Memurların "eylemi" geçtiğimiz hafta Ankara'yı kilitledi. Başbakan "eylem antidemoratiktir" dedi. Yürüyüşlerin sorumlusu görülen Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve sendikacılar hakkında derhal soruşturma açıldı.
19 kişi gözaltı alındı. KESK ile toplu iş sözleşmesi görüşmelerini yürüten Başbakan yardımcısı olan Devlet Bakanı ise; "Türkiye'de bölücü eylemleri nedeniyle kapatılan partilerin kongrelerine gidip konuşan tek kişi Sami Evren'dir" dedi.
Böylece KESK Başkanı Evren'in eylemlerden neden sorumlu olduğunu ve suçlarının" ne olduğunu bizde öğrenmiş olduk (?!)... Ardından Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü Feyzullah Arslan "yürüyüş" hakkında düzenlediği basın toplantısında "Yürüyüşte demokratik bir hakkın kullanılması değil, hakkın kötüye kullanılması söz konusudur" dedi.
Böylece yürüyüşlerin hangi hallerde "demokratik" veya "antidemokratik" olduğunu ve hangi tip yürüyüşle "hakkın kötüye kullanılacağını" da görmüş olduk... Bu dersimizi de iyice belledik.
KESK ise, "ben tarafım" diyerek "hizmet üretiminden gelen gücüyle" Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) verdiği 552 bin imzalı dilekçeyle, en düşük memur maaşının 873 milyon liraya yükseltilmesini, çalışmayan eş için 175 milyon lira, her çocuk için 105 milyon lira verilmesini, kira yardımının da en az 171 milyon 500 bin lira olmasını ve TİS görüşmelerinin devamını istiyordu.
Yargı da peş peşe verdiği takipsizlik kararlarıyla "eylemlerin demokratik tepkiden ibaret" olduğuna karar veriyordu. ( Cumhuriyet 29.8.2003)
"Yürüyüşün" yanları ve istekleri ile olup bitenler bazı soruları yeniden sormamızı gerektiriyor... Sorun yasalar mıdır? O zaman sorunları acaba yasalarda hemen yapılacak değişikliklerle çözebilir miyiz? Yoksa demokrasi herkes için sorun mu yaratıyor? Hakların kullanılması ile uyum yasaları arasındaki bağlantı nedir? Ne, demokrasiye uygundur? Ne, antidemokratiktir? Yasalar mı yoksa yasaların uygulanması mı sorun yaratmaktadır?
Türkiye yıllardır "panik mevzuatı" çözümleriyle kendi kendine sorun üretiyor... İşte asıl sorun budur. Sorunlar karşısında, panik içinde yasalar yapılıyor. Bu yasaların uygulanmasından doğan sorunları çözmek için yeniden yasa yapılmaya girişiliyor. Kartopları çığ oluyor... Dolayısıyla artarak çoğalan yeni sorunlar yazgımız oluyor.
Artık sorun sadece "uyum yasalarının üretilmesi" değildir. Uygulamadır. Örnekleri göstermektedir ki; Türkiye'nin yasaları ile o yasaları uygulayanlar arasındaki anlayış farklılıkları, bu ülkenin yazgısına ve insanların yaşamına egemen olan sorunlar yaratmaktadır.
Üretilen yasaların gerekçelerinde sürekli insan hakları ve demokrasiden söz edilmesine karşılık, bu konuda en tutarsız uygulamaların, politikaların ve yasaların sürekli üretildiği başka bir ülke herhalde yoktur.
Avrupa Toplulukları Komisyonu "Türkiye'nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine ilişkin 2001 yılı İlerleme Raporu" nda Türkiye'nin "Yargısal ve idari kapasitelerin geliştirilmesi" ve müktesebatın "etkili bir şekilde yürütülmesi ile uygulama" yeteneğine değinerek "ciddi çaba" gösterilmesini esas kabul etmiştir.
19 Mart 2001 tarihli Türkiye Ulusal Programına göre "Siyasi Kriterler" ve "Ekonomik Kriterler" olmak üzere ikiye ayrılan yapılacak işler "kısa vadeli" ve "orta vadeli" olarak süreye bağlandı.
Ulusal Programda "Siyasi Kriterler" başlığı altında öncelikle demokrasi ve insan hakları alanlarındaki reform sürecinde, Anayasanın gözden geçirilmesi ile yapılacak değişikliklerin de yasal düzenlemelerin de çerçevesini belirleyecekti.
Nitekim önce 2001 yılında Anayasada değişiklik yapıldı. Ardından bir çok yasa; "uyum yasaları paketleri" ile değiştirildi. 4744, 4748, 4771 sayılı kanunlar yürürlüğe girdi. 2002 yılı Aralık ayında yayınlanan Kopenhag Başkanlık Bildirisinde bu yasal değişiklikler olumlu karşılandı.
Ayrıca Türkiye, sadece yasal açıdan değil, özellikle uygulama açısından da hızlı bir şekilde değişimi sağlamaya davet edilmiştir. 2004 Aralık ayında yapılacak Avrupa Konseyi toplantısında; Komisyonun vereceği rapor ve önerisiyle eğer Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini tamamladığı kararı alınırsa, Avrupa Birliği Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini ertelemeksizin açacaktır.
Türkiye 2003 yılında Ulusal Programı çerçevesinde 4778, 4793, 4928 ve 4963 sayılı "uyum yasalarını"da yürürlüğe sokmuştur.
Biçimsel "yasallık" yetmiyor. Daha kaç numaralı uyum yasasıyla, kaç tane yasanın, kaç maddesinde değişiklik yaparak; çeşitli kanunlarda değişiklik yapan kaç tane daha "kanun" kabul edeceğiz? Meğerse değişmesi gereken ne kadar çok yasamız varmış...
Numaralayarak bir çok yasada değişiklik yapsak bile, değişiklik yapılacak yasalarımız tükenmiyor... Numaralı yasalarla çözüm üretmek veya "uyum yasalarıyla" demokrat olmaya çalışmak yerine "değişmeyen zihniyetlerin" değişimini de benimsemek gerekiyor. Temel insan hak ve özgürlüklerinde yaratılan hak ihlallerindeki sorunların nedeni numarasız zihniyetin değişmeden hüküm sürmesidir.
Ulusal Programa göre yürürlüğe konulan yasaların demokrasiyle "uyumu" uygulamada uyumsuzluk yaratacaktır. Çünkü yasalar değişse bile, uygulamada ortaya çıkan sonuca göre asıl sorunumuz; dün olduğu gibi bu günde zihniyetin çok yavaş değişmesinden ibarettir. (Fİ/NM)