Yeni güvenlik tartışmalarında üzerinde durulan diğer bir konu ise; konvansiyonel silahların yerine nükleer, biyolojik ve kimyevi silahların, fakat yine iyi tanımlanmış bir düşman(lar) tarafından, kullanılması ihtimali ve bunu önlemek için gereken uluslararası tedbirlerdi.
Bu tartışmalar yapılırken, Soğuk Savaş sonrası savunma ve savaş anlayışı iyi tanımlanmış askeri tehditler çerçevesi içinde klasik bir anlayışla değerlendirildi. Halbuki Soğuk Savaş sonrası yeni dünya artık eskisi gibi yalın çizgilerle bloklara ayrılmış, organize olmuş ve iyi tanımlanmış düşman ve tehditlerden oluşmuyordu. Ekonomik operasyonların, teknolojinin, bilginin ve insan hareketliliğinin küreselleşmesi sonucu çok boyutlu, birbirine bağlı ve bağımlı karmaşık bir yapı, yeni bir dünya oluşmuştu. Bu yeni dünya, yeni bir savunma yaklaşımına, yeni tehdit tanımına ve savaş anlayışına gereksim duyuyordu.
Yeni tehditler
Bu yeni küresel sisteme karşı tehditler nedir? Ne tür bir savaş olabilir? Savaşlar kimler arasında cereyan edecek? 1999 yılında Avrupa güvenliği ve NATO'nun genişleme sürecinin tartışıldığı bir toplantıya katılırken bu soruları sordum.Cevaplar üzerinde düşünürken, yukarıda tanımladığımız klasik güvenlik anlayışını terk ederek, aşağıda belirtilen sosyolojik ve uluslararası gelişmeleri muhakkak göz önüne alarak oluşturulacak yeni bir paradigmaya ihtiyaç duyulduğunu fark ettim.
Bu gelişmelerden birisi de Ortadoğu'da ortaya çıkan "demografik bomba" idi. Yani sayıları hızla artan ve sınırlı kaynakları tüketen, giderek işsizleşen genç bir nüfus. Zengin Körfez ülkeleri haricinde birçok Arap ülkesinde son 15 yılda ekonomik gelişme, nüfus artışının arkasında kaldı. Sınır anlaşmazlıkları, etnik ve mezhepsel çatışmaların yaşandığı Ortadoğu ve Asya ülkelerinde büyük nüfus kitlelerini oluşturan gençler arasında işsizlik artıyordu, çalışanların reel gelirlerinde düşüş kaydediliyor ve gelir dağılımı uçurumu büyüyordu.
Bombaya dönüşen umutsuz yığınlar
1970'lerde fazla işgücünü emebilen Körfez ülkeleri ve Batı Avrupa iş pazarları artık kapanmıştı. 1980'li yıllarda benimsenen "yapısal uyum politikaları" sonucu devlet sektörü küçülüyor ve buradaki istihdam daralıyordu. Kentlere göç ile yoksul ve yoksunluk duygusunun beslediği öfkenin kemirdiği işsiz genç erkekler kent kıyılarında birer bombaya dönüşüyordu.
Kentlerde işsizlik oranının 1993 yılında yüzde 25'e vardığı Cezayir'de bu bomba iç savaş olarak patlamıştı. Halen devam eden bu savaş dünyayı pek meşgul etmedi. Çünkü dünya bu tür çatışmalara, Batı dışındaki coğrafyada cereyan eden geri kalmış bölgelerin sorunu olarak bakıyordu. Halbuki küreselleşen dünyada çatışmalar da küreselleşiyor ve sınırlarının dışına taşıyordu. Tıpkı İsrail-Filistin çatışmasının, kendi sınırları dışına çıkarak, en azından algılama düzeyinde, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD'de yaşanan hunhar terör eylemini tetikleyen bir faktöre dönüşmesi gibi.
Kentlerin kıyısında küreselleşen fakirliğin beslediği yoksulluğa mahkum gençler, kendi ülkelerindeki elitlere ve dünyayı yönettiğine inandıkları süper güç ABD'ye karşı ezilmişlik duygusu ile düşmanlık besliyordu. Fakat siyasi özgürlüklerin sınırlı olduğu bu ülkelerde tepkileri dile getirmek için meşru yöntemler ile örgütlemek engellenmişti. Meydan okumaya hazırlardı fakat nasıl meydan okuyacaklarını bilemiyorlardı. Radikal İslamcı hareketler onların, mevcut hükümetlere, elitlere ve süper güçlere karşı olan öfkesini büyük ölçüde kullansa da, tüketemedi.
Düşüşe geçen İslamcı hareketler ve sonrası
İslamcı hareketler 1990'lı yılların başında düşüşe geçmiş ve somut bir toplumsal ve siyasi proje sunamadıkları için adaletli bir sistem kuracaklarına inanan İslamcı gençleri hüsrana uğratmıştı. Mısır, Tunus gibi birçok Müslüman ülkede hükümetlerin İslamcıları sindirmek için izlediği siyaset, İslamcı grupları sistemin kanunları ve ilkeleri ile uyumlu hareket etmeye zorlamıştı. Bazı gruplar siyasi arenadan çekilirken, sivil toplumdaki etkinliklerini artırdılar ve ekonomik alandaki yatırımlara hız verdiler. Böylece mevcut burjuvaziye paralel bir burjuvazi ve yeni aydınlar sınıfı yaratabildiler. Diğer gruplar ise, çok daha militan bir anlayışı benimseyerek yer altına çekildiler ve uluslararası İslami/İslamcı dayanışmayı güçlendirdiler. Onlar kentteki yoksul gençlerin ve proleterleşen aydınların ve orta sınıf mensuplarının ezilmişliğinin farkındaydılar. Zaten bu nedenle İslamcı hareket, 1980'li yıllarda kırsal ve taşralı kökenini aşarak, yeni kentleşen genç orta sınıflardan, proleterleşen aydınlardan ve orta sınıflardan, hükümetler ile sorunu olan hoşnutsuz gruplardan destek bulmaya başlamıştı.
Batı'ya ulaşamama hüsranı
Küreselleşmenin olumsuz sonuçları, bölgesel çatışmaların (örneğin, İsrail-Filistin ve Keşmir sorunları) sona erdirilememesi, giderek zenginleştiği düşünülen Batı'ya ulaşamama hüsranı, tarihi travmalar gençleri giderek radikalleştiriyordu. Bu nedenle militanlaşan "sessiz" İslamcılar, sistem ile ve uluslararası düzenle işbirliği yapmayacaklardı, öfkeyi örgütleyeceklerdi. Seslerini çok çarpıcı bir biçimde duyurmaya karar vermişlerdi. Bu ihtimal bölgedeki seyahatlerimde hep aklımı meşgul etti. Usama Bin Ladin'nin El Kaide örgütü de bu ihtimali "iyi" planlanmış bir projeye dönüştürerek güçlü bir uluslar-üstü terör şebekesi yarattı.
Yeni güvenlik yaklaşımının üzerine durması gereken önemli bir husus; Ortadoğu, Asya gibi kıt kaynaklar için rekabet eden insan sayısının arttığı bu bölgelerde yaşanan ve algılanan yoksulluk ve adaletsizliğin patlamalara dönüşeceği ve de bu olası patlamaların, küreselleşen sistemde, kendi coğrafi konumunu aşarak diğer bölgelere yayılacağıdır.
Sanal saldırı ve savunma sistemleri
Üzerine durulacak diğer bir gelişme ise bilgisayar teknolojisinin küreselleşmesi ve geniş kitlelerin kullanımına sunulması ile ortaya çıkan sanal-terörizm idi. Birbirine bağımlı entegre sistemlerden oluşan yeni dünyada bilgisayar sistemlerine yapılacak bir virüs ve benzeri bir sanal saldırıyla normal hayat akışını bozmak ve savunma sistemlerine zarar vermek çok kolaydı. Küreselleşen terör şebekeleri bu tür sanal saldırıları kullanabilir ve yaptıkları eylemin çapını dramatik boyutlara taşıyabilirlerdi.
Demografik bombanın bir ideal ve dava için ölmeye ve öldürmeye hazır insanlara dönüştüğü, bilgi ve beceri donanımına sahip diğer yandaşların teknolojiyi kullanarak terör eylemini çok daha etkin kılacak kapasiteye sahip olması, bu tür bir örgütlenmeye finansman kaynaklar bulmak için organize suç çeteleri ile işbirliği yapması ve dünyadan dışlanmış Sudan, Kuzey Kore, Irak, Taliban yönetimindeki Afganistan gibi "kabadayı devletler"in istihbarat, silah ve lojistik desteği ile güçlenmesi, 21'inci yüzyılın kabusu olmalıydı. İşte böyle çok boyutlu bir küresel terör ittifakı gelişebilirdi.
Acımasız ve kuralsız
Bu oluşum, sürekli kendini yenileyebilir ve gelişmelere bağlı olarak yeni müttefikler ve kaynaklar bulabilirdi. Seçeceği silahlar ve saldırı yöntemleri son derece acımasız ve kuralsız olabilirdi. Bir gün metroda sinir gazı kullanırken, diğer bir gün bir nükleer santralde kaza süsü verilen bir sızıntı ve diğer bir gün ise ekonomik ve askeri birimlerin vurulması gibi...
Bu tür terör sadece askeri değil, sivil hedefleri de seçecektir. Gerçek hedeflerin yanısıra, imajlara da saldıracaktır. Tıpkı 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a yönelik saldırılarda sivillerin katledilmesi pahasına, Amerika rüyasını ve süper güç imajını oluşturan sembollerin yok edilmesi gibi... Küresel kapitalizmin, finansman gücünün sembolü İkiz Kuleler, masum insanlar katledilerek, ortadan kaldırıldı. Dünyanın askeri beyni olarak görülen Pentagon'a büyük zarar verildi.
Yeni Savaşın boyutları
Büyük ekonomik hasar ve binlerce sivil insanın hayatına mal olan 11 Eylül terör eylemine karşı ABD, NATO müttefiklerini seferber ederek misilleme yapacak.
Görünürde ilk vurulacak ülke ise Afganistan. Düşman; iyi tanımlanmamış, kimliği tüm ayrıntıları ile belirlenmemiş, her an her yerde karşımıza çıkacak sinsi bir düşmana dönüşmüş küresel terör şebekesi. Batı karşıtı duygular, nefret ve çatışmalar ile güçlenmiş bu şebekenin lideri ve komuta kadroları bile kesin olarak belirlenmemiş. Zanlı ise, 1997'den beri ABD'ye cihat ilan etmiş Usama Bin Ladin.
Ladin, Sovyet işgalindeki Afganistan'ı Allah adına kurtarmak üzere Afgan dağlarında mücahit grupları örgütleyerek, CIA'nın yardımı, Pakistan istihbaratı ve Suudi Arabistan'nın para desteği ile silahlı mücadele yürüterek Sovyet ordusunun Afganistan'dan atılmasında rol oynadı. Daha sonra Irak'a karşı askeri operasyon yürüten ABD ve müttefiklerine cephe alan Ladin, Körfez Savaşı sonrasında Suudi Arabistan'a yerleşen ABD askeri üstlerini yok etmek için ABD hedeflerine yönelik birçok terör eylemine destek vermiş ve arka çıkmış. Bu eylemlere verdiği desteğin çapı ve yönetimleri kesin deliller ile belirlenmese de , birçok delil Ladin'i işaret ediyor.
Destekçileri: Hindistan, Çin, Rusya
"Uzun bir savaş" olacağı söylenen bu yeni savaşa destek vermek üzere NATO müttefiklerine katılanlar arasında İslamcılar ile sorunu olan Çin, Rusya ve Hindistan var.
Keşmir sorunu yüzünden Pakistan ile ihtilaf yaşayan Hindistan, Doğu Türkistan'da ayrılıkçı hareketler tehditi algılayan Çin ve Şeriat devleti kurmak isteyen Çeçenlerle çatışmalar yaşamış Rusya'da halklar da hükümetleri gibi "İslamcı teröre" karşı NATO'ya destek verebilir. Yine de bu ülkelerdeki bazı marjinal grupları ve organize suç örgütleri ile bağlantısı olanları teröre karşı oluşturulan müttefiklerin yanında görmek yanıltıcı olabilir. Çünkü, yeni küresel terör şebekesi her türlü nefreti ve zaafı kullanabiliyor ve "düşmanı" içeriden vuruyor. İmam ise imam, para ise para.
Yeni Savaş'tan İç Savaş'a
İşte bu nedenle özellikle halkları Müslüman olan Pakistan ve birçok Ortadoğu ülkesinde, halklar ile hükümetler ABD'ye destek verme konusunda uzlaşma içinde değiller ve karşı karşıya gelebilir. Özbekistan ve Tacikistan başta olmak üzere, birçok Orta Asya ülkelerinde de Moskova'ya biat etmiş "Ruslaştırılmış" yöneticiler ile hem İslamcılar hem de milliyetçiler arasında gerilimler yaşanıyor. Dolayısıyla henüz boyutlarının ne olacağını bilmediğimiz yeni savaş ile birçok iç savaşın tetiğini çekilebilir ve statükolar sarsılabilir. Bu da yeni çatışmalara yol açabilir.
Halkların böylesine hareketlendiği dönemde, dünyanın muhtelif bölgelerindeki hükümetler, muhalif olarak tanımladıkları etnik, dini ve bölgesel unsurları baskı altına almak, hatta yok etmek için terör ortamının yarattığı hukuksuzluktan yararlanabilirler.
Bir anda kimin kime karşı savaştığı belli olmayan bir dünyada kaotik bir terör ortamında insanlık, yeni bir felaket ile karşı karşıya kalabilir.
Operasyonlar Dizisi
Yeni savaş ne belirli ülkeler ve orduları arasında bir sıcak çatışma, ne de iyi tanımlanmış askeri hedeflerin vurulduğu operasyonlar dizisi olarak cereyan edecek. Belki Körfez Savaşı ve Kosova'ya yapılan NATO askeri harekatı gibi naklen yayınlanmayacak.
Ne zaman, nerede vuracağı belli olmayan bir görünmez düşman, ittifaka karşı son derece dikkatli olmak için bilgi alma ve yayma özgürlüğü sınırlandırılabilir.
Bu savaş, eski savaşlara kıyasla, çok daha fazla imaj kullanacak ve psikolojik tahribat üzerinden kazanımlar elde etmeye çalışacak. (NU)