TBMM 23 Nisan 1920'de açıldı. İlk anayasa (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) 20 Ocak 1921'de kabul edildi. O sıradışı koşullarda takriben sekiz ay sonra yürürlüğe girdi. Ama ömrü hepi topu üç yıl üç ay oldu.
Cumhuriyet 29 Ekim 1923'te ilan edildi. İkinci anayasanın tarihi 20 Nisan 1924. Hazırlanması toplamda altı ayı bulmamış. O da ancak 37 yıl yaşayabildi.
27 Mayıs 1960'da darbesinin ardından kurucu Meclis 6 Ocak 1961'de oluşturuldu. Hemen 20 kişilik Anayasa komitesi kuruldu. 9 Temmuz 1961'de halkoyuna sunuldu. Yüzde 60'la kabul edildi. Yedi ayda hazırlandı. Lakin daha 22'sine varmadan sizlere ömür.
12 Mart (1971) Muhtırası'yla kötürüm olmuştu zaten, 12 Eylül (1980) Darbesi işini bitirdi.
Darbeden sonra, mevcut 1982 Anayasası için oluşturulan komisyon 23 Kasım 1981'de çalışmaya başladı. Anayasa 7 Kasım 1982'de halkoyuna sunuldu. Gayetle promosyonluydu: Evet, diyene yanında bir de Cumhurbaşkanı veriliyordu. Üstelik her şey son derece 'şeffaf'tı.
Bu şeffaf teklife pek kimse "hayır" diyemedi. Sonuç: Anayasa yüzde 91 evet oyuyla kabul edildi. Doğumu bir yıl sürdü ama şimdi 30'uncu yaşını göremeyecek gibi görünüyor.
Özet buyken soru "Bir ülke 90 yılda nasıl beş Anayasa yapar?"değil Türkiye'de, soru şu: "Anayasa ne kadar süre de yapılır?"
Bu soru Başbakan'ın "dokuz ayda hallederiz" demeciyle çıktı ortaya. Bu yüzden konuya kısaca değinmek için şu istatistiki bilgiyi paylaşalım: Yeni anayasayı yapan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturuyor.
Bilindiği üzere, Başbakan Erdoğan'ın da niyeti bu. Hayırlısıyla önümüzdeki yaz Cumhurbaşkanı olmak niyetinde. 2012'nin ilk altı ayı içinde şu "Yeni Anayasa"yı bitirmeyi amaçladıklarını söylerken de ne dediğini iyi biliyordu.
O demeçle gerekli yerlere işaretini, talimatını vermiş oldu. Dokuz ayda yeni anayasa meselesini halledip kısmetse Ağustos 2012 itibarıyla Cumhurbaşkanı olacak. Şimdiden hayırlı olsun.
Biz anayasaya dönelim: Evet, bir anayasa dokuz ayda hazırlanabilir elbette ama böylesi bir işe soyunan, hele ki daha 100 yaşına gelmeden beşinci Anayasasını hazırlayan bir cumhuriyetin sorması gereken soru bu olmasa gerek.
Öte yandan, sürekli 'ilk sivil anayasa' olduğu lanse edilen anayasa süreci hakkında birkaç kelam etmek de kaçınılmaz görünüyor.
Öncelikle, "ilk sivil (?) anayasa" olması ortaya daha işlevsel bir anayasa çıkacağı anlamına gelmez. Sonuçta o anayasalar yalnızca askerler tarafından sipariş edildikleri için yetersiz değillerdi. Artıları ya da eksileri ne olursa olsun baskı rejimleri altında, antidemokratik yöntemlerle, halkın katılımına izin verilmeden yapıldıkları için de kısa ömürlü oldular.
Dolayısıyla yöntemin ve toplumsal katılımın da sağlıklı bir anayasa için gerek şart olduğunu unutmamak gerekiyor. Yeni anayasanın hazırlanacağı mevcut "demokratik rejim" konusundaysa ortada bir takım somut rahatsızlıklar var:
Bu meclis yüzde 10 seçim barajıyla seçildi ve sekiz milletvekili hala cezaevinde. Hâlihazırda on binlerce insan neyle suçlandığını bile bilmeden yılları aşan sürelerle cezaevlerinde "tutuklu". Ülke haritasının sağ kısmında, özellikle de sağ alt köşesinde dağlar bombalanıyor, operasyonlar düzenleniyor, hanelere kapıları kırılarak giriliyor, insanlar sürüklenerek götürülüyor. Öğrencilerin, işçilerin cılız sesleri polis coplarıyla hakkaniyetsiz yargı kararlarıyla bastırılıyor. Sağlıklı bir toplumda kitlelerin seslerini duyurabileceği bütün hareket alanları tutulmuş durumda.
Bu "demokratik ve olağan koşullar"dan nasıl bir "sivil anayasa" çıkar önermesi, tartışılır. Lakin şunu unutmamak lazım; bu ülkenin Cumhuriyet tarihi düşünüldüğünde, siyasi hayatta yapılan sivil bir hata askerî bir doğrudan kat kat değerlidir.
Biz şimdilik dileyelim ki, yeni anayasa yapılırken (en azından olası itirazlar geliştirilirken) eski anayasaların usulde ve içerikteki hataları iyi etüt edilsin. Bütün kusurlar asker işi olmalarına verilip darbecileri yargılamayan şu şaibeli 'sivil'lik öyle haybeye yüceltilmesin.
Önceki anayasaların yaptığı temel hata tekrarlanmasın: Bu ülkenin, Türkiye toplumunun askerlerin düşündüğü gibi yekpare bir yekûn olmadığı; salt Türklerden, salt Müslümanlardan, salt Sünnilerden ibaret olmadığı akıldan çıkarılmasın.
Yoksa tıpkı askerler gibi gerçekte karşılığı olmayan bir toplum için bir anayasa biçilmiş olur. Ki böyle bir durumda, bütün enerjisini farazi bir topluma biçtiği anayasayı etten ve kemikten bir Türkiye toplumuna giydirmeye harcayan askerî basiretsizliklerin sivil bir versiyonunu yaşamaktan başka bir şey yapmış olmayız.
Haybeden acılar ve kaybolacak on yıllarımız da cabası olur. (BK/HK)