üzere bir çoğumuz, şimdiye kadar bu insanları şoven olmakla eleştirdik. Ancak, BDP'nin sosyalist bir parti olduğunu bir türlü anlatamadıysak, bu bizim de suçumuzdur. Hegemon olmanın yolu insanları eleştirmekten değil, onları yanına çekmekten geçer. Bu kongre, bunun için bir fırsattır. (EY/EKN)