O gün tüm gece çalıştım. İşyerinde biraz uyumaya çalıştım ama nafile. Sabahın köründe sağa sola gaz bombaları fırlatan polis sürüleri ve siren gürültüleri nedeniyle uyandım. Nedir bu hal diyerek binadan aşağı indim. Havada bir helikopter dolanıp duruyordu Meydana doğru ilerleyen insanları takip etmek istedim. Beşiktaş'ın tüm ara sokaklarını navigasyon aracılığıyla tek tek kapatan polis şebekeleri kimseye geçit vermiyorlardı. Sokak aralarından epeyi dolanarak insan kalabalığına erişebildim. İşyeri yönetim kurulu başkanıyla 10 dakika muhabbetten sonra Beşiktaş taraftarlarının pankartlarını gördüm. Yanlarına yaklaştım. Bir süre atmosferlerinde yer aldıktan sonra yakın takibi bıraktım ve yolun karşısındaki satıcıdan aldığım pilavı, gazoz eşliğinde yedim.
Bir kaç dakika sonra bir panik havası başlayıverdi. Gazoz şişesini fırlatıp Allah sizin belanızı deyip Abbasağa'ya doğru yola koyuldum. Vahşice atılan gaza dayanamayıp bayılıp düşen, ayağı takılan, ağlayan, bağıran ve öte yandan da soğukkanlıca olayı yönlendirmeye çalışan insanlarla beraber kendimi kapısı açık bırakılmış apartmanlardan birinin çatı katında buldum. Ortalık aşırı kalabalıklaşmaya başlayınca yürüyebileceğim kanaatine vararak Abbasağa Camiden yokuş yukarı ilerlemeye başladım.
Aşırı gaz ve polisin abuk sabuk saldırıları nedeniyle olay yerinden uzaklaşamayan bir grup insanla beraber camiye sığındım. İmansız imam, caminin kapısını kilitleyince bahçede oturmak zorunda kaldım. Bahçenin alt katında bulunan abdest çeşmesinde yüzümü yıkadım. Tekrar yukarı çıktım ve olayların yatışmasını bekledim. Bahçedeki banklarda insanlar sessizce oturmaya ve olayların yatışmasını beklemeye başladı. Bir süre sonra kaçışan daha fazla insan camiye sığınınca oradan çıkmayı düşündüm. Ancak içeriye dalan burnu nefretten kızarmış uzun boylu sakallı açık tenli hafif sarı polis amirince kimliklerimize el konuldu. Ekiplerin yolumuza gaz bombası atması nedeniyle buraya sığınmak zorunda kaldık dememe rağmen bir yerlerden politik bir talimat aldığını açıkça belli ederek kimlikleri toplamaya ve camiye sığınmış tüm insanları yaşına aldırış etmeksizin gözaltına almaya başladı. Polis amiri bir yandan da bahçede eylemle alakası olmayan şişe çöp kağıt vb... bir çok eşyanın toplanmasını emretti.
Haziran’da atama beklediğimi, eylemlerden uzak durmaya çalıştığımı ve hemen yukarıda elektrik mühendisleri odasında geçici işçi olarak çalıştığımı ifade etmeme rağmen yine de gözaltı gerçekleştirdiler ve iğrenç kokan polis aracına bindirildim. Havalandırması olmayan aracın camından polis muamelelerini izlemeye başladım. Öfkeli polisler tarafından küfürler eşliğinde daha fazla insan gözaltına alınmaya çalışılıyordu. Ekip otolarını doldurmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. İnsanlara geçecek yer bırakmadıkları için insanlar polislerin arasında kalıyordu.
İnsanların üzerine yönelen inanılmaz baskı yüzünden ortaya çıkan panikte insanlar çözümsüz kalmıştı. Sakince polis barikatını geçmek isteyen insanları, tek ya da kalabalık fark etmeksizin aldılar. Belli ki uzun süredir dile getirilen iç güvenlik yasasını somut şekilde uyguluyorlardı. Bazı polis amirlerinin nefretleri yüz ifadelerinden okunabiliyordu. Özellikle bizim ekibin başında bulunan amirin yüzlerce kişinin otobüslere koyulup gözaltına alınması için özel çaba harcadığını iddia edebilirim.
Bir süre sonra bir adamın polis otobüsüne yaklaşıp kapıların açılmasını söylediğini ve beni de gözaltına alın dediğini duydum. Aracın hızlanması ile beraber adamın da hızlandığını ve aracın ön camını yumruklaması hızlandı. Aracın durmaması üzerine sağlam bir yumrukla otobüsün camı toz duman olmuştu. Ardından camı patlatan kişinin milletvekili Aykut Erdogdu olduğunu öğrendim. CHP’li bir vekilden böyle bir destek görmek şaşırtıcı ama yine de pozitifti. Haksızlığa uğramış biri olarak bu kadar kolayca haksızca gözaltına alınmak pek akıl karı değildi nasılsa.
Olayların ardından Kabataş iskelesinde bir sure bekletildik. Polislerin tacizleri ve ciddiyetsiz davranışları mide bulandırıcıydı. Çoğu ergen tavırları ve daha yaşlı olanlarda ukala tavırları ile gerçekten mide bulandırıyorlardı. Araç vatan Caddesi’ndeki Emniyet’e doğru yola koyuldu. Tuvaletleri gelen insanlara müsaade edilmiyor, aracın arkasında işemeleri salık veriliyordu. Ölsen de seni dışarı çıkaramam diyenlerden al şu şişeyi arkada işe diyenlere kadar bir çok saçmalıkla karşılaştım. Daha vahim olan, araçta Almanya vatandaşı birinin olmasıydı. Anlaşılan polis önüne geleni almıştı. Korku akıllarını ele geçirmişti.
Lanet derecede sıcak olan araç, saatlerce bekledikten sonra Vatan Emniyet’e doğru harekete geçti. Araç tıka basa doluydu. Daha önce bir polis bir vatandaşın bindirildiği araçlarda daha çok sayıda insan mağdur olsun diye pek fazla polis yer almamıştı. Sadece kapı girişlerinde birer polis vardı.
Vatan’da uzun süre bekletildik. Daha önce tanıdığım arkadaşlar yol kenarında bana bakıp Soner'ı nasıl almışlar ya diye şaşkınlıkla bakakaldılar. Ben de onlara gülümsedim ve her şey yoluna girecek diye kendimi avutmaya başladım, soğuk kanlılığımı korumaya çalıştım. Eylemle alakası olmayıp alınmak canımı iyice sıkıyordu.
Polislerden bazıları iyi davranmaya çalışsa da mutlaka sözlü ya da fiziksel olarak kaba davranışlara maruz kaldık.
Bütün bu kaba davranışlar sürerken bize tutanaklar imzalatıldı. Bana dönük hazırlanan tutanağı okuyunca şok oldum. Polis ekibindekilere ne yapmam gerektiğini sordum. İmtina ediyorum yazmamı söylediler. Ben de imtina ediyorum yazdım ve yerime oturdum.
Tutanaktaki suçlamaları gördüğümde mal gibi kaldım. 1 Mayıs’a katılmak, slogan atmak vs...
Neyse ki imtina ettik ve ardından akşama kadar Vatan Emniyet’te bekletildik.
Artık orada ben değil biz olmuştuk. Çünkü polis herkese aynı muameleyi yaptığında bizleşmiştik. Vatan’dayken polis otosuna Aykut vekilin gelmesi bizi rahatlatmıştı. Haksız yere gözaltına alınan bizlere sahip çıkması destek olması nedeniyle araca girdğinde coşkuyla onu alkışladık.
Sigara içmek isteyenlere sigara içirilmiyor, polisler ise camın karşısında püfür püfür sigara içiyorlardı. Sigara alışkanlığı olan gençler oldukça öfkeleniyorlardı. Araçta bulunan polisler bize kendi mağduriyetlerini anlatıp duruyorlardı. Size gaz atmak istemeyiz. Biz daha çok maruz kalıyoruz. Siz kaçıyorsunuz, biz kaçamayız orda durmak zorundayız. Maske de takamıyoruz… Falan filan… Dört günlük gözaltı süresince gördüğüm en aptalca şey polislerin mağduriyetlerini dinlemekti. İstiyorlardı ki birileri yukarıdan kendilerine sendika bahşetsin. Çok aptalcaydı.
Akşamüzeri çok fazla sayıda kişinin gözaltına alınması nedeniyle farklı ilçe şubeleri nezarethanelerine nakledileceğimiz haberi geldi. Kimlerin nerede kalacağı ile ilgili ayarlama yapılıyordu. Fakat süreç işlerken araçtaki kişilere bilgi ulaştırılmamaktaydı.
İsimler okunarak tek tek farklı araçlara alındık. Araçlara alınırken üzerimizde bir şey olmadığı halde üstünde çanta var mıydı diye sordular. Şaka mı yapıyorsunuz dedim. Hadi var mı yok mu diye cevapla dediler. Yok tabii ki de dedim. Gayrettepe’ye gitmek üzere hazırlanan polis minibüsüne bindirildim. Aracın ön tarafında beyaz poşetlere çeşitli eşyalar koyup ağızlarını bağlıyorlardı. Ardından benim adımın geçtiğini duydum ve benim olduğu ileri sürülen eşyaların olduğu beyaz poşetin üstünde adımı gördüm.
Tesadüf orada bulunan ve beni gözaltına alan polise beni hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Hatırladığını söyledi. Ona o esnada üstümde eşya olup olmadığını sordum. Yoktu dedi. Neden poşet hazırlandığını sorduğumda bilmediğini söyledi. Anlaşılan pek umurunda da değildi. İş bitsin de eve gidelim dinleneyim diye düşünüyordu. Belki vicdanıyla yüz yüze gelemiyor hiç bir şey düşünmek istemiyordu.
Dışarıda poşetleri ayarlayan ekiplere baktım ve nasıl bir anlayış, düzmece poşetler ayarlanıyor, şaka gibi, böyle bir şey olabilir mi, o kadar kamera görüntüleri var hiç birinden bir şey çıkmayacak, ortalıkta buldukları şeyleri milletin adına poşetleyip dolduruyorlar.
Bunu dile getirirken polis amiri sert şekilde bana baktı, ben de ona aynı ölçüde baktım, yüzünü geri çevirdi. Bunca kişinin gözaltına alınmasının sahte delillerle de olsa somut delilleri olmalıydı. Yoksa bu kadar insanı niye hangi akılla gözaltına aldınız diye sorarlardı.
Bir süre sonra Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne doğru yola çıktık. Aracın içerisinde gece vakti saatlerce soğukta bekletildik. Sonra nezarethanede kendimize zarar vermeyelim bahanesiyle üstümüzdeki elbiseler dışındaki bütün eşyalara el koyuldu. Gözlükler ve astım ilaçları da dahil. Telefonumu vermeden önce nezarethanede olduğumu kardeşime ilettim. Ardından üzerimizi son kez arayarak nezarethaneye sokulduk.
Ve dört günlük esaret dönemi başlamış oldu. Dört duvar arasında, izinle tuvalete gidilen, vakti geçmiş ekmekler ve horlayan insanlar eşliğinde geçen dört gün. Sadece sabah kontrolü için götürüldüğümüz Adlı Tıp kontrolleriyle dışarıyı görebiliyorduk. Ne sigara içebiliyor ne de istediğiniz zaman tuvalete gidebiliyordunuz. Tuvalete gitmek için defalarca yüksek sesle bağırmak zorunda bırakılıyorlardı. Nezarethane görevlileri oturdukları koltuktan ikide bir kalkmamak için içerideki insanları korkutuyor ve bir şey istemelerinin önüne geçiyorlardı. Bu nedenle iki tuvalet ihtiyacını bir defada gidermek mecburiyetinde bırakılıyorduk. İçeridekilerin çoğu gençti. Ellerini duvara vuranlardan, demirleri yumruklayanlara kadar birçok genç öfkeliydi. Bugün çıkacağız yarın çıkacağız derken koca beş gün geçmişti. Son gün şubelerde parmak izlerimiz alındı ve ifadelerimiz talep edildi. Avukat olmadan ifade vermeyecektim.
Tutanağı okudum. Bir tane bile slogan atmamıştım. Beni orada tek heyecanlandıran sadece Beşiktaş taraftarları olmuştu; o da en fazla beş dakika sürmüştü. O kadar yorgundum ki o gün coşkulanmam olası bile değilken tutanakta kırmızı maskeyle yüzünü örtmüş şekilde eyleme katıldığım ileri sürülüyordu.
Polisler işin kolayına kaçarak ortalıkta topladıkları delilleri üzerimize yazmışlardı. Cami avlusunda topladıkları onca eşya gözaltına alınan insanların üzerine yıkılmaya çalışılıyordu. Şok oldum. Bunu yapanın kim olduğunu aramak boşa çabaydı. Bu bir ekip işiydi. Bu bir çeşit provokasyon ve politik bir tutumdu. Avukatıma üzerimde hiç bir şey olmadığını ve bunun resmen bir komplo olduğunu söyledim. Bırakılmayı beklerken en az iki yıldan başlayan bir suçla itham edilmek beynimde kıvılcımlar yarattı. İçeride haksız yere günlerce tutulmak insanda bir nefret uyandırıyordu.
Dışarıda neler olup bittiğine dair küçük bilgi kırıntıları, tahminler derken son gün benim bulunduğum nezarethanedeki insanların çoğu ifade vermeden salıverildiler. Ancak koca dört gün içeride tutulduğumuz gerçeğini değiştirmeyecek. Salıverildiğimde ellerimi gökyüzüne açarak içimden ey hayat bize bunun tam tersini bağış eyle diye dua ettim. İçeride kalanlara üzüldük ve ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. (SB/EKN)
* Yücel Sarpdere'nin Evrensel Yayınlarından çıkan romanı "Vatandaş Abuzer"