Tabip Üsteğmen Fatih Uluğ 2 Aralık 2007'den beri kayıp. O günden beri yalnızca 13 Aralık'ta Jandarma Genel Komutanlığı özetle "Fatih Uluğ’un kaybolmasıyla ilgili çok yönlü araştırmaların devam ettiğini" belirten bir açıklama yaptı. Gazetelerdeki spekülasyonların dışında yapılan tek resmi açıklama bu oldu.
Uluğ’un eşi Feray Uluğ, iki yaşındaki kızlarıyla birlikte önceki gün (19 Şubat) Meclis'te TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyesi CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’i ziyaret ettiğinde söylenecek son sözü söylemiş:
"Yalvarırım sağ ya da ölü onu bulun."
Yılbaşı geçti, bayram geçti, sevgililer günü geçti... Çocukları hızla büyüyor. Eşi hala kayıp olan Feray Uluğ, kabul edelim olabilecek en medeni biçimde Meclis'e başvuruyor, en incelikli üslupla acısını dillendiriyor: "Onu bulun, sağ ya da ölü."
Bir hayatı vardı...
Eğer kamuoyu vicdanı için Uluğ'un "kaybolması" olayının tamamen tahminler ve varsayımlar üzerinden bir "ordudan firar" hikayesine evrilmesine derin katkıda bulunan medyanın söyledikleri kadar Feray Uluğ'un konuyla ilgili görüşleri de önemliyse, Uluğ "Eşinin firar ettiğine inanmıyorum. Asker elbisesi ve silahıyla firar etmiş olamaz. Firar etmesi için de bir neden yok. Firarda olsaydı beni ve kızını mutlaka arardı. Kızına çok düşkündü. Onu görmeden, aramadan bir gün bile duramazdı" demiş.
Feray Uluğ'un bu cümleleri de bize "kaybolanın" yalnızca bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu değil, bir insan, bir baba olduğunu anımsatıyor. Anımsatıyor olmalı... Kamuoyu dediğimiz şey, başka babalar, anneler, erkekler, kadınlar, çocuklar, özetle insanlardan oluşuyorsa, anımsatmalı...
Akşam gazetesinin haberine göre Feray Uluğ ayrıca, "Eşinin tansiyon hastası olduğunu, 17 saatlik yürüyüş sırasında dönüş için diğerleriyle birlikte yola çıktığına şahit olanların olduğunu, yolda rahatsızlanıp gruptan kopmuş olabileceğine dair endişesini" belirtmiş.
Medyaya düşen...
Uluğ "Gruptan koptuktan sonra da PKK’lılar tarafından bulunup ‘doktorsun ha, bizim işimize yararsın, doktora çok ihtiyacımız var’ denilerek götürülmüş olabilir" diyor.
Vekil Ersin ise "Benim araştırmalarıma göre, kayıp üsteğmenin maaşının dörtte biri kesilerek eşine ödeniyor. 'Kayıp' kabul edilse tamamı ödenirdi. 'Firar' olsa hiç ödenmemesi gerekir. Kaçırıldığı kabul edilmiş ki, maaşının dörtte üçü ödeniyor" demiş.
Eğer şu anda TSK Fatih Uluğ'un kaçırıldığı kabulüyle hareket ediyorsa, o zaman onu arasın, akıbetinin peşine düşsün... Medya gerekirse Uluğ "sağ ya da değil" bulunana kadar her gün haber yapsın... Her gün "Bu genç adama ne oldu?" diye sorsun...
"Firar"...
Uluğ'un kaybolduğu günlerde, olayı ortaya çıkaran Taraf gazetesinde yer alan bilgilerle bazı yaygın medya gazetelerindeki bilgilerse birbirleriyle uyuşmuyorlardı. Örneğin milliyet.com.tr, olayı Uluğ'un "emrindeki askerleri helikoptere gönderdiği, kendisinin arkadan geleceğini söylediği ve gitmediği" bilgisini odağa alarak takdim etmişti. Bu anlatım elbette "firar" fikrini pekiştiriyordu, zaten milliyet.com.tr "firar" izlenimini öne sürmekten geri durmamıştı.
Uluğ'un kaybolduğu bir hakikat, "firar" ettiğiyse "varsayım"dı... Ne yazık ki medya için "firar" seksi, donarak ölen ya da kaybolması önlenemeyen TSK mensubu ise öyle çok göze sokulmaması gereken bir durumdu.
Eğer medya da heyecanlı bir "firar" hikayesine doyduysa, şimdi artık bu hikayeyi varsayımsal sonlara bağlama çabasından vazgeçip gerçekten Fatih Uluğ'a ne olduğunun peşine düşme zamanı gelmedi mi? (NZ/TK)