Kara gözlü erkeklerin ülkesinde yaşıyoruz biz. Kadınları tutkuyla seven erkeklerin ülkesinde. Onlar bizim için çok sevda türküsü söylemiş, çok aşk şiiri yazmışlardır...
Sevgilerini anlatmayı pek beceremezler aslında, bakışları kaçamaktır, utanırlar. Dokunmaları ürkektir. Sorarsanız öyle yetiştirilmişlerdir, babaları da sevgilerini gösterememiştir çokça, ne kendilerine, ne annelerine...
Bir de bizi bilseler... Ört bacaklarını kızım, düzgün otur, doğru yürü, çok gülme, çok konuşma, sen karışma, kalk bize çay getir...
Bunca engellemeye rağmen nasıl olup da hala kadın olduğumuzu, kadın olmayı becerebildiğimizi anlayamam. Bir tür isyan duygusu olsa gerek.
Heyecanlıdır bizim erkeklerimiz, bu yüzden biraz da beceriksizdirler. Çabuk parlar, sonra da hemen yaptıklarına pişman olurlar, ne de olsa kalpleri temiz...
Söylemeden geçmek olmaz, çok da çapkındırlar. Güzel kadın gördüklerinde dayanamazlar. İlle şöyle bir döner bakarlar, hele kadın alımlıysa döner, döner yine bakarlar.
Ahh, ah...
Okuyanı, yazanı, mühendisi, doktoru çoktur içlerinde, haklarını yememek lazım. Ne de olsa kadınların gönülsüzce el çektirilmeye çalışıldığı, "Aman okuyup da ne olacak, nasılsa evlenip gidecek..." denildiği için, bütün sektörlere mecburen erkekler doluşmuştur.
İlle güçlü olmak isterler, hâkim olmak isterler, e bir de zengin olmak isterler ki en güzel kadın, en kocaman araba onların olsun. Kimisi becerir bunu, ama pek çoğunun bu hayalleri de yalan olur. Kolay kanarlar çünkü kurnazlıkları çok işe yaramaz...
Kadın da şöyle güzelliğiyle, kutsal anneliğiyle, besleyen, büyüten, koruyan, gözeten haliyle bir köşecikte oturup kalmayı bilemez ki... Tutar önce kendi dünyasını, sonra kocasının dünyasını, sonra da neredeyse bütün dünyayı değiştirmeye kalkar.
Bizim kara gözlü, yağız erkeğimiz ak yelelerini savura savura gelen atından inince bir bakar ki siyah saçları gonca gül kokan kadını, hayatın karşısında kendinden güçlü duruyor. Haydaa...
Kadın aklını ve yaratıcılığını kullanıyor, yoktan var ediyor, iki şişi alıp kazak örüyor, un ve suyla ekmek yapıyor... Annesinden öğrenmiş işte, bir şekilde hayatta kalmayı ve hayatında olan her şeyi koruyup, yaşatmayı öğrenmiş, kanında var.
Kara gözlü erkeğin içinde bir kıskançlık başlar, bir hazmedememe, bir kendisine karşı hayal kırıklığı... "Aslan oğlum benim!" diyen annesinin sesi kulağında çınlarken, dönüp de kendisine "Anne ben o kadar da aslan değilmişim..." diyemez. O da döner, elindeki güzeller güzeli kadına uzanıp, çat diye kırıverir. Uzaktan kulağımıza taze bir dalın kırılma sesi gelir.
Önce kalbini kırar, sonra umutlarını kırar, sonra yaşama isteğini, en sonunda orta yerinden kırar atar. Bir süre sessizlik olur her kırılıp giden kadının ardından... Sonra ortalığı hüzünlü bir yasemin kokusu sarar... (AY/HK)