2005 konuşmasında kısa bir süre sonra Şemdinli'deki Umut Kitabevi'nin bombalanması ve bombalamayı izleyen olaylarla başlayan üç yıllık süreçte Diyarbakır konuşmasının yarattığı iyimserlik havası giderek değişti. Mart 2008'de Newroz kutlamalarında çıkan olaylarda dört kişinin hayatını kaybetmesi, yüzlerce kişinin yaralanması, gözaltına alınması, Diyarbakır'da F-16'ların kalabalığın üstünde alçak uçuş yapması, sertleşme sürecinin 2008'de de devam edeceğini gösteriyordu.
Sürecin son halkasını, Ekim ayının son haftasında hem "Abdullah Öcalan'a kötü muameleyi protesto" hem de Erdoğan'ın gelişini protesto amacıyla birçok şehirde düzenlenen gösteriler, bu gösterilerde çıkan çatışmalar (Doğubeyazıt'ta Ahmet Özkan adlı genç plastik mermiyle vurularak öldürüldü) ve 20'nin üzerinde şehirde gerçekleştirilen kepenk kapama eylemi oluşturdu.
AKP, 2004 yerel seçimleri ve 2007 genel seçimlerinde gösterdiği başarıyı 2009 yerel seçimlerinde tekrarlayabilecek mi? Bölgede yaşayanlar yaşanan süreçle ilgili ne düşünüyor? AKP'nin gerçekten bir siyasi çözümü temsil ettiğine inanıyorlar mı? Bu soruları bölgenin en büyük şehri Diyarbakır'da ve sınır şehri Hakkâri'de bir örgütü temsil etmeyen ama politik olarak etkin kişilere yönelttik.
Besi: "Artık paşasının başbakanıdır"
Hakkârili Sadullah Besi, 26 yıl Köy Hizmetleri'nde çalıştıktan sonra atölye şefliğinden emekli. Saadet Partisi üyesi. Şehir merkezindeki meydana bakan evi, birbirinden güzel yüzlü çocuklarıyla kıpır kıpır. Birazdan Recep Tayip Erdoğan Diyarbakır'a girecek. 20'nin üzerindeki ilde olduğu gibi Hakkâri'de de kepenkler kapalı. Meydanda polisler heykelin önünde bekliyor. Özel Harekât'ın akrepleri sokaklarda turluyor. Merkezde gösteri yok, ama çok geçmeden mahalleler hareketlenecek.
Besi, "Elbette beklenti vardı" diye başlıyor. "Zaten AKP bu beklenti nedeniyle bu kadar oy aldı. Fakat yolları tamamen kapattı. Bundan sonra kendisine kesinlikle güven yoktur. Artık paşasının başbakanıdır. Başbakanlığa layık bir insan olsaydı Diyarbakır'da verdiği sözü tutardı. Kürt sorununa bir çözüm getirecekti. Bu, yangına körükle gidiyor."
Besi, sınır ötesi operasyonların Hakkâri'de halkın hoşuna gitmediğini belirttikten sonra ekliyor: "Bunların PKK'yle pek büyük bir sorunu yoktur. Güney Kürdistan'da ufak bir oluşum var, bunlar o oluşumun peşindedir. Geçen sene de teskere çıktı. Bir yıl boyunca bu dağlar bombalandı. Ne elde ettiler? Halk gücendiriliyor. Yapıcılığa gelmeyen bir hükümet halkı kendisinden uzaklaştırıyor. Böyle iki torba kömür dağıtmakla, kadınlara çocuk parası vermekle bu halk teskin edilemez, ikna edilemez. Halkın istediği apayrı bir şeydir. İnsanca yaşamaktır. Ayrıma tabi tutulmamaktır."
Besi, çatışmanın tırmandırıldığı ve olayların artacağı kanısında: "Bunlar çatışmanın durmasını istemiyor… 'PKK ile halkı birbirinden ayırmak lazım' diyorlar. Bu dağdaki adam benim çocuğumdur. Beni ondan nasıl ayıracaksın? Bu çocukların hepsi bu halkın çocuğudur. Bunlar kendi çocuklarını bırakmazlar. Sonra bunlar hak olan bir hakkı istiyorlar. Bunların memleketi bölmekle bir alakaları yoktur. İnsanca yaşamak istiyorlar."
Newroz'da yaşananlardan örnekler verirken Hakkâri'nin merkezinde polislerin herkesin gözü önünde bir çocuğun kolunu kırdığını, Van'da toplanan bir grup kadına yüzlerce polisin saldırdığını anlatıyor ve bu tür olayların halk üzerinde büyük etki yarattığını belirtiyor: "Bu halk bu partiye artık kesinlikle güvenmez, Doğu'da herhangi bir kesimin AKP'ye oy vereceğine kesinlikle aklım ermiyor."
Atan: "Savaş hükümeti konumunda"
Hakkârili Mikail Atan ise son 30 yılın tanıklarından. Hakkari Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü'nde 12 yıl çalışmış. 1997'de tutuklanıyor ve 33 ay hapiste kalıyor. Daha sonra Avaşin Kültür Sanat Merkezi'nin kuruluşunda yer alıyor ve 5-6 yıl derneğin başkanlığını yürütüyor.
"AKP, birincisi İslamiyet'i kullandı; bir de o dönemde Kürt sorununun çözümü konusunda alternatifsiz kalan Türkiye siyasetinde, 'Kürt sorunu bizim sorunumuzdur' yaklaşımıyla halkın tercihini aldı" diyor. "Ama daha sonra tamamen bir savaş hükümeti konumuna düştü. Özellikle AKP'ye açılan dava süreciyle birlikte Genelkurmay'la anlaşarak, teskere çıkararak, bir yerde tamamen Genelkurmay'ın denetimine giren bir konum sergiledi. Kürt sorunu konusunda aslında gelmiş geçmiş hükümetlerin Kürt sorununa yaklaşımlarından çok daha radikal inkârcı, imhacı bir yaklaşım içerisinde… Şu anda Olağanüstü Hal'in tekrar getirilmesi söz konusudur. Aslında getirilmese bile uygulamalarda bunlar görülüyor. Ev baskınları düzenleniyor, bu baskınlarda insanların değer yargılarını tamamen ayaklar altına alınıyor, insanlar potansiyel suçlu gösteriliyor. Bu yönüyle AKP hükümeti bölgede silinmiş durumdadır."
Kaya: "AKP'yi önce çok farklı gördük"
Hakkâri de dahil tüm bölgede kepenk kapama eylemlerinin yapıldığı o pazartesi gününden 48 saat önce Diyarbakır'daydık. Şehirde bir yürüyüş hazırlığı; DTP binası önünde insanlar birikmiş, caddeler ve kavşaklar polis tarafından tutulmuş durumda. DTP Diyarbakır milletvekili Gültan Kışanak'ın valiyle yaptığı telefon konuşmasının ardından polis kordonu açılacak ve yürüyüş gerçekleşecek. Ama gösterinin sonunda atılan taşlara polis gazla cevap verecek ve ortalık karışacak.
"Abdullah Öcalan'a kötü muameleyi protesto" için düzenlenen gösterilerin ilki bu. O ilk gösterinin olduğu günün akşamı sorularımızı emekli tarih öğretmeni Latif Kaya'ya yöneltiyoruz.
"Biz önce AKP'yi çok farklı gördük. Birçok arkadaşımız, sol tandanstan gelmelerine rağmen oy verdiler "diye söze başlıyor. "Gelsin bunlar, farklı düşünüyorlar, ırkçı bir anlayışları yoktur dendi. Yok saymıyorlar, Kürtler vardır diyorlar. AKP'nin oy patlaması yapmasının arkasında, bunlar gelirse bir çözüm bulunabilir umudu vardı. Bazı şeyler yaptılar da. Fakirlere yardım etmiştir; yiyeceği, içeceği, kömürü. Bu güzel bir şeydir. Ama bizim derdimiz bu değildir. Bizim esas meselemiz bu problemin çözümüdür. Yoksa bize yardım yapmış, yardım yaptığı için ben ona oy vermek mecburiyetindeyim, öyle bir şey yok."
"AKP'nin bir siyasi çözümü temsil ettiği kanısında mısınız?" diye soruyoruz.
"Bence siyasi bir çözüm gündemde yoktu" diyor. "Şimdi mesela diyorlar ki, 'Biz Güney yönetimiyle buluşalım, ilişki kuralım.' Eğer ilişkiyi sırf PKK için yapıyorsa, bu yine bir çözüm değildir. Çünkü onların kavgası işi içinden çıkılmaz hale getirir. Yani Kürtler gelsin, bir kavgaya tutuşsun. Çok zor. Türkiye onlarla ilişki kursun, güzeldir, kursun, ama sırf PKK için değil. Her alanda kursun."
"AKP'ye verilen destek yerel seçimlerde devam eder mi?" diye soruyoruz.
"Militarist baskıya girdiği zaman gireceği iktidar savaşından başarılı çıkamaz. Boşuna çabalamış olur. Tamam, ekonomik durum da lazım. Ama bizim asıl sorunumuz bu meselenin kökünden çözülmesidir. Yani silahlar tak tuk ettiği zaman ne ben rahatım, ne öbürü, ne öbürü."
Latif Kaya, özellikle teskereyle beraber AKP'nin "bir sulta altına girdiğini, bir takım şeyleri durdurduğunu" düşünüyor. "Bu nedenle de istediği başarıyı burada gösteremeyecektir. AKP çatışmaları durdurdukça, öyle sınır ötesi operasyon kararıyla falan değil, demokratik adımlar atmakla, ortamı yumuşatmakla gelişebilirdi. Hatta diyebiliriz, çok daha büyük oy alabilirdi. Çünkü bu halk geçmişte çözümü AKP'de gördü. Demokrat kesim de çok verdi AKP'ye. Geçmişte solcuyum diyen, bugün herhangi bir şeyle bağlantılı olmayan insanlar çalıştı. Laf işite işite! Küfür işite işite!"
Fırat: "AKP'de muhafazakâr ve milliyetçi eğilimler öne çıktı"
Diyarbakır'da sorularımızı yönelttiğimiz bir başka kişi de, sağlık emekçilerinin sendikal örgütlenmesinde yıllarca önemli görevler üstlenmiş, emekli sağlık memuru Ali Haydar Fırat. Tunceli doğumlu Fırat şimdi Denk Yayınları'nda ve Çıra Kültür ve Sanat Derneği'nde çalışıyor.
Başbakan'ın Diyarbakır konuşmasını izleyen süreçte AKP'nin sorunları çözmeye yönelik adımlar atmamasını iki şeye bağlıyor. "İlki kendi yönetim anlayışı, ikincisi de askerin yönetim üzerindeki baskısı" diyor. "Bu söylemden sonra oluşturulan parti yönetimi içerisinde hem muhafazakâr hem de milliyetçi eğilimler öne çıktı; Cemil Çiçek gibi. Ama birçok kişi iyi biliyor ki AKP'nin içerisinde sivilleşme hareketine, Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik, yani en azından yasal değişikliklere dair bir kıpırtı var."
Fırat, 2007 seçimlerinin ardından Recep Tayip Erdoğan'ın "yeni", "sivil" bir anayasaya yaptığı vurguyu önemli bulmakla birlikte, bunun devamının getirilmediği görüşünde. "Sivil anayasal anlayışını, en azından sivilleşmeyi öne çıkaran siyasileri hükümete alarak, parti yönetimine alarak gerçekleştirmiş olsaydı bu sorunu çözmüştü" diyor. "Şimdi ise AKP'nin bunları dönemsel olarak kullandığı izlenimi oluşuyor; bende dahil."
Mızraklı: "AKP'deki değişim Şemdinli sonrası"
Diyarbakır Tabip Odası Başkanı doktor Adnan Selçuk Mızraklı'yla, Erdoğan'ın şehre gelişinden bir gün sonra akşamüstü buluşuyoruz. Yanımıza bir ameliyat çıkışı geliyor. Hacettepe Tıp'da okuduğu yıllardan beri bölgede yaşananlara yakından tanıklık eden, üç çocuk babası Mızraklı, "AKP'nin Kürt sorununa çözüm üretme noktasında samimi olduğunun işaretlerini görmüyorsunuz" diyor. "Yeri geldiğinde siyasi itibarını yükseltmeye dönük manevraları olabiliyor."
Erdoğan'ın "Kürt sorunu"nu tanımasının 1991'de Süleyman Demirel'in Diyarbakır'da "Kürtlerin varlığını tanıyoruz" demesinin ötesine geçmediği kanısında. "AKP'de billurlaşmış, yürürlüğe girmesi muhtemel bir program olduğunu hiç düşünmedik" diyor. "Zaten aradan geçen süreç bu konuda ne kadar samimi olduklarını veya olmadıklarını gösteren örneklerle dolu… Seçime bir yıl kala devletin geleneksel seçkinleri ile AKP'nin yaşamış olduğu gerginlik, o gerginlik ekseninde bir tür muhalif olma, hele hele o dönemde diğer partilerin Kürt sorunu konusunda azgın milliyetçi bir politik çerçeve çizmiş olmaları, ister istemez bu bölgede bir takım kesimlerde olumlu bir görünüm sağladı... Sınır ötesi operasyon yapalım diyenlere Tayyip Erdoğan diyordu ki, 'Biz içerideki dağlarda olanlarla işimizi bitirdik mi ki, kalkalım gidelim sınır ötesinde operasyon yapalım?' Bu çerçevede kısmen bir teveccüh gördüklerini düşünüyorum."
Mızraklı AKP'deki değişimin birçok kişi tarafından "Dolmabahçe [toplantısı] öncesi ve sonrası diye tarif edildiğini" söyledikten sonra, "Ben kendi adıma Şemdinli öncesi ve sonrası olarak tarif ediyorum" diyor. "Şemdinli'de bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etmiş, kare kare fotoğraflanmış, çok aşikar bir durum karşısında ülkenin genel kurmay başkanı bunlar iyi çocuklardır diyor. O kişiler yargılanmaya başladıkları zaman savcı görevden alınıyor, hukukçuluk da dahil olmak üzere bütün kamu haklarından ömür boyu men ediliyor… AKP, Şemdinli'den itibaren artık koordinatlarını o merkezi yapıya göre belirler hale gelmiştir."
"Şimdi şunu sormak gerekiyor" diyor. "Dağlarda insanların yaşıyor olması, Türkiye'de Meclis'in bu konudaki eksiklikleri ortadan kaldırmasının önünde bir engel midir? Fiziki bir engel midir, ruhsal bir engel midir, siyasal bir engel midir? Yani şöyle bir tarifi kabul etmiyorum: 'Şu anda dağlarda çatışma varken konuşmamız abesle iştigal olur.' Yok öyle bir şey. 1999'la 2004 arasında bu dağlarda çatışma olmadığı zamanlarda da bu çerçevede atılması gereken adımların atılmadığına tanık olduk. Ayrıca zorun hiç kimseye yararının olmadığını, zorun hiç bir şeyi çözmediğini, aksine yarayı kangren haline getirdiğini geçmişteki pratik göstersin."
Besi, Atan, Kaya, Fırat ve Mızraklı, şüphesiz kendi adlarına konuşan insanlar. Ama içtenlikle düşüncelerini söylüyorlar ve söyledikleri şuna işaret ediyor: AKP'nin 2009 yerel seçimlerinde geçmiş başarısını tekrarlayamaması sürpriz olmayacak.(ŞA/YSS/EÜ)
* Bu yazı, Şahin Artan ve Yusuf Sami Solmaz'ın Newsweek Türkiye'nin 16 Kasım tarihli 3. sayısında yayınlanan yazının özgün halidir. Yazıyı beşeridurumlar.org sitesinden aktardık.