Van depreminin ardından özellikle Twitter'da fark edip şaşırdığımız bir topluluk var: "Sıradan ırkçılar.
"Irkçı"lar zira Türkiye'nin Batı'sını Doğu'suna yeğ tutan, hatta Doğu'nun acıları ile rahatlayan bir akıl tutulması içinde yaşıyor; nefret dolu, ayrımcı bir dille yazıyorlar. "Sıradan"lar, zira aşırı milliyetçi ve faşist örgütlerin kendini bir ülküye adamış fedailerinin aksine rutin hayatları olan sıradan insanlar onlar. Irkçılıklarının kaynağı da pekala gündelik, en az günlük gazeteler kadar gündelik.
Milliyetçilikten ırkçılığa
Milliyetçilik, ilkokulda her sabah Türk olduğuna ve varlığını Türk varlığına armağan edeceğine yemin eden, büyüdüğünde ise ilk sayfasında "Türkiye Türklerindir" yazan gazeteyi okuyan vatandaşlarda devletimizin bilerek ve isteyerek temellendirdiği ideolojik bilinçaltıdır.
Arus Yumul ve Umut Özkırımlı günlük gazetelerde bu tip sıradan milliyetçiliğin analizini yapmışlardı. Michael Billig, Banal Milliyetçilik (Banal Nationalism, 1995) adlı kitabında tam da Yumul ve Özkırımlı'nın örneklendirdiği olguyu anlatır: Mitinglerdeki sloganlar ve ellerde coşkuyla sallanan bayraklar kadar, sınıftaki tahtanın üstüne asılmış veya gazetenin bir köşesine iliştirilmiş sallanmadan duran bayrak da milliyetçi bilinci geliştirir. Böylece, bu bilinçle yetişmiş "Türk" gençleri kriz durumunda nasıl davranmaları gerektiğini bileceklerdir. Büyük puntolarla basılan şehit haberleri, Türk bayrağına sarılı tabut fotoğrafları ve hemen devamında jet uçakları ve bombalanan dağlar eşliğinde sunulan savaş pornosu şehirdeki alıcılarına böylelikle ulaşır. Topluca askerlik şubelerine başvuran kadınlar ve yaşlılar, Genelkurmay Başkanı'na kanlarıyla boyadıkları Türkiye bayrağını gönderen liseli gençler buna örnek gösterilebilir.
Sıradan milliyetçiliğin sıradan ırkçılığa dönüşmesi ise Türk milliyetçiliğinin tanımlanma şeklinde gizli. Her ne kadar devlet sözcüleri 1982 Anayasası'nın "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" maddesine sığınmaya çalışsa da, bizzat kanunlardaki "Türk soyu" atıfları bunun ne denli içi boş bir iddia olduğunu kanıtlar: bakınız, 2527 sayılı "Türk Soylu Yabancıların" Türkiye'de çalışmalarına dair kanun. Eğer Türk olmak sadece vatandaşlık ile tanımlanabiliyorsa, Türkiye vatandaşı olmayan bir yabancı nasıl Türk olabilir?
Ayrım gücünü soya dayandıran Türk milliyetçiliği karşısında "Kürt" kimliğini bulduğunda ırkçı bir dile kolaylıkla bürünür. Yakın geçmişimizdeki "Dağ Türkleri" gibi inkarlar ile "Ermeni Dölü" gibi aşağılama çabaları hep bu dilin örnekleriydi. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti'ne hepimiz gibi vatandaşlık bağıyla bağlı olan fakat Kürtçe konuşan ve Kürt kimlik politikalarını benimseyen Kürtleri cezalandırmak için Allah'tan medet uman dil de sıradan ırkçılığın internete dolaşan halinden ibaret.
Sosyal medya ve hayali cemaatimiz
Her ne kadar bu vatan için canımızı vermemiz gerektiği bize öğretilmiş olsa da, Hakkari'de 24 gencin bir anda öldürülmesi sıradan milliyetçilik için bir kriz durumuydu. İmkanı olanlar BDP ofisleri başta olmak üzere Türkiye'de ve Türk göçmenlerin yaşadığı Avrupa şehirlerinde Kürt fikrini çağrıştıran ne varsa saldırarak rahatlamaya çalıştılar. Bilgisayar başındakiler ise Facebook profillerini bayrak ve Atatürk fotoğraflarıyla değiştirerek ve yeri geldikçe bilinçlerine sinmiş nefreti dışa vurarak rahatladılar. Sıradan milliyetçilik ve ırkçılığın Van Depremi ile ilgisi de bu son örnekte. Sosyal çevremizi yansıtan Facebook listemizde böyle insanlar olmadığı için gurur duyanlarımız olsa da, Twitter'ın RT (retweet) özelliği en uzaktaki ırkçıları bile yanımıza altı adımda getirebiliyor.
Milliyetçi ve ırkçı söylemin sosyal medyadaki dışa vurumu bireysel değil kollektif bir olgu; ölen askerlere üzülürken ve aynı bayrak etrafında buluşurken yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Benedict Anderson'un Hayali Cemaatler (Imagined Communities, 1983) kitabında roman ve gazete örnekleriyle anlattığı dertte ve tasada ortak olan insanlar topluluğu cemaat tahayyülü ile gerçek oluyor. Sosyal medya ise bu tahayyülü bir adım daha öteye taşıyıp, bayrak ve asker görselleriyle, fonda mehter marşı çalan kahraman mehmetçik videolarıyla ve şehitlik temaları üzerine kurulmuş gruplarla Türk milliyetçilerini birbirine yaklaştırıyor. Ölen insan sayısını azaltmasa da, profil fotoğraflarına ve Twitter mesajlarına asılmış bu sallanmayan bayraklar milliyetçiliği ve ırkçılığı sıradanlaştırıyor.
Böylesi bir bilinçaltından olsa gerek, Habertürk televizyonunun spikeri Duygu Canbaş'ın dili sürçüyor: "acı haber Van'dan, Türkiye'nin Doğu'sundan gelmiş olsa da hepimizi üzdü". Öte yandan Müge Anlı aydın bir Türk kadını olarak depremzede Kürtlere haddini bildirebiliyor: değil mi ki bu Kürtler canları isteyince polisimize taş attı, şimdi ne hakla yardıma çağırıyorlar. Neyse ki, böylesi densizlikleri suç sayan bir ceza kanunumuz ve daha mesai saati bitmeden suç duyurusunda bulunan duyarlı insanlarımız var.
Ancak, sosyal medya'da nefret söylemini engellemek için geleneksel basın kanunlarını kullanmak pek de mümkün olmayabilir. Bu nedenle, sosyal medya kendi niteliklerine uygun bir denetime ihtiyaç duyuyor. Akın ve diğerleri'nin önerisiyle (2010) nefret söylemi barındıran içeriğin kaldırılmasını sağlamak ve şirketlerden kullanıcı sözleşmelerinde bu hassasiyeti göstermelerini talep etmekle başlanabilir. Facebook ile karşılaştırıldığında Twitter'ın nefret söylemi ve ırkçılık konusunda ciddi bir politikası ve şikayet mekanizması olmadığı görülüyor.
Sıradan ırkçılığı daha iyi anlayabilmek adına, depremin ardından düşüncesizce oh çeken bazı Twitter kullanıcılarının devam eden iki günde yazdıklarını okudum. Ne yazık ki okuduklarımın pek çoğu en az ilk günkü kadar yaralayıcıydı. Daha da üzücü olansa aşağıda değineceğim insanüstü yardım çabalarına ket vuracak nitelikteki önerilerin bu denli genel kabul görmesi. Ücretsiz gönderilen kargo paketlerinin içine taş veya Türk bayrağı koymak, büyük harflerle "göndereceğiniz yardımların PKK'ya gitmediğine emin misiniz?" gibi temelsiz şüpheleri dolaşıma sokmak hep bu ayrımcı bilincin yansımaları. Neyse ki, yine bağımsız medya sıradan milliyetçiliğin hedefi haline gelen Sarmaşık Derneği'nin İçişleri Bakanlığı denetim raporunu geç kalmadan yayımladı.
Bardağın dolu tarafı
Elbette, sosyal medya sadece nefret söyleminden ibaret değil. Erciş'teki depremin boyutları ortaya çıkar çıkmaz pek çok kişi birbirlerinden bağımsız bir şekilde ihtiyaç listeleri oluşturmaya, kriz masalarının telefonlarını paylaşmaya ve toplanacak yardımları organize etmeye başladı. Bunlardan en önemlisi belki de Yalnız Değilsin Van adıyla açılan blog olmalı. Bu blog çok kısa süre içinde bölge bölge gruplanan yardım toplama faaliyetlerinin sürekli güncellenen ihtiyaç listelerine göre şekillendiği, bireysel yardımların yetersiz kaldığı yerlerde şirket bağışları sağlamak için iletişim bilgilerinin paylaşıldığı bir online kriz merkezine dönüştü. Devlet yardımının ulaşmadığı onlarca köyün ihtiyaçlarını listeleyip bireysel yardımlar ile arasında köprü kuran platformlar oluşturuldu. Google'ın Çin depremi ve Haiti'deki tsunami felaketinde uyguladığı kişi bulucu Van Depremi'nde de kullanılmaya başlandı. AKUT sadece profesyonel arama kurtarma faaliyetlerinde değil, bu faaliyetleri koordine etme konusunda da ne kadar yol alınabileceğini gösterdi. Türkiyeli Rock grupları ise Van için Rock! konserini organize ettiler, teknik ekip ve Biletix dahil kimsenin para almayacağı konserin tüm geliri Kızılay'ın Van Depremi için oluşturduğu fona bağışlanacak, biletleri 20TL...
Bardağın dolu tarafından çıkarılacak sonuç sıradan ırkçıların ayrımcı toplum tahayyülü karşısında daha büyük ve organize bir topluluğun var olduğudur. Bu topluluk sadece Bianet okuyan ve Ezgi Başaran yazılarını retweet edenlerden değil, fazla mesai yapan belediye çalışanlarından, evini hiç tanışmadığı depremzedelere açan misafirperverlerden, işi gücü bırakıp gönüllü yardım organizatörü olanlardan, duyarlı şirket çalışanlarından ve herkes fellik fellik koli ararken hızır gibi yetişen kağıt toplayıcı çocuklardan oluşuyor. Bu insanların çabası bizzat bu nedenle kardeş kokuyor. Bu ellerle hayal edilen cemaat pekala barış içinde yaşayabilir.
Van'ın bize öğrettiği
Görülen o ki, 12 yılda sadece daha iyi yardımlaşmayı öğrenmişiz, yoksa devlet yine aynı devlet. 17 Ağustos 1999'dan beri toplanan deprem vergilerinin hesabını veremeyen bakanlarımız, bunu soranları sansürleyen devlet televizyonumuz, onlarca ülkenin yardım teklifini depremzedeler için hayati değer taşıyan ilk 3 gün boyunca geri çevirerek gövde gösterisi yapan bir hükümetimiz, yeterli çadırı hala sağlayamadığı için özür dileyeceği yerde köylüleri agresiflikle suçlayan bir Kızılay genel başkanımız, BDP'li belediye başkanını kriz masasına almayan bir Van valimiz, ve Van valisini protesto eden depremzedelere gaz bombası atan bir polisimiz var.
Sitesinde Van Depremi'ne sadece küçük kutular ayıran Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) Yalnız Değilsin Van blogundan öğreneceği çok şey var. 12 yıldır kurulamayan afet koordinasyon merkezleri 1 günde TIR'ları yola çıkaran yerel belediyeleri örnek almalı. Binlerce gönüllüyü çadır ve soba aramaya mecbur eden Kızılay Başkanı istifa etmeden önce Van köylülerinden özür dilemeli. Bağışlarını bile kâra çevirmeye çalışan aç gözlü uçak şirketleri Van için Rock!'tan ahlak dersi almalı. Ve böyle bir günde bile akşam haberlerini parti kavgasıyla kirleten siyasetçiler hepimizden özür dilemeli.
Tüm bu kargaşanın arasında sıradan ırkçıların yok saydığı bir küçük gerçek de yüzümüze çarpıveriyor: Van'da hayatta kalanların Türkçe ve Kürtçe bilen psikologlara ihtiyacı var. Zira, Van'da yaşayanların bazıları acılarını da sadece Kürtçe yaşıyor. Önce sıcak bir yerde iyi bir uykuya, sonra da yaşadıkları travmayı paylaşmaya ihtiyaçları var. Yalnız olmadıklarını söylemenize ihtiyaçları var. (EKS/HK)
* Efe Kerem Sözeri, VU University Amsterdam, Sosyoloji
* * *
Anderson, Benedict (2004). Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin kökenleri ve yayılması. Çeviren İskender Savaşır. Istanbul: Metis Yayınları.
Akın, A., Kaymak, A., Aygül, E., Sütcü, G. E., Drini, İ., Binark, M. & Çomu, T. (2010). Yeni Medyada Nefret Söylemi. Istanbul: Kalkedon Yayıncılık.
Billig, Michael (2003). Banal Milliyetçilik. Çeviren Cem Şişkolar. Istanbul: Gaye Kitabevi.
Yumul, Arus & Özkırımlı, Umut, "Günlük Gazetelerde Milliyetçiliğin Fark Edilmeyen Yüzü" Medyakronik.