Açlık grevinin 110. gününde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın süresiz açlığına suskun kalan yargının sessizliği trajedidir.
Hâkimlerin sessizliğinden ve sorumluluklarından söz edelim. Çünkü hem Gülmen ve hem de Özakça “tutuklu” ve onları yargılayacak yargının gözü önünde iki insan ölüme koşuyor!
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 10 Kasım 2016 tarihli Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi (CCJE) 19 Nolu Görüş (2016) / “Mahkeme Başkanlarının Rolü” başlıklı bir görüş hazırlandı. Bu görüşte; Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi (CCJE) özellikle bağımsızlık, kalite ve adaletin etkinliğinin sağlanmasında mahkeme başkanlarının rolünü ve öte yandan hâkimlerin sorumluluklarını sorguladı.
“Mahkeme başkanları hem yargı sisteminin bütününün gelişmesine, hem de tek tek mahkemeleri vasıtasıyla yüksek kaliteli ve bağımsız yargı hizmetinin sunumu ve sürdürülmesine katkıda bulunurlar”. Bu yaklaşımı CCJE temel kural olarak görüyor.
Bir başka deyişle CCJE’nin “mahkeme başkanlarının rolüne ilişkin konuları ve endişeleri” incelemesinin amacı; bağımsız yargının daha etkili şekilde işleyişine ve geliştirilmiş adalet kalitesini garantilemeye duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyor.
CCJE’ye göre; hâkimlerin ve bir bütün olarak mahkemenin bağımsızlığının ve tarafsızlığının her daim koruyucusu olmak mahkeme başkanlarının temel görevidir.
Sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede uygulamanın getirdiği bir sonuca CCJE şöyle değiniyor: “Mahkeme başkanlarının devletin diğer organlarıyla olan ilişkileri eşitlik ve güçler ayrılığı ilkesi temelinde olmalıdır. Bazı ülkelerde yürütme yetkisi, Adalet Bakanlığı aracılığıyla, mahkeme yöneticileri ve yargı denetimleri vasıtasıyla mahkeme idaresi üzerinde hatırı sayılır bir etki uygulamaktadır. CCJE mahkemelerin düzenlenmesinde yürütme görevlilerinin yer almasından kaçınılması gerektiğini belirtmektedir. Bu görevlilerin bulunması yargının işleyişine müdahaleye yol açabileceği için yargı bağımsızlığını tehlikeye atar. Böyle durumlarda mahkeme başkanlarının yürütmenin mahkemenin eylemlerine yapacağı muhtemel müdahaleleri önlemek gibi önemli bir görevi vardır”.
Yürütme görevlilerinden birinin mahkemelerde yer almasına az kaldı!
Acaba bizde zaten sürekli tehlike altında olan yargı “bağımsızlığı” ve “tarafsızlığı”; mahkemenin yargıçları eliyle sağlanabilir mi? Yoksa Avrupa ülkelerinde veya herhangi bir ülkede sık rastlanan yargının işleyişine karşı müdahalelere karşı mı çıkılmaktadır yoksa gereği yerine mi getirilmektedir?
CCJE’ye göre; mahkeme başkanlarının mahkemeyi yönetirken yargı erkinin temel prensiplerine sıkı sıkıya uymaları çok önemlidir. Genel olarak bu durum mahkeme başkanı olarak atanan kişilerin davalar hakkında karar verme konusunda geniş tecrübeleri olmasını gerektirmektedir.
Kolay anlaşılır ve tutarlı içtihat hukuku, hukuki kesinliğin önemli bir parçasıdır. CCJE’ye göre Mahkeme başkanlarının yargı kararların kalitesini, anlaşılırlığını ve tutarlılığını garantiye alma görevlerini gerçekleştirme sırasında yargı bağımsızlığı ilkesine saygı göstermeleri gerektiğini belirtmektedir.
Ayrıca CCJE; hâkim seçiminde olsun mahkeme başkanı seçiminde olsun önemli olanın 12 no’lu tavsiye kararında (CM/Rec 2010/19 ve 1 no’lu görüşünde (2001) belirlendiği üzere“…üye devletlerde atamaları ve terfileri gerçekleştirmek ve bu konularda tavsiye bulunmak görevlerinden sorumlu olan otoriteler şimdi, vasıfları, dürüstlüğü, beceriyi ve verimliliği göz önünde bulundurarak hâkimlerin seçiminin ve kariyerinin liyakate dayalı olduğunu garanti ederek objektif kriterleri lanse etmeli, yayınlamalı ve uygulamaya koymalıdır” şeklinde belirtildiği üzere, en iyiyi ve en iyilerini seçmek gerekmektedir.
Yargıçların seçim ve atanmaları, mahkeme başkanlarının seçim/seçilme prosedürleri yasayla belirlenmelidir. Sistem liyakat temelinde işlemelidir. Ayrıca bu prosedürler herhangi bir siyasi etki ihtimalinden uzak olmalıdır.
Birçok ülkede olduğu gibi acaba hâkim tayin ve atamalarında uygulanan “seçim” yöntemi liyakat göre midir yoksa liyakat ölçüleri yürütme erkine ve düzene uyumlu olanların seçimi midir?
Yargının açlık grevleri hakkında deneyimi var mıdır yok mudur?
Ülkemizde bu anlamda yargının “yaşam hakkı” bakımından olması gereken bir deneyim ve yargı erkinin temel prensiplerine uygunluk kalmamıştır. Hafızası ve geçmiş kararları bile tarihinden silinmiş olan yargı, açlık grevlerinde ve ölüm oruçlarında ölenlerin ölümlerine çare bulamamıştır zaten! Hataların tekrarı üzerine kurulu yargının geçmiş tarihi, insan haklarını korumaktan çok yürütme erkinin isteklerine uygunluktur.
Yargının işleyişindeki en küçük adımda bile siyasi etkiye açık her olasılık yargının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesini zedeleyecektir. Sonraki yargısal işlemlerde siyasal etkinin somutlaşmasıyla karşımıza çıkacak yargı sorunlarının çoğalacağı açıktır. Artık adil yargılanma hakkı sona ermiştir.
Böyle bir geleceğin en önemli kanıtı; Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın süresiz açlıklarına sessiz kalan yargının içinde bulunduğu sessizliktir.
Tükenmiş yargının sessizliğinde süresiz açlığa yatmak suretiyle direniş sürüyor…
Herkes için adalet isteyenler ve gerçekler yürüyor…
Bir dirhem bile olsa insan onurunu korumak için bu topraklarda gerçekler, inadına volta atıyor… (Fİ/ÇT)