A) Bakanlar Kurulu'nun izniyle taşınmaz mal dinebilmeleri ve taşınmazları üzerinde tasarrufta bulunabilmeleri,
B) Her ne suretle olursa olsun tasarrufları altında bulunduğu kanıtlanan taşınmaz mallarının yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde başvurulması halinde vakıf adına tescil edilmesi hususlarından ibarettir.
Her iki düzenleme de 1974 yılında başlatılan ve cemaat vakıflarının her tür yolla taşınmaz mal edinmelerini engelleyen uygulama karşısında olumlu nitelikte ileri bir düzenlemedir.
* Düzenleme; farklı usulle de olsa mal edinmek ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunmak bakımından cemaat vakıflarını, MK'a göre kurulan ve hukuken aynı statüde olan diğer vakıf kuruluşlarla eşit haklara sahip kıldığı gibi (Anayasa madde 10-11) Lozan'ın 39. Maddesi'ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Ek-1 nolu Protokol'e, azınlıkların korunmasına ilişkin Kopenhag Kriteri'ne uygunluk da sağlamıştır.
Yeni bir çifte hukuk
* Ne var ki düzenleme; cemaat vakıflarının mal edinme usulleri bakımından yeni bir çifte hukuk yaratmıştır: Medeni Kanun'a göre kurulan vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesi içinde yer alan Vakıflar Meclisi'nin uygunluk görüşü ile taşınmaz mal edinebilirken. Cemaat Vakıfları için Bakanlar Kurulu kararı aranmaktadır. Gerçi, hangisinin daha olumlu sonuç vereceği, uygulamada görülecektir. Ancak, Cemaat Vakıflarının mal edinmelerinin, Bakanlar Kurulu iznine bağlanması bunların, yabancı vakıf kuruluşlarla aynı statüye tabi tutulduklarım düşündürmektedir. Cemaat Vakıfları, Türk kuruluşlarıdır, yöneticileri ise T.C. yurttaşlarıdır. Çünkü bu kuruluşlar; Osmanlı ve Cumhuriyet kanunlarına göre tüzel kişilik kazanmış olan kuruluşlardır. Yabancı; başka bir ülkenin uyruğunda olan gerçek kişidir. Yabancı kuruluş ise merkezi başka bir ülkede bulunan ve o ülkenin yasalarına göre kurulan kuruluştur.
Taşınmazlar bakımından önemli eksiklik
* Hak sahipliği belgesine dayanılarak ek beyanname ile bildirilip tescil edilmeleri hükme bağlanan taşınmazlar bakımından önemli bir eksiklik sözkonusudur. Bu eksiklik, ciddi sorunlara yol açacak niteliktedir. Çünkü 1936-1974 yılları arasında resmi yollarla ve usulüne uygun olarak edinilip, 1974 yılında başlatılan uygulama sonucunda mülkiyetleri Hükmen Cemaat vakıflarından çıkmış bulunan taşınmazlar, beyannamaye dahil edilirse, mahkeme hükmüne rağmen bunların Cemaat Vakıfları adına tescili nasıl mümkün olacaktır? Zira kesinleşmiş mahkeme kararları, anayasa gereği herkesi bağlayan kararlardır.
Yeni düzenlemede, bu yolla Cemaat Vakıflarının mülkiyetlerinden çıkan taşınmazların da Ek Beyannameye dahil edileceği hükme bağlanmamıştır. Öte yandan Cemaat Vakıflarının bu taşınmazlar üzerinde hak sahibi olduklarım gösterir geçerli belgeleri (Bağış, Vasiyetname, Tenfiz Kararı, Valilik tarafından verilme yetki belgeleri. Vergi Kayıtları, Kira Sözleşmeleri vb) mevcuttur. 1974 yılında başlatılan uygulamanın dayanağı da Cemaat .Vakıflarının, 1936yılından sonra edindikleri malları haksız yere edinmiş olmaları değildir.
Aksine hak sahiplikleri kanıtlandığı halde vakfiyelerinin olmadığından hareketle 1936 yılında verdikleri Beyannamenin vakfiye kabul edilmesi ve bu Beyannamede bulunanlar dışında mal edinmelerinin, kamu düzeni-ne aykırı sayılmasıdır. Yeni düzenleme ile mal edinmelerine ve hak sahibi oldukları malları tapuya tescil ettirmelerine imkan tanındığına göre, başka bir ifadeyle bu bakımlardan kamu düzenine bir aykırılık kalmadığına göre. Cemaat Vakıfları, hüküm yoluyla mülkiyetlerinden çıkan taşınmazları da, Beyannamelerine dahil ettirme hakkına sahiptirler. Sorun, uygulamada yaşanacaktır ve öyle sanıyorum ki mahkemeler tarafından çözümlenecektir.
Azil konusundaki yanlış uygulama bitmedi
* Düzenleme; Cemaat Vakıftan mütevellilerinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından azledilebilmelerine ilişkin yanlış ve çifte hukuk yaratan uygulamayı, sona erdirmemiştir. Nitekim Medeni Kanun'a göre kurulan Vakıfların mütevellileri. yalnız ve ancak mahkeme tarafından azledilebilirken, Cemaat Vakıfları mütevellileri, objektif ölçülere dayanmayan nedenlerle Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından azledilebilmektedirler.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, bu yetkiyi çok yerinde kullanmadığı ve onlarca Cemaat Vakfı mütevellisinin azledildiği, azledilenlerin bir daha Cemaat Vakıfları seçimlerine dahi katılmadıkları bir vakıadır. Bir ülkede aynı hukuki statüye sahip olan tüzel kişilikler arasında ayırım yapılamaz ve bunlar için herhangi bir konuda farklı yasal düzenleme getirilemez, getirilirse çifte hukuk yaratılmış olunur ki, bu hukuk devleti ilkesine ve eşitlik ilkesine aykırı olur.
Üçüncü kişilere kiralama/kullandırma
* Düzenleme; Cemaat Vakıflarının amacını gerçekleştiremez duruma düşmüş hayratlarının, bedel karşılığında tahsis amacına uygun amaçlarla veya benzer nitelikteki amaçlarla üçüncü kişilere kiralanamamasına/kullandırılamamasına ilişkin sorunu çözmemiştir. Nüfusları azaldığı için Cemaat Vakıflarına ait onlarca okulda eğitim-öğretim yapılmamaktadır. Okul binaları bomboş halde ve neredeyse yıkılmaya terk edilmiş durumda. Mevcut Vakıflar Yasası'na göre bu tür hayratların, tahsisi amacı dışında kullanılmaları veya başkalarına kullandırılmaları yasaktır.
Sadece satılmalarına imkan tanınmaktadır. Cemaat Vakıfları, hayratlarını satmak istememektedirler. Kiraya veremedikleri için de bunlardan gelir elde ödemiyorlar ve bunların bakım ve onarımını yapamıyorlar. Bu binaların çoğu, korunması gereken mimari kültür varlıklarıdır. Kaldı ki bunların öncelikle okul olarak, mümkün olmadığı takdirde ise sağlık hizmetlerine veya kültür sanat faaliyetlerine tahsis edilmelerinde, hem amaca uygunluk, hem de kamu yararı vardır.
* Düzenleme; Azınlıkların din adamı yetiştirmek için kendi imkanlarıyla din eğitimi-öğretimi veren okullar açmalarına ilişkin bir hüküm taşımamaktadır. Keza Heybeliada Ruhban Okulu sorunu, çözümlenmemiştir.
Teolojik kurumların hukuki statülerinin belirsizliği sürüyor
* Düzenleme; Patrikhanelerin, Metropolitliklerin ve Hahambaşılığın hukuki statülerinin belirsizliği ile bu kurumların medeni hukuk bakımından hak ve fiil ehliyetlerinin bulunmamasına ilişkin sorunu, patrik, metropolit ve hahambaşının uyruğuna, bunların seçim usul ve esaslarına dair sorunu çözmemiştir. Halbuki anılan teolojik üst kurumların tümü, ayrı inançları temsil ediyor olsalar da birer Türk kuruluşudurlar.
Türkiye'nin potansiyel kuvvetleri
Bu kurumlara ilişkin özetlenen sorunların, yasal bir düzenlemeyle çözümlenmemiş olması, bizim zaafımızdır ve bu hal; hem bu kurumları mağdur duruma düşürmekte, hem de zaman zaman devletin "inisiyatif" kullanamamasına veya kaybetmesine yol açmaktadır. Türkiye; dünyayla, özellikle de AB ile olan ilişkileri bakımından bu kurumları "sorun kurumlar" olmaktan çıkarıp, olumlu kuvvet kaynakları haline dönüştürebilir. Çünkü bu kurumlar; AB'nin "Çokkültürlülük ve Modernleşme Perspektifi" bakımından Türkiye'nin "potansiyel kuvvetleri"dir. (NH)