dünya değişiyor, hem de hızla!
üzerindeki insanlar ve onlardan oluşan topluluklar da...
bu değişimin her zaman iki karşıt yanı var, olmak zorunda, oldu! çünkü değişim ancak karşıtların çatışmasıyla gerçekleşiyor, başka da bir yolu yok.
değişik bakışlarla bu iki karşıt yanı tanımlayabiliriz. bu karşıtlıkların en basiti ve en çok söz edileni, ama bir o kadar da muğlak ve içeriği tarif edene göre şekilleneni “iyi ve kötü”dür. yine de tarihin bu çatışmanın sonucu olduğu söylenebilir. “güzel ve çirkin”, “doğru ve yanlış”, “emek ve sermaye”, “bilim ve hurafe”... daha da çoğaltabiliriz bunları.
şimdi de içinde olduğumuz toplumsal şekillenmede de iki genel akım yavaş yavaş netleşiyor.
bir tarafta tüm unsur, olanak ve yanlışlarıyla “kapitalist yaşam”, diğeri ise insanın da bir parçası olduğu doğayla birlikte ve içinde yer alan her unsurun birbirlerine gereksinimini olduğunu kabul eden, bir dayanışma mantığıyla bir arada yaşamaya yönelen; birçoklarınca, özellikle de “kapitalist yaşam biçiminin sonsuza kadar süreceği”ni savunanlarca “ütopik” olduğu söylenen, kimilerince “ekolojik” vb. nitelemelerle açımlanan, insanlığın ilk varolduğu anlardaki gibi, sınıfların, egemenlerin olmadığı bir “doğal yaşama hali!”.
doğada hiçbir şeyin yoktan varolmadığını, varolan bir şeyin de yok olmayacağını bundan yaklaşık 250 yıl önce lavoisier söylemişti. o “ütopya” olduğu söylenen her şey aslında doğanın içinde var ve şöyle ya da böyle sürüyor. bir uzlaşma ve çatışma hali olarak birbirine dönüşen süreçlerde yaşansa da böyle.
kapitalizmin ne olduğunu en iyi ve doğru biçimde çözümleyen, değişimin ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunu söyleyen marksist felsefe de aslında birbirini yaratan, biri varolduğu ada diğerinin de mutlak olduğu, çatışan tarafların uçlarının asla bir araya gelemeyecekleri noktayı “tam zıtlık kazandıkları” an olarak tarif edip, değişimin bu anda gerçekleşeceğini ileri sürüyor.
aslında var ve yaşanıyor
dolayısıyla “kapitalizmin karşıtı yaşam” asla denildiği gibi “ütopik” falan değil, şu anda var ve farklı biçimlerde şöyle ya da böyle yaşanıyor.
önemli olan bunları fark edebilmek, önce yineleyerek, sonra da benzerlerini yaratarak ve uygulayarak çoğaltabilmek, çoğalabilmek.
çoğalmanın yollarından birisi “paylaşım”. paylaşımı yine kapitalist süreç egemenin tasarruf ve belirleyiciliği altında bir “bölüşüm” olarak tarif ediyor. marksizm de bunu zımnen de olsa kabul ediyor ve “bölüşüm biçimi ve paylarını” değiştirmek için bir mücadeleyi vazediyor.
oysa paylaşım basitçe metanın, kaynakların ve paranın bölüşümünden daha öte anlamlara da sahip: bir güzelliği yalnız başınıza değil, birisiyle birlikte izlerken ve yaşarken de yaptığınız iş ya da eylem de bir “paylaşım” ama bu asla o güzelliği küçültmüyor.
hatta tersini sağlıyor, böyle yapıldığında o paylaşım o güzelliği büyütüyor ve çoğaltıyor.
bu söylediğim yalnız bakış açısı ve ona koşut bir dil ya da söyleyiş biçimiyle sınırlı değil; tersine bir gerçeklik hali. üstelik de bu durumda paylaşanların tek tek aldıkları, tek başınayken aldıklarından ya da sahip olduklarından çok daha fazla ve büyük olduğu herkesçe biliniyor.
yaklaşık 2,5 yıl boyunca dolaşarak yaşadığım dönemde en çok hissettiğim gerçekliklerden birisi buydu. doğanın bu coğrafyaya verdikleri, onun içinde olunduğu sırada hissedilenler “tek başına” ve “birileriyle birlikte” olduğum sırada hep farklıydı ve kesinlikle birileriyle birlikte olduğumda aldıklarım çok daha fazlaydı. o dönemde yazdığım yazılara bu gözle bakıldığında bu söylediğimin anlamı çok daha iyi anlaşılacaktır.
birlikte varız!
insanın belki en zayıf, belki de en güçlü olan yanı kendi benzerleriyle birlikte varolabilmesi. tek başına yaşayan insan yok. insan bir topluluk içinde varolabilen bir canlı türü. dünyanın neresine, zamanın hangi dönemine gidilirse gidilsin bu bir gerçeklik.
başka toplumlarda, onların kendi var ettikleri örneklere baktığımda da da benzer şeyleri gördüm, okudum, öğrendim. üstelik bu yalnız bugünde değil, geçmişte de hep böyle olmuş.
evet kapitalizm ve kapitalist yaşam biçimi, onu gerçek anlamda bilenleri ve sonuçlarını her boyutuyla yaşayanları “eksiltiyor”, tüketiyor”, “boğuyor”, “öldürüyor”, “yok ediyor”!.
ama yaşam sürdüğü için bu boğulmaya karşı durabilmek için de hep bir şeyler bulunuyor, yapılıyor, yaşanıyor ve yaşam sürüyor.
kapitalizmi ortadan kaldırmak için bir “anti-kapitalist” mücadele vermek, ona ve olumsuzluklarına itiraz etmek, onun vazettikleri ve dayattıklarına karşı durmak, mücadele etmek çok doğru, gerekli hatta kaçınılmaz, üstelik tarihsel bağlamda da zorunlu bir insani tutum. ama bence yetmiyor, yetmez de!
kapitalizmin dışında ve onu varedip çoğaltmayacak “yaşam(a) biçimleri”, “örnekler”, “uygulamalar”, “tutumlar, davranışlar, alışkanlıklar” da bulunmak, yaratılmak zorunda.
selamlaşma eylemi ve papagolar
bir kitap (1) okuyorum. şu sıralarda. bundan neredeyse yüz yıl önce yazılmış. amerika da bir yerli topluluğun yaşam biçimlerini anlatıyor. o toplumda “selamlaşma”nın nasıl olduğundan söz ediyor yazarı. kendi sözleriyle aktarayım:
“... chona bizi karşılayacak birilerini beklememiz gerektiğini söyledi. gerçekten de bir süre sonra bizi karşıladılar. aile bireyleri evin içinden, dışından çıkıp gelmeye başladılar. yn yana dizildiler. kahverengi saçlı ve küçük bir bıyığı olan chona’nın eniştesi ortalarında duuryordu, yanında biri küçük, biri de yaşça ondan daha büyük iki oğlan vardı. adamın diğer yanında siyah elbisesi ve şalıyla, selvi boylu ispanyol karısı, karısının yanında ise ilkokula giden amerikalı çocukların giydikleri pamuklu önlüklerden giymş iki kız çocuğu yan yana duruyordu.
tüm bunları görebildim, çünkü ale hiç kıpırdamadan, tek bir kelime bile etmeden, nazikçe gülümseyerek öylece duruyordu. chona ve lapai ile birlikte arabadan indik ve gülümseyerek aileye karşılık verdik. chona bana daha sonra anlattı, papagolar böyle selamlaşıyorlardı. insan karşısındaki diğer insanların nasıl hissettiğini, mutlu mu, yoksa mutsuz mu olduğunu, nasıl haberler taıdığını, son görüşmeden bu yana değişip değişmediğini ancak bu şekilde anlayabilirdi. bu yüzden de öylece durup birbirimize gülümsedik ve birbirimizin kişiliğini kavramaya çalıştık. aslında insanlar birbirini selamlamak için hiçbir sözcük kullanmıyordu”
yeryüzündeki binlerce farklı toplum ve toplulukta bundan çok farklı selamlama biçimleri olduğunu biliyoruz. her birinin ardında, en az buradaki kadar dolu anlamlar ve değerler olduğunu söylemek de yanlış olmaz. her birinin bir ihtiyaca, bir gerekçeye dayandığını söylemek de.
bunların içinde bir de günümüzün dünyasında, her yerde ve her zaman geçerli, çoğu zaman ardındaki duyguları ifade etmeyen, küçük farklılıklarla neredeyse birbirinin aynı olan selamlaşmayı ve bunun farklı durumlar ve anlar için farklı uygulama biçimlerini, hatta selamlaşmanın bile söz konusu olmadığı durumları, yaşamı düşünelim. onların ardındaki anlamları ve daha da ötesini söyleyeyim, kapitalist yaşam için anlam ve gerekçesini düşünelim. nasıl geliyor size?
sonra bunu çağrıştırmayacak, buradaki anlamı yeniden yaratmayacak ve onu var etmeyecek, üstelik de bize iyi gelecek ve kendimizi daha iyi hissettirip, daha çok olduğumuzu düşündürecek ve kuvvetli kılacak başka bir selamlama biçimi bulalım ve uygulayalım.
dahası dışarıdan bakan farklılığı fark etsin, bizim öncelediğimiz noktaları hissetsin, sonrasında ya katılarak, ya da kendisine daha uygun gelecek başka biçimleri bulup, birileriyle uygulasın.bu anlattığımın karşılığı ve bedeli “kapitalist sistem içindeki” konumumuz ve durumumuzla ilgili olarak bir bedel ödememizi gerektirmez. başka bir deyişle bunu yaptığımızda kaybedeceğimiz bir şey yoktur. tersine büyük bir maddi ve manevi anlamda bir “kazanç” ya da “yarar” bizim olacaktır.
zumbara, esyapaylaş, ortak kazan
bir süre önce dahil olduğum “zumbara” adlı zaman bankacılığı sisteminden şu sıralarda sıkça mesaj alıyorum. yalnızca net üzerinde bir iletişim ve paylaşım ortamı olmaktan çıkarak, gerçek bulunmaları da sistemin içine dahil eden bir yaklaşımı benimsemeye başladılar.
farklı şehirlerde, üniversitelerde, mahallelerde yaşayanların bir araya gelmelerini, tanışmalarını, konuşmalarını ve kendi “zumbara topluluklarını” oluşturmalarını öneriyorlar. böylelikle yeni buluşma, paylaşım koşul ve olanakları yaratarak yaşamın kolaylaşabileceğini ve güzelleşebileceğini söylüyorlar.
zumbara’yla ilgili olarak bianet’te daha önce yayınlanan bir söyleşide, “alternatif bir ekonomi sistemi olmanın yanında alternatif bir ilişki modeli” kurulduğu, “aradan paranın kalktığı”, dolayısıyla “insanların birbirileriyle daha farklı bir ilişki kurabildiği” bir örnek olduğu belirtiliyor. tümüyle “gönüllülük” ve doğrudan bir alışverişe dönüşmeyen bir “karşılıklılık” temelinde olan bu örnek uygulamanın “bencilliğin ve salt kendi çıkarını düşünmenin” ötesinde “bolluk ekonomisi” adını verdikleri bir alternatif modeli öneriyorlar.
para bir araç olduğu halde, yaşamın gerektirdiği bir şeyleri sağlamak amacıyla aslında kendi özü anlamında hiçbir değeri olmayan bir şey için zamanın harcandığını, oysa aynı zamanın, sonucunu bildiğiniz ve gördüğünüz, sisin için de ihtiyaçlarınıza karşılık gelecek bir şekilde harcayabileceğinizi öneriyorlar.
dahası günümüzde kapitalist ekonominin krizde olduğu yerlerde bunun maddi yaşam anlamındaki karşılıkları da dahil çeşitli örneklerinin yaratılabildiğini biliyoruz.
böyle yer ve durumlarda insanların kendiliğinden böyle uygulamaları gerçekleştirdiği, şu anda yunanistan’da, ispanya’da, tahrir meydanı’nda bu tür “zaman bankaları”nın oluştuğu, ortak kazan kaynatmak, birlikte paylaşarak yemek gibi, farklı dayanışma ve paylaşım sistemleriyle bunu zenginleştirip geliştirdiklerini söylüyorlar.
başkaları da var: yine net üzerinden buluşmayı sağlayan “esyapaylas.com” bunlardan bir başkası. bu uygulamayı ve temellerini anlatan bir başka söyleşi de yine bianet’te yayınlandı.
farklı olanı aramak
bunlar olan ve uygulanan örnekler. onlardan benimsediklerimize karışmak ve katılmak, yeniden var edip üretmek, çoğaltmak elimizde ve hemen şimdi mümkün. ama daha ötesi de mümkün:
kapitalist yaşamı yinelemeyecek, varetmeyecek, yapanı ya da yaşayanı daha mutlu edecek, daha büyütüp çoğaltacak, başkalarının da benimseyip başka biçimlerini üretmek için heyecanlanacağı unsurları, davranışları yaşamda varetmek, paylaşmak ve çoğaltmak gerek.
en kolay olandan, en yakınınızdakinden, en mümkün olandan, en az bedel ödeyip, en çok kazanımı elde edeceğiniz, ve “oh iyi ki yapmışım” diyeceğiniz şeyleri bulup yaşamınıza katın ve onları çoğaltın ve yayın. anti-kapitalist mücadele böyle de olur!
(1) papago kadını, ruth m. underhill (çev: çiğdem girgiç çalap), epsilon yayınları 2003