Bir gün herkes mülteci olabilir. Hatta doğumuyla mülteci olarak hayata gözlerini açabilir.
Kaf Dağı’nın ardındaki bilinmeyen bir ülkenin kıyametiyle yollara düşmüyor insanlar bu hikayede. Oradasınız, tanıksınız; çok yakınınızda yaşandı, yaşanıyor. Mesela bir sabah, muhtemelen gün daha yeni ağarırken, dünyanın en korunaklı yeri bildiğiniz evinizin bahçesine bir bomba isabet ediyor. Ve o an anlıyorsunuz, evim dediğiniz sığınağın dört duvarı artık hükümsüz. Dört duvarın ötesinde yer alan; havasını soluduğunuz, lokmasını yediğiniz, büyüdüğünüz ve evlat büyüttüğünüz sokaklar ise canınıza kast etmede futursuz.
Yeni hayat ve hayata tutunmak
Süheyla, 65 yaşında işte bu yüzden düştü yollara. Büyüdüğü kent, Halep arkada kalırken bombalar eşlik etti adımlarına. Kaçmaktan başka çare kalmadığına ikna olmasına neden, acı bir kaybın yasını taşıyordu yanında. Gözleri, savaşın gölgesi evlerine düştüğü ilk günlerde, tanık olduğu büyük bir patlama sonrası yaşadığı travmayla karnındaki ikiz çocuklarını düşüren genç gelininin üzerindeydi. Genç kadın, yol boyunca her bomba sesiyle bir defa daha sarsıldı; yaşlı kadın, her sarsıntıda biraz daha sıkı tuttu gelininin elinden. Ta ki Türkiye sınırını geçene kadar. Süheyla ve ailesi bugün Türkiye’de “misafir”. Misafirlik lafına ses çıkarmıyor ama gözü iki yanında uyuyan çocukta, gizliden tebessüm ediyor. Oturduğu şiltenin bir yanında, yeşil bir beşikte Tükiye’de dünyaya gelen küçük torunu, diğer yanında okul çağına yaklaşan bir büyüğü uyuyor. İki yanında iki çocuk, iki umut, iki kaygı... Torunlarından gözlerini kameraya çeviriyor Süheyla; ‘yaşananları unutmak ve yaşamaya devam etmek için, onlardan daha iyi bir meşgale olamaz’ der gibi bakıyor sonra.
Süheyla’nın yeni doğan torunu, son 5 yıl içinde ülkesinden uzakta hayata gözlerini açan ve kaydı olmayan çok sayıda mülteci bebekten biri. Mahabat’ın kızı ise bir diğeri. Mahabat 23 yaşında. Küçük kızını ülkesi Suriye’de büyütmek istediğini söylüyor. Hemen ardından ekliyor, “güvenlik kaygısı bizi vatanımızdan sürgün etti” diyor, “Bizim en büyük hayalimiz geri dönebilmek”. Mahabat’ın kızı mülteci olmak dışında bir kimliğe sahip değil. Hala vazgeçmediği hayaline sarılıyor, bir gün geri dönebilirse küçük kızını kendi vatanında, Suriye’de kaydettireceğini söylüyor. Fakat ne çare, Mahabat da biliyor, vazgeçilmeyen hayaller gerçeği var etmeye yetmiyor.
Anne karnında başlayan sürgün
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, 2 milyon 200’ü çocuk olmak üzere toplam 4 milyon 720 bin civarında Suriyeli, bugün mülteci konumunda. Bunlar yalnızca kayıt altında olanlar. Aynı veriler, bu süreçte 140 bin bebeğin ‘sürgünde’ dünyaya geldiğine işaret ediyor. Bağımsız araştırma kurumları ise sadece Türkiye’de doğan mülteci bebek sayısının 170 ila 200 bin civarında olduğunu vurguluyor. Daha anne karnında savaş mağduru olan bu çocukların birçoğunun edinebildikleri tek kimlik, bir doğum belgesinden ibaret...
Süheyla’nın yeni doğan torununun ya da Mahabat’ın kızının neden bir kimlik belgeleri yok? Çünkü bu işlem, Suriyeli mülteciler için hiç kolay değil. Önlerinde iki seçenek var; yeni doğan bebeklerini ya Türk makamlarında ya da Suriye konsolosluklarında kaydettirebiliyorlar. Fakat Türk makamlarına başvuru sürecinde, bürokratik işlemleri yürütmeleri, üstelik ana dillerini konuşamayan yetkililere dertlerini anlatmaları gerekiyor. Suriye makamlarına kayıt ise, kaçtıkları ülkenin diplomatik misyonuna başvuruda bulunmak gibi tanımıyla travmatik bir işlem. Üstelik kayıt işlemleri sırasında talep edilen pasaport ücreti gibi meblağları karşılamak halihazırda yaşadıkları maddi sıkıntılar düşünülünce mülteci aileler için hayli zor. Ayrıca savaş koşullarında ülkesini terk eden kimi mülteciler zaten geçerli bir Suriye kimliğine de sahip değil. Suriye ve diğer birçok Arap ülkesinde vatandaşlık hakkını çocuğun babadan devralması da başka bir sorun. Suriyeli mülteci kadınların, eşlerini kaybettikleri koşulda bebeklerini Suriye vatandaşı olarak kaydettirmeleri zaten mümkün değil.
Peki, bebeklerin kimliksiz olmaları ne demek? İlk cevap, ‘vatansızlık’. Vatansızlığın uluslararası hukukta tanımı; herhangi bir devletin yürürlükteki kanunları nezdinde yurttaş olarak kabul edilmemek. Her türlü sosyal hizmetten mahrum olmak yani... Eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim engeli, en büyük sorun. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) dünya üzerinde en az 10 milyon kişinin vatansız olduğunu beyan ediyor. Bu toplamın üçte birini çocuklar oluşturuyor. UNHCR vurguluyor; her 10 dakikada en az bir vatansız bebek dünyaya geliyor. Suriye krizi başladığından bu yana vatasız çocukların oranı giderek yükseliyor. Ve bu artışa şahit olunan coğrafyalardan biri de Türkiye.
Hayata destek olmak
Sorunun çözümü, üç milyona yakın mültecinin yaşadığı Türkiye’de daha büyük bir resmi görmeyi zorunlu kılıyor; mültecilerin gündelik hayata, tanımlanmış hakları çerçevesinde katılımını sağlayabilmek. Ve devamında; eksiklikleri, sıfırdan ya da yeniden tanımlanması gereken hakları tespit etmek... Mülteci çocukların durumu, bu çözüm idealinde merkezde yer alıyor.
Türkiye’deki mülteci krizini odağına alan sivil toplum kuruluşları ne yapabilir? Hayata Destek Derneği (Support to Life)** olarak biz, yürüttüğümüz çalışmaları acil yardım ulaştırmakla sınırlandırmayarak çözüme katkı yapacak bir desteği mültecilere sağlamaya çalışıyoruz. Çocuklara kimlik edindirme konusunda kilit birim, vaka takip ekipleri. Görevleri, kamu kurum ve kuruluşlarının ya da diğer STK’ların sunduğu, yararlanabilecekleri hizmetler hakkında mültecileri bilgilendirmek; talep edildiği koşulda bu hizmetlere erişimde onlaradoğrudan destek olmak. Yani bebeğini kaydettirmek isteyen bir mülteci kadın, isteği doğrultusunda yetkili mercilere yönlendiriliyor, süreç tamamlanana dek işlem takibi yapılıyor. Küçük bir dokunuş, bir geleceğin inşasında atılan ilk adım oluyor.
Etrafımızda olan biten, bizden bağımsız değil. Parçasıyız, buradayız, tanığız. Yanı başımızdaki savaş, 6’ıncı yılına giriyor. Şiddet çoktan bu savaşın sınırlarını aştı, süregiden ve yeni yeşeren hayatları sarmalıyor. Mülteci olmak, bu şiddeti çıplak gözle gören bizler için artık sözlükteki bir kavramın ötesinde, kayıplarla örülü bir insanlık hali. Ve geleceği bugünün trajedisinden azad etmek, çocukların gözlerinden savaşı, kini, kaybetmişliği silmekle mümkün. (ÇU/HK)
* Metin içerisinde alıntılanan görüşmeler, Avrupa Komisyonu İnsani Yardım ve Sivil Koruma Ofisi (ECHO) fonu ve Alman yardım kuruluşu Diakonie Katastrophenhilfe’nin desteği ile Hayata Destek Derneği tarafından yürütülen, mültecilere yönelik insani yardım çalışmalarından derlenmiştir.
** Hayata Destek Derneği hakkında: Doğal ve insan kaynaklı afetlerden etkilenmiş toplumların temel haklarına erişimini sağlamak ve ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bağımsız bir insani yardım derneği. Uluslararası insani yardımın temel ilkelerini benimseyen Hayata Destek; insanlık, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hesap verebilirlik prensipleri çerçevesinde faaliyetlerini Türkiye ve çevresi bölgelerde sürdürüyor. Suriye Krizi’nin başlangıcından bu yana mültecilere koruma ve destek amaçlı sınır iller ve İstanbul’da geniş kapsamlı insani yardım operasyonları yürütüyor. Ayrıca çocuk koruma programı kapsamında çocuk işçiliği ile mücadelede projeler yürütüyor. Kurucuları arasında yer aldığı Sivil Toplum Afet Platformu (SİTAP) çatısı altındaysa STK’lar arası iletişimi güçlendirici faaliyetlerde bulunuyor.
Fotoğraflar: İlk iki fotoğraf Natalia Sancha (2015), üçüncü fotoğraf Kurtuluş Arı