*Fotoğraf: Nadire Mater/bianet.
Uyku ve uykusuzluk ikiliği varlık ve yokluk çelişkisine çok benziyor aslında. Yokluğu nasıl varlık içinden ve varoluş zemininde tartışıyorsak uyku da uyanıklığı esas alarak yaklaştığımız bir fenomen.
Fenomen derken, klinik tıbbın beynin hareketlerini ölçerek takip edebildiği bir bedensel aktivite tabii ama başka her açıdan bir fenomen. Görüngü, bildiğimiz. Var da dokunamıyoruz, içindeyiz ama dışındayız.
Bir esrarlı, garip hal. Halleri de pekala görüngü terimi içinde düşünebiliriz. Bunun önünde bir engel yok. Zira uykusuzluk da bir fenomen; fenomenolojinin konusu olabilecek kadar fenomen.
Psikoterapi, psikanaliz ve uyku
Uykusuzluk somut ve teşhis edilebilir bir nedeninin bulunamadığı anda da psikiyatrinin alanına girer; o zaman da artık bir analiz nesnesi olarak size katlanarak geri dönme riski taşır. Psikoterapi ya da psikanaliz sizi kaybettiğiniz uykunuza iade etmekle yükümlü değildir ancak onu nerde düşürdüğünüzü bulabilirsiniz belki...
Dahası uykusuzluk hem uykudan mahrumiyetin hem de uyanıklığın bir biçimi gibi. Öyle, çünkü uyku olmasaydı uykusuzluk olmazdı. Uykuya ihtiyaç duyuyoruz ama uyku yerini bulamıyor...
Bu uyku uykusuzluk çelişkisinin ötesinde, bir de uykunun bilinci meselesi var. Descartes metod tartışmasını yürütürken aklın uykuda olup olmadığını ayırt etmesinin imkanını, rüya ile gerçek farkını nasıl bilebileceğimizi sorgular. Yani uyumadığımızdan nasıl bu kadar eminiz? Uyuduğumuzu ise hiç bilmiyoruz zaten.
O bilmediğimiz zaman uyku muydu? Şimdi uyanık oluşum bir rüya mı?
Besbelli, "insomnia"nın (kronik uykusuzluk) kendisine gelene kadar çok tartışmaların tüketilmesi, uykunun uykuluğunun kanıtlanması, uyanıklığın uyanıklığının kuşku götürmez hale getirilmesi gerekiyor.
Yine de sabahı bekleyen çaresiz bir uykusuzun ya da bir gündüz düşçüsünün lanetini üzerimize çekmemek için uyuduğunu söyleyenin uyuduğuna inanıp, uyuyamayanın da ıstırabına ortak olmaya çalışalım.
Bunlar hep anomali
İnsan neden uyuyamaz? Efkardan mı? Vicdanı rahat olmadığından mı? Hasta mı yoksa? Kalbi mi kırık? Hepsi ve hiçbiri mi?
Aşırı tasasızlık da bir seçenek tabii.
Dertsizlik derdi. Aşırı uyku. Gündüze taşan uyku. Bunlar hep anomali.
Nedensiz ya da zamana ve mekana yayılmış muğlak bir nedene bağlı olduğunda uykusuzluğun karakteri daha da belirginleşiyor.
Zihnin kendi kendisiyle çileli çekişmesi. Uykusuzluğu insan diğer meseleleri gibi örtbas edemiyor. Her bir anını sindirerek yaşadığınız bir suç gibi. Haydi, gizli suçluluk duygularını, en derin kederleri uykuda bastırdınız, uykusuzluk nereye konacak?
Katlanılmaz tarafı da bu işte, kendi kendinelik kendini en gaddar biçimde dayatır. Kendi kendineliğin en gaddar hali de kendini bırakamamak, kontrolü elden bırakmamaktır.
Sabaha kadar dayanırsa insan gün ağarırken bir 15-20 dakika kestirip aşırı yorgunluğu üzerinden atabilir ve hiçbir şey olmamış gibi güne devam edebilir.
Baş ağrısı biraz kahve ve ilaçla geçiştirilebilir, "çok derin değil ama uyudum sayılır" diye yalan söylenebilir ama gece bekleyen yalnız, sessiz ve uzun saatleri yok sayamazsınız. Ama kim bilir, o dinlendirici derin ve huzurlu uyku bu gece gelecektir.
Yazarınız burada size umudu daima diri tutabileceğiniz mesajını veriyor.
Havadan bir damlacıkla hiç farketmeden bünyenize alabileceğiniz bir virüsün dünyayı duvardan duvara vurduğu bir dönemdeyiz. İnsan gözünü kırpmasa yeri. Tetikte olmak için nedenler üzerine bir neden daha eklendi.
Yine de dönem dönem uykusuzluk çeken yazarınız size bir tavsiye fısıldayabilir: Kendinizi uykuya bıraksanız da bir, akışa kapılmaya direnip uykusuz çileli geceleri arkadaş edinseniz de bir...
Gönlünüz uykuya meylederse beyin dalgalarınız da uyku frekansına girecektir. Kim bilir belki de en derin uykuda okuduğunuz bu satırları uyanınca unutacaksınız...
(NZ/PT)