Kürtlerin “savaş konsepti” dediği, devletin her türlü baskı ve yıldırma politikasını devreye soktuğu 1990’lar, Diyarbakır’da Vedat Aydın’ın öldürülmesiyle tüm Kürtlere ilan edildi. Sıcakların bunalttığı bir Diyarbakır akşamı (5 Temmuz 1991) dört sivil polis tarafından evinden alınarak sonsuzluğa götürülen Vedat Aydın’ın iki gün sonra Maden’de cesedi bulundu. 10 Temmuz günü düzenlenen cenaze törenine on binlerce insan katıldı. Böylesi kitlesellikte bir cenaze töreni Kürtler açısından bir uyanışın da kilometre taşı olarak kabul edilebilir. Kürtler, Vedat Aydın şahsında, 12 Eylül darbesinden beri başta Diyarbakır Cezaevi’nde olmak üzere tüm bölgede hüküm süren devlet zulmüne karşı belki de ilk defa bu kitlesellikte bir cenaze töreni gerçekleştirdi.
PKK’nin kurucularından Muzaffer Ayata, Express’e yaptığımız bir mülakatta, 12 Eylül döneminde Diyarbakır’daki ölüm sessizliğinden şöyle yakınmıştı: “O ağır işkence yıllarında feryadımız yeri-göğü inletiyordu. Sesimiz ta Diyarbakır mahallelerine gidiyordu. Ama şehirde hiç kıpırtı olmadı. Biz çok öfkeliydik. Ben diyordum ki, burada ölürsem sakın mezarımı Diyarbakır’da yapmayın. Bir halk, yanıbaşındaki bu acımasızlığa nasıl bu kadar kayıtsız kalabilir, diyorduk.”
“Dağların şerefi”
Halkın zulme tepkisi, uzun bir birikimin neticesinde ortaya çıkıyor olmalı ki, Vedat Aydın’ın öldürülüşü üzerine Diyarbakır’daki o uzun sessizlik büyük bir gürültüyle yırtıldı. 10 Temmuz 1991’de herkes çok öfkeli, çok acılıydı. Vedat Aydın’ı bilenler, tanıyanlar, onun gidişini hiçbir zaman kabullenemedi. Onlardan biri de, Kürtlerin “ap/amca” dedikleri Musa Anter’di. Anter, Aydın’ın öldürülmesi üzerine şu “temennide” bulundu: “Wedat Aydin! Xwîna te ya pîroz şerefa çiyayên Kurdistanê bilindtir kir. Xwedê vê şerefe bike para min jî. Bextewarî ji te û miletê te re!” (Vedat Aydın! Kutsal kanın Kürdistan dağlarının şerefini daha da yüceltti. Tanrı o şerefi bana da nasip etsin. Milletinle birlikte bahtiyar ol!”
Apê Musa’nın temennisi, muhakkak bir sezgiye dayanıyordu ki, çok değil, bir sene sonra (20 Eylül 1992) aynı karanlık güçlerin kurşunlarıyla “dağların şerefini” yüceltti.
Ne yazık ki Kürtlere yönelik topyekûn saldırılar 1991’den itibaren artarak devam ettiği için, gerek Kürt hareketi gerekse Kürt yazar-çizerleri Vedat Aydın’ın yaşamını etraflıca kaleme alacak bir çalışma yürütemedi. Muhtemelen böyle bir çalışmanın yapılmamasının arkasında, onun ölümünü kabullenememe duygusu da yatıyordu. Fakat hiçbir gerekçe, bu gecikmenin bahanesi olamaz. Çünkü Aydın’ın hayat hikâyesine sadece yakın çevresinin vakıf olması “1990’lar konseptinin” arkaplanına vakıf olunmasını da güçleştiriyordu. Oysa doğumundan ölümüne kadar, hayatının her alanında mücadele etmek durumunda kalmış bir kahramanın hayat hikâyesinin ayrıntıları, Kürtlerin gerek kendi aralarında gerekse devletle ilişkilerinde yaşamak durumunda kaldıkları mücadeleye dair çok çarpıcı ipuçları sunuyor.
Yazar Şefîq Öncü’nün son derece duru Kürtçeyle kaleme aldığı kapsamlı, yer yer hüzünlendirici Vedat Aydın biyografisi bu açıdan benzeri olmayan veriler sunuyor.
Avesta Yayınları’nda çıkan “Dozek Dewranek Lehengek” (Bir Dava, Bir Dönem, Bir Kahraman) isimli biyografide Öncü, ailesi, yakın çevresi ve yoldaşlarıyla yaptığı derinlemesine görüşmelere dayanarak Aydın’ın çarpıcı, etkileyici ve bir o kadar da düşündürücü portresini çıkarmış. Diyarbakır, Ankara, Mardin, Bismil, Midyat, İstanbul, Yalova, Almanya, Stockholm ve Paris hattında dolaşıp onlarca kişiyle mülakat yapmış, sosyal medya üzerinden Aydın’ın fotoğraflarının hikâyelerini toplamış olan Öncü’nün bu biyografiyi özellikle Kürtçe yazmasının elbette bir sebebi var.
1990’dan 2013’e Kürtçe savunma talebi
28 Ekim 1990 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen İnsan Hakları Derneği Genel Kurulu’nda söz alan mülayim görünümlü Vedat Aydın, Genel Kurul divanı dâhil dönemin pek çok İHD üyesinin tahammülsüzlüğüne rağmen, aşağılanmış, yok sayılmış, yok edilmek istenmiş olan anadilinde bir konuşma gerçekleştirdi. Aydın’ın Kürtçe yasağına dikkat çektiği bu konuşması, hem şahsı hem de Kürtler açısından bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Nitekim Kürtçe konuştuğu için yargılandığı mahkemede de savunmasını anadilinde yapmakta ısrar etmişti. Şefîq Öncü’nün kitabının sonlarında da hatırlattığı üzere, KCK davası duruşmalarında Kürtçe konuşmakta ısrar eden siyasetçilere tam yirmi yıl önceden öncülük etmiş oluyordu Vedat Aydın.
Kürtlerin lehengi
Gelelim Öncü’nün büyük bir emek ve özenle toparladığı Aydın’ın hayat hikâyesine… Bismil’in Kîka köyünde, 14 Şubat 1954’ün soğuk bir gününde annesi Ayşe’ye –yine annesinin anlatımıyla- hiçbir zorluk çıkarmadan dünyaya gelen Vedat Aydın, ilkokul yıllarından itibaren haksızlıklara karşı gösterdiği direnç ve tepkiyle etrafta dikkat çekmeye başlar. Her ne kadar midesine –özellikle ete- düşkün olsa da, yediklerini paylaşan, kendi yükünü başkalarının sırtına bindirmeyen ve tabii korku nedir bilmeyen karakteriyle etrafta bir hayli ilgi çekmeye başlar. Sonraki yıllarda Bismil’de eğitimini sürdürürken de, arkadaşlarının anlatımına göre sürekli etrafında bir dost halesi oluşturmayı beceren, onlara öncülük edebilen bir özelliği var. Aslında soğuk bir Şubat gününde doğup sıcak bir Temmuz günü katledilene kadarki süreçte Aydın’ın yaptığı temel şey, haksızlığa karşı çıkanları bir araya getirebilmek ve hakkı, haklıyı her koşulda savunmaktan bir milim geri adım atmamak. Nitekim Bismil-Silvan-Diyarbakır-Kızıltepe hattında, birkaç defa okul yönetiminin sürgünleri neticesinde yer değiştirirken de asla taviz vermediğini öğreniyoruz Öncü’nün kitabından. Gündelik hayattaki haksızlıklara gösterdiği tepki, özellikle Güney Kürdistan’daki Barzani hareketinin de etkisiyle giderek politik bir nitelik kazanıyor. Ve Vedat Aydın yakın çevresinde “leheng” (yiğit-kahraman) olarak öne çıkıyor.
Tavşanlar ve tazılar
Vedat Aydın’ın kişisel hikâyesine, Türkiye ve bölgedeki politik gelişmeleri ustalıkla yediren Öncü, Aydın’ın Kürtlerin uğradığı zulmü hangi koşullarda politik bir bilince tahvil ettiğini de aktarıyor. Bir taraftan Kürt aydınları toplu olarak (49’lar davası) tutuklanırken (1959) diğer taraftan Barzani hareketinin uzantısı olan Türkiye’deki “Kürdistan Demokrat Partisi”nin oluşturulması, 12 Mart darbesi, akabinde giderek yükselen öğrenci hareketleri ve bunun Diyarbakır’a yansımaları… Sonrası bildik olaylar; başkaldırılar, darbeler, başkaldırılar, darbeler… Genç yaşta ailenin zorlamasıyla akrabası Şükran’la evlendirilen Vedat (1978) giderek politik hareketlere daha fazla meylediyor. 1980’de Filistin’e de yolu düşen Aydın, DDKD’nin örgütlü elemanlarındandır artık. Özellikle Diyarbakır’da ’80 öncesi öğrenci olaylarında rakip örgütteki gençlere korku salmasıyla bilinen Aydın, karşısındaki gruplara aman vermeyen tavırlarına karşın, yakın çevresinde de alabildiğine fedakârdır. 12 Eylül darbesiyle birlikte başlayan cadı avında hapishane yolu ona da görünür. Darbeden birkaç gün sonra Bismil’de gözaltına alınır. O dönem Bismil’de görev yapan Bülent Orakoğlu, Vedat Aydın’ı görünce “Büyük bir tavşan yakaladık” der. Hazırcevap olan Aydın alttan almaz: “Senin gibi tazılar oldukça, büyük tavşanlar da olacak.”
Bir düğme, yüzlerce sopa
Diyarbakır Cezaevi’ndeki her türlü vahşete rağmen neşesini yitirmeyen, işkencecisini çileden çıkaran “sinikliğini” elden bırakmayan Aydın’la ilgili hapishane arkadaşı Kudbettin Yıldız’ın anlattığı bir anekdot dikkat çekici. Mahkemeye götürülürken yaka düğmesinin açık olduğunu gören bir asker “senin düğmen niye açık” diye sorar Aydın’a. Beriki gayriihtiyari yanıt verir: “Komutanım, düğmemi bağlar mısın?” Asker hırsla yanıt verir: “Ulan senin karın mıyım ben!” Ardından da gün boyunca yüzlerce sopa darbesiyle sürecek ve izleri aylarca geçmeyecek işkence başlar. Kafası yaralar içinde koğuşa dönen Aydın, aynanın karşısına geçer ve hınzırca gülümseyerek mırıldanır: “Ben onlara yaptım yapacağımı…”
İHD’den HEP’e ve sonsuzluğa
DDKD üyesi olarak girdiği Diyarbakır Cezaevi’nden 1984’ün sonunda PKK’ye sempatiyle bakan biri olarak çıkan Aydın, yıllarca hapisteki arkadaşlarına ve onların dışarıdaki ailelerine destek verir. Bu çalışmaları onu İnsan Hakları Derneği’ne yaklaştırır. Diyarbakır’da bir grup avukatla birlikte İHD şubesinin kuruluşu için çalışma başlatır. Sonrası ise malûm; hayata hızla dalmış olan bu coşkulu delikanlı, Ankara’daki İHD delegelerinin karşısında, o dönem için büyük bir tabu olan Kürtçeyle çıkar. Divan başkanı Halit Çelenk dâhil pek çok kişinin tepkisine rağmen Kürtçe konuşmakta, bu tabuyu yıkmakta kararlı olan Aydın geri adım atmaz.
Tanıklar o günün “kaplanı” divan üyesi Hediye Felekoğlu’nun ismini ısrarla hatırlatıyorlar Öncü’nün kitabında. Zira Felekoğlu, Aydın’ın konuşmasını Kürtçe sürdürmesini isteyen tek divan üyesidir. Bu “olay” üzerine delegelerin bir kısmı salonu terk eder. Vedat Aydın ve arkadaşları Mustafa Özer ile Ahmet Zeki Okçuoğlu, salonda bulunan hükümet müfettişleri tarafından gözaltına alınır. 1976’da sırf depremzedelere yardım etmek için gittiği Van’da arkadaşlarıyla birlikte gözaltına alınmış olan Aydın, bu tür uygulamaların hiç yabancısı değildi. Zaten İHD Genel Kurulu için Ankara’ya giderken valizini hapse girmek üzere hazırlatmıştı. Neyse ki “Niye Kürtçe konuştun” davasının ilk duruşmasında serbest kalır. Kısa süre sonra da (Mayıs 1991) Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı olur. Hayatı boyunca açık yüreklilikle yürüttüğü siyasî faaliyetlerini bu dönemde öldürülen PKK’lilerin cenazelerini sahiplenme konusunda da sürdürür.
İHD Genel Kurulu’ndan itibaren gözlerini ona dikmiş olan karanlık güçler, halkla çok iyi ilişki kurma yeteneğine sahip olan bu korkusuz insanın her geçen gün daha da tehlikeli hale geldiğinin farkındadır. Aydın’ın cesaretinden fazlasıyla korkmuş olan devlet, baskı ve işkencelerin kâr etmediği bu adamı “ortadan kaldırma” kararını 5 Temmuz 1991 tarihinde uyguladı. Fakat Vedat Aydın’ın öldürülerek ortadan kaldırılamayacağı beş gün sonraki cenaze töreninde anlaşıldı. Cenaze töreninde de bir katliam gerçekleştirildi ama Vedat Aydın yine ortadan kaldırılamadı. Eğer bir yerlerden Türkiye’ye bakıyorsa, muhtemelen tıpkı Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceden sonra söylediklerini tekrarlıyordur: “Ben onlara yaptım yapacağımı!” (İA/ÇT)
* Şefik Öncü'nün kitabı henüz Türkçe'ye çevrilmedi.