1994’de, yazmıştı…Yirmi yıl önce...
“Genelde “düşünce açıklamak”, özelde “diğer araçlarla düşünce açıklamak” özgürlüğü çağımızda, “halkın bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkının” gerçekleştirilmesini sağlayan, vazgeçilmez bir değer olarak görülür. Öğrenme hakkının varsayılabilmesi ise, “özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımını” ve düşünce etrafında örgütlenme hakkını öngören siyasal, yasal yapının gerçekleştirilmesine bağlıdır.(..........)
Prof. Dr. Çetin Özek (1934-1008) |
"Klasik demokrasi anlayışı kapsamında dahi, devletin korunması iddiasıyla, halkın bilgilenme hakkının sınırlandırılması ve bu nedenle gerçeğe uygun haber dolaşımının suçlanması kabul edilemez. Demokraside, hükümetlerin halkından gizleyeceği bir şey olamayacağı için “bireyin bireysel bilgilenme hakkının” sınırlanamayacağı kabul edilmektedir. Bireysel bilgilenme “hak” olduğuna göre bu hakka işlerlik sağlayan kitle iletişim araçlarının “doğru ve yaygın haber dolaşımını” sağlamak özgürlüğü de engellenemez.
"Gerçekten bilgilenme hakkı bir açıdan çağdaş, doğrudan demokrasi sistemini sağlayan ve devletin korunması kavramının despotik sonuçlarını engellemeye yönelik bir işlerlik sağlamaktadır. (....)
"Gerçekten özgür haber dolaşımının varlığı demokratik siyasal düzenin temel ölçütüdür ve özgür haber dolaşımını engelleyen, sınırlayan yasal düzenleme yapılamaz, uygulama gerçekleştirilemez. Eğer, özgür haber dolaşımının sınırlandırıldığı, engellendiği bir yasal düzenleme varsa “demokratik siyasal yapı” yok demektir.”
Prof. Dr. Çetin Özek “Demokratikleşme Sancısı”[1] başlıklı yazısında “ halkın gerçekleri öğrenme hakkı” konusunda böyle yazmıştı….
Özek o yıllarda “basın özgürlüğü” kavramının yerini “İletişim özgürlüğü” “ Bilgi edinme hak ve özgürlüğü” gibi kavramlara bıraktığını yazmıştı...
Yazmıştı….Onbeş yıl önce 1999’da…
“…genelde “düşünce açıklamak”, özelde “basın yoluyla düşünce açıklamak” özgürlüğü, demokrasinin ölçütü olarak görülür. Basın yoluyla düşünce açıklamak özgürlüğü, belirtilen nedenle, çağımızda “halkın bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkının” gerçekleştirilmesini sağlayan, vazgeçilmez bir değer olarak görülür; bu hakkın varsayılabilmesi ise, “özgür, doğru, yaygın haber dolaşımını” öngören bir siyasal, yasal yapının gerçekleştirilmesine bağlıdır. Düşünce açıklamak, basın özgürlüğünün sınırlandırıldığı siyasal, yasal düzenlerde “açıklanmasına izin verilmeyen düşünce alanları” yaratılmış ve dolayısıyla “halkın bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkı” sınırlandırılmış olur.”[2]
O yıllarda altını çizerek ifade etmişti… Basın yoluyla düşünce açıklamak özgürlüğünün varlığı için “özgür haber ve bilgi dolaşımı” hakkının öngörülmüş olması da yeterli değildir.
Ayrıca haberlerin dolaşımını sağlayıcı önlemler alınması ve dolaşan haberin saptırılmaması da söz konusudur. O nedenle sadece düşünce açıklamak özgürlüğünün varlığı ile yetinilmemelidir. Hükümetler “yaygın, doğru haber/bilgi dolaşımını” sağlamakla yükümlüdürler.
Hükümetler haber ve bilgi dolaşımını yasaklamaktadır
Çağımızda kişilerin bilgi edinmeleri, elde ettikleri bilgiyi yorumlamaları ve bir başkasına ulaştırma hakkı ifade ve özgürlüğünün sonucudur. Ayrıca “özgür ve doğru haber dolaşımı” insanlar için haktır ve herkesin haber alma hakkı vardır. İfade özgürlüğü tüm hak ve özgürlüklerin “omurgası"dır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10.maddesine göre herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak bilgi sahibi olmayı ve hiçbir sınırlama olmaksızın bilgi ve fikirlerin alınması ve paylaşılması haklarını da içerir. İfade özgürlüğü hakkının sınırları maddenin ikinci paragrafında gösterilmiştir.
İfade özgürlüğü; demokratik toplumlarda zorunlu önlemler olarak ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin, kamu düzenini korumanın, suçun önlenmesinin, sağlığın ve ahlakın, başkalarının şöhret veya haklarının korunması, gizli bilgilerin açıklanmasına engel olunması veya adalet gücünün üstünlüğünün ve tarafsızlığının korunması için kanunla ve belirli koşullarla sınırlandırabilir.
O halde basın yayın fiilleri için de Sözleşme'nin 10. maddesinin ikinci paragrafında yer alan sınırlandırmaları kabul etmek uygun ve yeterlidir. Bu sınırlandırmalar genişletilemez. Çoğaltılamaz. Sınırlandırmalar kanunla öngörülmelidir. Demokratik bir toplumda zorunlu olmalıdır.
Anayasa’nın 26. maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” düzenlenmiştir. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
Basın hürriyetinin hangi hallerde sınırlandırılacağı Anayasa’nın 26 ve 27. maddeleri hükümlerinde gösterilmiştir.
26. maddenin ikinci fıkrasında, bu hürriyetin “sınırlandırma” halleri tek tek sayılmıştır. Maddenin son fıkrasında bu hürriyetin kullanılmasında uygulanacak şekil,şart ve usullerin “kanunla” düzenleneceğini yazılıdır. Anayasanın 27. maddesi ise bilim ve sanat hürriyetidir.
Anayasanın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde “sansür” yasaklanmıştır. Basın hürdür, sansür edilemez. Basın hürriyetinin sınırlandırılmasında 26 ve 27. madde hükümleri uygulanır.
28. maddenin 5. fıkrasında ise devletin iç ve dış güvenliği, ülkesiyle milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanmaya veya isyana teşvik eder nitelikte bulunan haber veya yazıyı yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait yasa hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Yargıç kararıyla, yayınların dağıtımı önlenebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de yasanın açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle dağıtım önlenebilir. Sınırlandırmalar bunlardır.
Anayasanın 28.maddesinin 6. fıkrasında ise; “Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz”
Sosyal medya iletişiminde kullanıcılar bakımından kişinin manevi varlığını geliştirme hakkı, haberleşme özgürlüğü, kullanıcının niteliğine göre ya da mecranın sunduğu ya da algılandığı bilgi yayma-sunma-alma türüne göre bilim-sanat özgürlüğü ve basın özgürlüğü dikkate alınmak zorundadır.
Türkiye’nin 1876 Anayasası ve ilk Matbuat Kanunu’ndan bu yana, basın özgürlüğü ile yok sayıcı, ölçüsüz sınırlayıcı, sansür edici, mali teminat koşulu ya da basın araçlarına el konulması gibi aşırı önlemlerle dolu siyasal tarihi, 1961 Anayasası’nda (md. 22-25) basına ilişkin öz güvenceleri, ayrıntılı hükümler ve tedbir kararlarının sınırlı sayıda ve anayasal düzeyde düzenlenmesi ile sonuçlanmıştır (yayın yasağı, toplatma ve kapatma).
Benzer ve sınırlı sayıda tedbirin Anayasa’da düzenlenmesine ilişkin yaklaşım 1982 Anayasası için de geçerlidir. Anayasa’nın 28. maddesi, basın özgürlüğü alanında sadece dört özel tedbiri ve ilgili tedbirin uygulanmasında “özel neden” unsurlarını düzenlemiştir: “dağıtımın önlenmesi”, “yayım yasağı”, “toplatma” ve “geçici kapatma”.
Anayasa’da sayılan ve ayrıntılı biçimde düzenlenen bu tedbirlerin dışında, kanunla başka tedbirlerin uygulanabileceğini belirten hiçbir açık teleolojik ya da sistematik kanıt Anayasa’dan türetilemez. Başka bir anlatımla, basın özgürlüğünde mevcut anayasal kategoriler dışında kalan tedbirler, ancak Anayasa değişikliği ile anayasal temele kavuşabilirler (Güncel Hukuk 2014 Haziran – Temmuz 2014 Anayasa Mahkemesi’nin Twitter Kararı: Usul ve Esasa İlişkin Sorunlar, Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu, Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Prof. Dr. Bertil Emrah Oder, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi).
Basın özgürlüğü yerine sınırlandırmaları benimsendi
Basın Kanunun kabul ediliş gerekçesinde ifade özgürlüğü temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir.
9 Haziran 2004 kabul tarihli 5187 sayılı Basın Yasası 26 Haziran 2004 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanunun amacı, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir (Madde 1). Basın Kanununun 3.üncü maddesi ise “Basın özgürlüğü” başlığını taşımaktadır.
Bu maddede basın özgürlüğü şöyle açıklanmaktadır:
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
Bu kanunundaki “basın özgürlüğü”nün kabulü yerine; bu özgürlüğün sınırlandırılmasında “yayın yasaklarının” benimsendiği görülmektedir.
Prof. Dr. Çetin Özek’e göre halkın gerçekleri öğrenme hakkı vardır. Gerçekten özgür haber dolaşımının varlığı demokratik siyasal düzenin temel ölçütüdür ve özgür haber dolaşımını engelleyen, sınırlayan yasal düzenleme yapılamaz, uygulama gerçekleştirilemez. Eğer, özgür haber dolaşımının sınırlandırıldığı, engellendiği bir yasal düzenleme varsa “demokratik siyasal yapı” yok demektir.”[3]
Prof. Dr Çetin Özek; kitabına “Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına”[4] koyarken konunun önemini kitabının öndeyişinde açıklamış. Kısacası, sorunun yanıtını şöyle vermiş.
“Buna karşın geçen süreçte, insan hakları kavramında köklü değişim olmuş, bu kapsamda, basın yoluyla düşünce açıklama hakkının niteliği, güvencesi, işlevi değişmiştir. Kaldı ki, TV, radyo gibi diğer kitle iletişim araçları için de aynı değişim söz konusudur.
Kısa bir deyişle, özde değişim olmamakla beraber, anayasal ve yasal düzenlemelerle, güvenceli iletişim ve düşünce açıklama düzeni oluşturulmuştur. Bu sonuç, ilkel sitelerden günümüze gelen bir serüvendir.
“Öndeyiş”, bu serüvenin kısa hikayesidir. Bu hikayenin sonu, “bilgilenme hakkı”dır.
Bu hikayenin sonunda: (....) Artık, bilgi dolaşımını sağlayan, profesyonel basın çalışanları, “haber vermek hakkını” kullandığı için değil, “haber vermek görevini” yaptığı için, hukuka uygun davranmış oluyor...
Artık, bireyin düşünce açıklamak hakkının sınırlanması bireysel bir sınır sayılmayıp, bilgilenme hakkının engellenmesi anlamına geldiği için, toplumsal sınır sayılıyor...Artık, “bilgilenme hakkı”, “saydam yönetimi” sağladığı için, çağımızın “doğrudan demokrasisi” olarak kavranılıyor...
Giderek, “bilgilenme hakkı” olmaktan çıkarılarak, “bireyin bilgilenme görevi”ne dönüştürülüyor....”
İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) çevirisi ile dilimize kazandırılan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin 102. oturumunda (Cenevre, 11-29 Temmuz 2011) kabul edilmiş olan “Genel Görüş”; BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 19. maddesinde yer alan “görüş ve ifade özgürlükleri” hakkındaki ilkelerdir. Bu görüş Devletler tarafından hayata geçirilmelidir.
Genel Görüşten çıkarılması gereken en önemli derslerden birisi şudur: Dünyada ifade özgürlüğü veya basın özgürlüğü kavramlarının yeniden sorgulanması ve yeniden tanımlanması gerekmektedir. Özellikle sosyal medyanın gelişmiş ve gelişmekte olan yapısı ulusal sınırları aşan ve tanımayan bir özelliğe ulaşmıştır… Kuşkusuz bu gelişimde İnternet’in payı büyüktür.
Genel Görüşün ilk tespiti şöyle: Ulusların kabulüne göre görüş oluşturma ve ifade etme özgürlüğü, kişinin eksiksiz gelişimi için vazgeçilmez koşullardır. Bunlar, her toplum için temel önemdedir. Söz konusu özgürlükler özgür ve demokratik her toplumun temel taşlarıdır. Bu iki özgürlük birbiriyle yakından ilişkilidir ve aslında ifade özgürlüğü, görüş oluşturulmasında ve alışverişinde gerekli aracı sağlayan unsurdur.
Ama çok daha önemli bir olgu ister istemez ifade özgürlüğünün hem kullanımı ve hem de getirdiği sorumluluklar açısından kendini 3. paragrafta şöyle ortaya koymaktadır:
“İfade özgürlüğü, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin yaşama geçirilmesinde gerekli koşuldur; saydamlık ve hesap verebilirlik ise, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından zorunludur. Görüş ve ifade özgürlükleri, geniş bir alana yayılan diğer insan haklarından eksiksiz yararlanılmasının zeminini oluşturur. Örneğin, ifade özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü ile oy hakkını yaşama geçirmenin ayrılmaz bir parçasıdır.”
Bunu kim yapacak, kim hesap verecek kim saydam olacak?
Görüş ve ifade özgürlüğü hakkının sağlanmasında Sözleşme'nin tarafı olan tüm devletlere verilen görev budur. Özellikle bu hakkın sağlanmasında devletler elinden gelen her şeyi mazeretsiz yerine getirecektir. Başta kendisi olmak üzere bu özgürlüğü ihlal etmeyecektir ve kimsenin de ihlal etmesine izin vermeyecektir.
Bu Genel Görüş'te, altını çizerek vurgulamak istediğim bazı öneriler ya da devletlere yüklenen görevler İnternet ve basın araçlarının ya da tüm kitle iletişim araçlarının düzenlenmesindeki öneme işaret etmektedir.
Özellikle taraf Devletler, kitle iletişim araçlarınındüzenlenmesiyle ilgili hukuki ve kanuni düzenlemeleri ya da idari düzenlemeleri yukarıda sayılan saydamlık ve hesap verebilirlik temelinde sağlamalıdırlar. Devlet demek gün ışığında yönetim demektir.
İnsan Hakları Komitesine göre;
“Modern kitle iletişim araçlarının gelişmiş olması nedeniyle, medyanın herkesin görüşünü ifade edebilme hakkına müdahale edecek şekilde kontrolüne engel olacak etkili önlemler gerekmektedir”.
Devlet medya üzerinde kontrol tekeline sahip olmamalı, medyada çoğulculuğu özendirmelidir. Medyanın veya sosyal medyanın herkesin görüşünü ifade etme hakkını sağlayan yapısına ve işleyişine ve yayınlara “müdahale edecek sistem” veya medya üzerinde “kontrol yaratacak” bir düzenleme yapılmasına karşı etkili olacak ve bu tür müdahalelere olanak tanımayacak “etkili önlemler” alınmalıdır.
Hukuk, kanun veya idari önlemler yoluyla modern kitle iletişim araçlarının serbest ve müdahale edilmeden yapılan yayınları korunmalıdır ve demokrasilerde esas budur.
Genel Görüş diyor ki; “Bir medya kanalının, yayıncıların veya habercilerin salt hükümete veya hükümetçe benimsenen siyasal-sosyal sisteme eleştirel baktıkları için cezalandırılmaları, hiçbir şekilde ifade özgürlüğü açısından gerekli ve meşru bir kısıtlama sayılamaz.”
Bu ilke bizde tam tersine uygulanmaktadır. Hükümete veya hükümetin benimsediği görüşe aykırı her görüş baskı altına alınmaktadır. Baskı altına alınmasa bile hissettirilen türlü, çeşitli diğer baskılar zaten yeterli ölçüde oto-sansür uygulamasını sağlamaktadır ve hatta zorunlu kılmaktadır. Diğerleri yani eleştirmeyen ve “yana olan” görüşler, yayınlar ve medya serbesttir. Yönetimden yana olmak basın özgürlüğünün korunduğuna dair siyasal iktidarın nadide özgürlük örnekleridir.
Gelelim Görüş’ün 43 numaralı bölümüne;
“ Web sayfalarının, blogların veya internet temelli, elektronik veya diğer bilgi yaygınlaştırma sistemlerinin, ayrıca örneğin internet hizmet sunucuları veya arama motorları gibi bu tür iletişimi destekleyen sistemlerin işleyişine getirilecek herhangi bir kısıtlama, ancak 3. paragrafa uygun gerekçelerle kabul edilebilir. İzin verilebilir kısıtlamalar genellikle içeriğe özgü olmalıdır; belirli sitelerin ve sistemlerin işleyişine getirilecek genel yasaklar paragraf 3’le bağdaşmaz. Ayrıca, bir siteye veya enformasyon yaygınlaştırma sistemine yalnızca hükümete veya hükümetin temsil ettiği siyasal sisteme yönelik eleştirel tutum alabileceği ve bu yönde yayınlar yapabileceği gerekçesiyle yasak getirilmesi de 3’üncü paragrafla bağdaşmaz.”
Panik mevzuatı sorun çözmez, tam aksine sürekli sorun üretir. Demokrasilerde demokratik toplum düzenini sağlayan hukuk devletidir. Aksi otoriterdir.
Sonuç yerine
İnsan hakları kavramındaki köklü değişiklikler, basın özgürlüğü kavramını değiştirmiş ve bilgilenme hakkını insan hakkı olarak kabul etmiştir. (Fİ/HK)
* Fİkret İlkiz'in yazısı Türkiye Yayıncılar Birliği'nin 4 Haziran 2014'te düzenlediği “Türkiye’de Yayınlama Özgürlüğü Mücadelesinin 20 Yılı” başlıklı paneldeki sunumudur.
[1] Özek Çetin. İfade Özgürlüğü Hapiste. Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayını Ankara 1994 Demokratikleşme Sancısı. Sayfa 8-34 arası
[2] Özek, Çetin. Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına. Eylül 1999. İstanbul. Alfa Yayınları. Sayfa 33
[3] (İfade Özgürlüğü Hapiste. Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayını Ankara 1994 Çetin Özek Demokratikleşme Sancısı. .Sayfa 8-34 arası).
[4] Özek, Çetin. Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına Alfa Yayınları1.Bası Eylül 1999. Öndeyiş .Sayfa I-XIX