15 Temmuz gecesi yaşanan ürkütücü darbe girişiminin ardından kamuoyunda hemen hemen her akşam dini bir cemaatin nasıl böyle bir güce ve böylesi korkunç bir darbeyi gerçekleştirme noktasına gelebildiğine dair sayısız ifşaatlar, tezler ortaya atılmaktadır.
Cemaatin devlet kurumlarına sızarak (yerleştirilerek), bürokratik güç ve kaynakları nasıl kendi mensupları için kullandığı, kendisine rakip diğer cemaat veya kişileri hile ve kumpaslar ile tasfiye ettiğine dair birçok eski cemaat mensubu, uzman, gazeteci, bu oluşumun iç yüzünü faş ediyor. Diğer taraftan, stratejistler, güvenlik uzmanları ve bilumum uluslararası ilişkiler uzmanının üzerinde ittifak ettiği bir diğer husus ise, bu darbe girişiminin arkasında bir üst aklın varlığıdır. Nitekim, ilkokul mezunu eski bir vaizin böylesine küresel bir örgütsel şebekeyi kurabilme, sevk ve idare edebilme yetenek ve kapasitesinin bu topraklardan çıkabilme olasılığı, Büyük Oryantalizm Kuramı'nın da belirttiği üzere, milyarda sıfırdır. O halde, bu işte bir başka gücün/aklın varlığı kesindir. Uzmanların, akademisyenlerin, siyasetçilerin, iktidarın ve muhalefetin –sağdan sola, hemen herkesin-tüm bu tartışmalarda ittifak ettiği nokta, üç harflilerin oluşturduğu bir bela ile karşı karşıya olduğumuzdur: CIA ve Cin’ler.
Tüm bu derin analizlerin ana fikrini şu şekilde özetleyebiliriz: Cemaat, cinlere hükmederek bu ülkenin saf insanlarını ‘ahmaklara’ dönüştürüyor, CIA ise, bu ahmaklara hükmeden Cemaati kontrol ediyor. Böylelikle, Cemaat cinlere, CIA da Cemaat’e hükmediyor.
Denilebilir ki, CIA neden doğrudan cinlerle işbirliği yapmıyor da bir aracıya ihtiyaç duyuyor? Uluslararası Maşa Teoremi'ne göre, maşa varken ateşe dokunulmaz: Zaten ateşle oynamak için maşa imal edemeyen bir gücün bırakın üst akıl olması, aklı olduğundan bile bahsedilemez.
Bu arada bir parantez açarak bugüne kadar dikkatlerden kaçan önemli bir hususu dile getirmek istiyorum: Cin ve Con (İngilizcesi John’dur) arasındaki benzerliğin rastlantının çok ötesinde bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
Cin ve Con arasındaki bu benzerlik, bildiğim kadarıyla bugüne kadar herhangi bir “cin fikirli” siyasetçi ve uzman tarafından dile getirilmedi. Dolayısıyla, bu bağlantının şahsım adına, “Milli Komplolar Kuramı'na” orijinal bir katkı olarak kabul göreceğinden şüphe duymuyorum. Gerçi, popüler Türk kültüründe bu birliktelik, 1999’dan beri gündelik dilde “Cin-con” şeklinde dolaşımda idi ancak, halkımızın bu sezgisel bilgisinin işaret ettiği gerçeklik o günlerde ne yazık ki pek anlaşılamadı[1]. Bir kere daha halkımızın, uzman ve siyasetçilerin çok ilerisinde bir ferasete sahip olduğunu bu vesileyle belirtmek gerekiyor. Zaten, benim gibi milli uzmanların görevi, halkımızın bilincinde sezgi düzeyinde zuhur eden bu apriori bilgiyi, Dış Mihraklar Kuramı’nın sağladığı araç ve teknikler ile açıklığa kavuşturmak ve sistematik bir kuramsal bilgi hüviyetine kavuşturmaktır.
Bu bağlamda, Kürtçe’de kadın anlamına gelen jin kelimesine de değinmemek olmaz. Bakın, bu cin-con-jin arasındaki şaşırtıcı benzerliklerin tesadüfi olduğunu kim söyleyebilir.
Suriye’de IŞID ile mücadelede kullanılan o gerilla kıyafetleri içinde “güleç yüzlü” Jinler, Batı kamuoyunda Kürtlerin Ortadoğu’nun seküler, modern gücü oldukları algısını yaratmak için sahneye konmuş bir oyundur. Batı medyasında boy boy Kürt jinlerin resimlerinin yanı sıra, IŞID’den kurtarılan yerlerde zorla çarşafa büründürüldüğü iddia edilen kadınların çarşaflarını yakma görüntülerinin medyaya servis edilmelerinin aslında bir algı operasyonu olduğunu bilmeyen var mı? Kadın militanlarını önce çarşafa koyup, sonra çıkartarak yakma filmlerini çekiyorlar. Kurgu olduğu ayan beyan ortada çünkü gerçek Müslüman kadın ne çarşafını çıkarır ne yakar. Zaten, milli muhafazakâr kültürümüzün en önemli unsuru olan ulemamız, kadının şeytana uyup fitneliklere yatkın olduğunu çok önceden ilan etmişti! Emperyalistler, kadınlarımız üzerinde 150 yıldır türlü oyunlar oynamaktadır. Kadın fıtratına en uygun olanın evinin kadını ve anne olmak iken, kadınlarımızın beynini eşitlik, özgürlük, çağdaşlık gibi süslü safsatalarla yıkayarak, kadınlarımızı erkek düşmanı haline getiren; ataerkil aile birliğimizi sarsarak toplumumuzun temeline dinamit gibi yerleştirilen feminizmin, Dış Mihraklar tarafından içimize zerk edilen bir zehir olduğunu bu ülkede bilmeyen kaldı mı Allah aşkına!. Ayrıca, İslam coğrafyasında kadınların çağdaş yaşamın bir parçası olduğu tek ülke Türkiye’dir. Bu Suriyeli Kürt jinlerin çağdaş olduğu algısı, ülkemizin dünya üzerindeki bu imajına karşı bir komplo olduğu açıktır. Daha düne kadar töre, aşiret baskısı altında ezilen Kürt jinler ne zaman Ortadoğu’da çağdaşlığın temsilcisi oldu! Bu bağlamda, bu Kürt jinlerin de nasıl bir fitne planın bir parçası olduğunu görmek gerekiyor. Hem bu fitne ittifakı son günlerde iyice açığa çıkmadı mı? Bu cin-con-jin ittifakı, FETÖ-PYD-CIA işbirliğinde ayyuka çıkmış vaziyette!
Bu dış mihrakların ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunlar, ne kadınlar, ne azınlıklar ne de dini cemaatler ile sınırlıdır. Beşikten mezara, 7’den 70’e bu hain planlar ile her gün karşı karşıya olduğumuzun bir başka somut örneği de, çocuklarımız üzerinde oynan oyunlardır. Çocukların bir toplumun ve ülkenin geleceği olduğu bilimsel gerçeğine herhalde kimse itiraz edemez. Çocuklarımızın ana-baba, Devlet ve Allah korkusu (ve sevgisi) ile yetişmesi, milletimizin ve ümmetimizin bekası için temel ilkedir. Ancak, çocuklarımızda suçluluk ve özgüven sorunu yaratmak için her gece onların yatağını ıslatan Miki’ye ne demeli? Miki’nin Amerikalı olması da mı rastlantıdır! Çok şükür çocuklarımız bu emperyalist oyunlara gelmeyecek kadar milli şuur ve ferasete sahipler ki, bu ıslaklığın failini ve sorumlusunu teşhis ederek, bu geleceğimizi yaralama girişimini de boşa çıkarmışlardır.
Son olarak, sosyologlarımız bu FETÖ denen örgütün zaten bir dinsel cemaat olmadığını, eski cemaat mensubu kozmik abi ve ablaların tanıklıklarından hareketle bilimsel olarak teşhis etmiş bulunmaktadırlar. Buna göre, ülkemiz aslında bir Deccal Hareketi’nin saldırısı ile karşı karşıyadır! Bu cemaatin tarihimizdeki Haşhaşiler ile benzerliği de tespit edilmiş bulunmaktadır. Zaten Haşhaşiler Haçlılar tarafından kurulmuş ve Selçuklu Devleti’ni zayıflatmak için türlü entrika ve suikastler içine girmişti. Aslında, bu örgütün gerçek adı Haçhaçi idi ama Haçlılar ile bağlantılarını gizlemek için Haşhaşi adını almıştır. Bu arada, rahmetli Humeyni’nin çok öncelerden Amerika’yı ‘Büyük Şeytan’ olarak isabetle tarif ettiği hatırlanacak olursa, Büyük-Şeytan ve Deccal arasındaki doğal ittifak anlaşılacaktır. Fazla söze gerek yok: Euzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm...
[1] Burada 1999 yılının FETÖ liderinin ABD’ye gittiği tarih olduğunun altını çizmekte fayda var. (EBA)