Hızla odaya giren genç hemşire, önce elindeki dosyaya, sonra hasta yatağındaki kardeşime ve ayaktaki bana bakarak; “Baktrim Ali?” diye sordu.
Tam olarak ne kastettiğini anlamamıştık ama yine de “Evet, Bactrim’e alerjim varmış” diye yanıtladı kardeşim. “En son, küçükken kullandıklarında ciddi solunum sıkıntısı ve ödem olmuş.”
Açıklamanın üzerine tekrar dosyaya bakan hemşire, “Ha, hasta adı aşağıdaymış” dedi. Kardeşimle kısa süre bakıştık. Hasta dosyasının üzerine iri harflerle “Baktrim All.” şeklinde düşülen alerji bilgisi notunu, hemşire, hastanın adı sanmıştı. Çok da üzerinde durmadık açıkçası. Artık Sağlık Bakanlığı’nın listelerinde bulunmayan bu ilacın adını genç bir hemşirenin duymamış olmasını yadırgamamayı tercih ettik.
Türkiye’nin en büyük tıp fakültesi hastanelerinden birinde kız kardeşimin geçireceği bir ameliyat için bulunuyorduk. İlk gün hastaneye başvuru yaptığımız sırada bir parça kâğıt havluya ihtiyacımız olunca, “Kâğıt havlumuz yok, kullanan getirsin diyorlar” demişti sekreterlerden biri. Burada uyanmam gerekirmiş aslında; kâğıt havlunun bulunmadığı hastanede sedye bezi rulosu, kullan-at muayene masası örtüsü falan nasıl bulunsun misal? An geldi, pamuk bulamadığımız oldu.
Fakat biz içinde bulunduğumuz sağlık sorununa odaklanmıştık, bunun da üzerinde çok dur(a)madık. Ancak ufak tefek olayların birikiminin toplamda nasıl bir soruna işaret ettiğini hızla anlayacaktık.
AKP’nin “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında yaklaşık 20 yıl önce başlattığı özelleştirme programının, “3. basamak” diye nitelediğimiz üniversite hastanelerini nasıl bir borç batağına sürüklediğini, üniversite hastanelerinde eldiven, cerrahi maske gibi en basit tıbbi malzemelerin bile karşılanmasında sıkıntılar yaşandığını, tıbbi malzeme ve ilaç şirketlerine milyonlarca lira borçları olduğunu biliyorduk.
Yıllar içerisinde plansızca açılan tıp fakülteleri ve hesapsızca artırılan tıp fakültesi kontenjanları nedeniyle tıp eğitiminin nasıl niteliksizleştirildiğini görüyorduk. Yardımcı sağlık personeli sayısının yetersizliğinin, sağlık meslek liselerindeki eğitimin -bütün eğitim sisteminin olduğu gibi- gericileştiğinin, bunun da personelin mesleki niteliğine yansıdığının farkındaydık.
Kışkırtılmış sağlık hizmeti talebinin yol açtığı yoğunluk, hastalara ayrılan randevu sürelerinin giderek kısalması, yoğun ve karşılıksız emek, yoksulluk sınırının altındaki gelir ve sağlıkta bugün artık görülmemiş boyutlara ulaşan şiddet gibi sayısız nedenle sağlık personelinin tükenmişlik yaşadığını biliyorduk.
“Giderlerse gitsinler” yaklaşımı ve buna sırtını dayayan “Artık hekim dövebiliyoruz” pişkinliğinin hekimleri incittiğini görüyorduk. Son yıllarda yurtdışına giden hekim sayısında dikkat çekici artışlar olduğunu, giden hekimlerden boşalan kadrolara liyakatsiz atamalar yapıldığını basına yansıyan haberlerden ve Türk Tabipleri Birliği’nin uyarılarından izliyorduk. 2021-2022 yılında 14 bin 506 hekim mezun verirken tıp fakülteleri, 2023 yılının ilk 9 ayında 2285 hekimin yurt dışına gittiğini; yani sistemin verdiği mezunların yaklaşık 6’da 1’ine denk düşen sayıda hekimi ülkeden kaçırdığını biliyorduk. Hekim açığı yabancı hekimlerle kapatılmaya çalışılırken, onların eğitimlerindeki diploma/denklik sorunlarının, “ucuz işgücü” olarak çalıştırılmalarının yarattığı problemlerin ve tüm bunlarının birikiminin nelere yol açabileceğini üç aşağı beş yukarı kavrıyorduk.
Bütün bu bilgimizi tek tek tecrübe ettik; bu ameliyat ve ameliyat sonrası gelişen komplikasyon nedeniyle yaklaşık 15 gün kaldığımız hastanede… Derler ya, “Allah kimseyi düşürmesin”; evet gerçekten Allah kimseyi düşürmesin, çünkü kamu sağlık sistemi ve üniversite hastaneleri biteli çok olmuş.
Bu bitiş sürecinin en gözle görülür sonuçlarından biri hasta ve hekim ilişkisinin tamamen kopması olmuş. Ameliyatınıza giriyorsunuz, çıkıyorsunuz; -tabiri caizse- kestiler, biçtiler, bitti! Alın bakalım detaylı bilgi, alabiliyorsanız. Aydınlatılmış onam zaten yalan. Önceden hastanın onayı alınıyor, hasta bilgilendiriliyor falan diye kimse kimseyi kandırmasın. Hastanın ne imzaladığından, ameliyattan önce alelacele imzalatılan metinde ne yazdığından haberi bile olmuyor.
Hekim-hasta ilişkisinin temel dayanağı olması gereken “güven”, çift taraflı ve onarılamaz şekilde sarsılmış, sağlık çalışanları yönünden adeta bir çeşit “suskunluk yasası” oluşmuş. Hekim de, sağlık çalışanı da sanki “söyleyeceğim her şey, her an aleyhime delil olarak kullanılabilir” diye düşünüyor ve en küçük sorunuza, en basit yanıtı bile cımbızla alıyorsunuz, çoğunlukla onu da alamıyorsunuz.
Diğer bir sonuç, fiziksel yetersizlikler ve iş yükü ağırlığı gibi nedenlerle, sağlık kurumları için hayati önemdeki temizlik, hijyen gibi olmazsa olmazların ihmâl edilmesi olmuş. Bu yüzden, ameliyat sonrası hastane enfeksiyonu kapmak yahut herhangi bir komplikasyon gelişmesi gibi olaylar vaka-i adiyeden… Ameliyatlı hastayı düşürmek de vaka-i adiyedenmiş, öğrendik. Bütün bunları normal karşılamanız da gerekiyor üstelik, aksi halde “nazlı” hasta kategorisine alınabiliyorsunuz hemen.
Oysa, tıbbın temel ilkesi olan “önce zarar verme”ye hastanın psikolojisi de dâhil olmalı, öyle değil mi? Ama kendisi tükenmişlik içerisinde olan ve hastasıyla adeta düşmanlaştırılmış olan personel, hastanın psikolojisini nasıl düşünsün?
Kim bütün bunların sorumlusu? Üniversite hastanelerini kim bitirdi? Hem geleceğin hekimlerini yetiştiren eğitim kurumları, hem en komplike vakaları araştıran bilim kurumları değil mi üniversite hastaneleri? Nasıl ihmâl edebilirsiniz bu kadar? Hekimlerin, ah o uykusuz asistanların, damar yolu açmayı öğretemeden mezun ettiğiniz hemşirelerin, kısaca bütün sağlık personelinin devleşmiş sorunlarını nasıl bu kadar görmezden gelebilirsiniz? Vatandaşın en temel hakkına, sağlık hakkına nasıl bu kadar fütursuzca saldırabilirsiniz? Kamu sağlık hizmetine aktarılması gereken kaynakları nasıl şirketlere peşkeş çekebilirsiniz?
Sözün özü, memlekette hekim olmak da, sağlık çalışanı olmak da, hasta olmak da çelik gibi sinir istiyor. Sağlık Bakanı Twitter’den “sağlık hizmetlerimiz şöyle, böyle” diye hiç açıklama yapıp durmasın; sistem tamamen çökmüş de, birkaç tane -halen- idealist, mesleğini seven, yaptığı işin öneminin, biricikliğinin farkında olan vicdanlı hekim ve sağlık çalışanının yüzü suyu hürmetine dönüyor işler. Tüm bu keşmekeş ve olumsuz tablo içerisinde halen işini yapmaya çalışan vicdanlı ve gerçek emekçi sağlık personeline selâm olsun. (MSK/AS)