"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar" diye başlıyor, İranlı usta edebiyatçı Sadık Hidayet, Kör Baykuş isimli muhteşem romanına, bütün bir anlatıyı ve aslında kendi hayatını tek cümleyle anlatmak ister gibi...
Varoluşun kaçınılmaz sonucu olarak hayatımız boyunca defalarca yara alırız. Bazen göre göre ve hep aynı yerden...Bazı yaralar, çabuk geçer. Bazılarının ise bir ömür boyu izi kalır. Acısı en sahici mutlulukları bile kederlendirir, insan ruhunu bir ömür boyu kemirir.
Kimi insan vardır, yaralarını kendinden bile saklar. Geçmişi adeta lanetlemiş, hatıralarından arkasına dahi bakmadan kaçmaya ahdetmiştir.
Kimisi de kurtulmak istemez yaralarından.
Pranga gibi boynunda taşıyacağını bilse de, inadına sahip çıkar onlara. Bazen kabuğuyla oynar, kanatmaktan haz alır.
Sanatçı kısmı çoğunlukla bu taifedendir. Yaralarının sızısıyla kendini var gücüyle yaratma edimine veren, -bana kalırsa- çektiği acı ne kadar büyükse sanatında o denli devleşen, taifedendir.
Derinleşen uçurumlar
Sadık Hidayet'in de pek çok yazar gibi edebiyatındaki gücünü hayatı boyunca aldığı yaraların acısından aldığını söyleyebiliriz.
Onun varoluş sancıları yazarlığında öyle belirleyici bir rol oynar ki, onun hayatını ve kişiliğini anlamadan eserleri hakkında sağlıklı bir eleştiri yapmak oldukça güçtür.
Sadık Hidayet, geçtiğimiz yüzyılın başında İran'da dünyaya gelir. Eğitimini Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde alır, burada Batı edebiyatıyla tanışır. Bu sırada çok sayıda kısa öykü kaleme alır.
Batı edebiyatının sıkı bir tedrisatından geçen Hidayet, Hindistan'a gider, Doğu edebiyatıyla ilgilenmeye başlar, Doğu dillerini öğrenir. Batı kültürü karşısında ezilen Doğu kültürünü geliştirmeye çalışır. Bir aydın gözüyle İran'da hüküm süren monarşizmi eleştirir.
O, aslında hayatı boyunca her nevi sistemi sorgular, toplumu esir alan değer yargılarına ve dogmalara hoşnutsuzlukla bakar. Zaten bu bakışı toplumla arasındaki uçurumu günbegün derinleştirecek ve sonunda bu uçurumun onda açtığı yaralara dayanamadığından 1951 yılında ardında çok sayıda öykü, araştırma kitabı ve Kör Baykuş isimli romanı bırakarak Paris'te hayatına son verecektir.
Şeytana teslim olmak
Bilinç akışı yöntemiyle yazılan Kör Baykuş, insanın kendisiyle hesaplaşmasının öyküsüdür. Kısa bir roman olmasına rağmen etkisi büyüktür.
Roman afyon bağımlısı bir gencin, iç dünyasına doğru çıktığı seyahati anlatır.
Yazar, kahramanın uyku ile uyanıklık arasındaki ruh haletini yansıtır roman boyunca. Bu seyahatte kahraman, mezarcı, hurdacı, amcası, babası ve karısı gibi çeşitli kişilerle karşılaşsa da, aslında karşılaştığı kişiler, hep aynı kişinin dönüşmüş halleridir. Romanda bir dönemeçte karşımıza çıkan karakter daha sonra başka biri olarak karşımıza çıkar.
Hep arafta kalmak
Yazar bu dönüşümlerle, bir anlamda insanın farklı kişilikleriyle yüzleşmesini sembolize eder. Zaten Hidayet, "...ben gölgem için yazıyorum, gaz lambasının duvara yansıttığı gölgem için. Kendimi ona tanıtmalıyım." sözleriyle yazma nedeninin kendini gölgesine tanıtma, kendi doğasının karanlıkta kalan kısımlarını bilincine anlatma isteği olduğunu ifade eder.
Behçet Necatigil'in dediği gibi Hidayet roman boyunca zihninin karanlık dehlizlerde güzeli ve dürüstlüğü aramaktadır ancak onu yine kötülük esir alacak, şeytana teslim olacaktır.
Kör Baykuş yazarın adeta içindeki karanlıkları ortaya seriyor. Okuru Doğu ile Batı arasında sıkışmış, hayatı boyunca hep "arafta" kalmış, yaşadığı yere kendini ait hissetmemiş, yazdıkları kendi ülkesinde yasaklanmış bir yazarın zihninin derinliklerinde dolaştırıyor.
Doğu'nun Kafka'sı...
Zaman ve mekandan soyutlanarak oluşturulmuş anlatı, zaman zaman okuru yoran tekrarlarla dolu gibi gözükse de, aslında bu tekrarlar, insanın sıkışmışlığını, biteviye süren ikirciklerini, zihninin dehlizlerinde kayboluşunu vurgulaması için yazar tarafından bilhassa yapılıyor.
Yazar bu gerçeküstü dünyayı insanın çelişkileriyle inşa ediyor. Bizler yazarın ruhundaki dipsiz boşlukta yankılanan hezeyanlarını romanın satır aralarında okurken, aynı zamanda onun bahsini ettiği "ruhunu kemiren yaralarının" izlerini görüyoruz.
Kör Baykuş, bir anlamda dönüşümün ve karamsarlığın romanı olması bakımından Kafka'nın Dönüşüm romanını hatırlatır. Zaten Hidayet'e "Doğu'nun Kafka'sı" denilmesi, biraz da onun eserlerinin Kafkaesk yapısından ileri gelir.
Kör Baykuş, Behçet Necatigil'in mükemmel çevirisine rağmen, okunması, anlaşılması zor bir roman olsa da, "ölmeden önce okunması gereken kitaplar" listesindeki yerini ve gerçek edebiyatseverlerin yoğun ilgisini fazlasıyla hak eden bir eser...
Bu arada meraklılarına küçük bir havadis! Kör Baykuş'un bu sezon Işıl Kasapoğlu'nun usta yönetiminde gösterime giren tiyatro oyununu, 14 ve 15 Aralık tarihlerinde, Çevre tiyatrosunda izleyebilirsiniz. (MK/PT)