Umutsuzluk, kişilerin geleceği ve amaçlarıyla ilgili olumsuz-negatif beklentiler içinde olması ya da “yararsızlık” duygusu yaşaması olarak tanımlanıyor. Toplumun bir bölümünü ya da çoğunluğunu ilgilendiren bir konuda beklenti olumsuz olmaya başladığında veya kötüleştiğinde, umutsuz olanların sayısı artmakta ve umutsuzluk hali daha da derinleşiyor. Beklenti iyileştiğinde, olumlu hale geldiğinde ise umutsuzluk her iki bakımdan da azalıyor. Bununla birlikte, belirsizliklerin, özellikle kişilerin kendi gelecekleriyle ilgili belirsizliklerin de umutsuzluğun önemli nedenlerinden bir tanesi olduğu biliniyor.
Bir toplumda umutsuz olanların sayısını, sıklığını ve bununla ilişkili faktörleri bilmek, hem siyaset hem de sağlık alanı için önemli olmasına karşın, bilimsel veriler halen oldukça sınırlıdır. Buna karşın, sosyal sınıf, örgütlenme ve demokrasi ile umut arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bilimsel araştırma da yok denecek kadar az sayıdadır. Umutsuzluğun görülme sıklığının giderek artması, yaş, eğitim durumu gibi çok sayıda sosyodemografik özelikle olan ilişkisi, zihinsel ve fiziksel hastalıkların habercisi ya da belirleyicisi olması, umutsuzluğu sağlık ve sosyal alanda önemli bir konu haline getirmiştir.
Sayısı sınırlı ve yalnızca belirli toplum kesimleriyle yürütülen araştırmalar da olsa, kapitalist düzende yoksullarda, düşük gelirli olanlarda, düşük sosyoekonomik statüde yer alanlarda ve işsizlerde kısacası yaşamak için emek gücünü satmak zorunda olanlarla, çalışmak zorunda olanlarda umutsuzluğun daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca, umutsuzların ek olarak ekonomik zorluklar yaşaması ve olumsuz yaşam olaylarına ve krizlere maruz kalmasının, uzun süreli umutsuzluk açısından da bir risk faktörü olduğu belirlenmiştir.
Yoksullarda umutsuzluğun daha yüksek olması, onların sınıfsal konumları nedeniyle iş, ekonomik, sağlık, eğitim, barınma vb. olanaklarının sınırlı olmasına bağlı olarak yakın ve uzak gelecekleriyle ilgili belirsizliklerin yarattığı kaygı, korku düzeylerinin yüksek olmasına ve beraberinde yaşamlarını kontrol etme gücünün düşük olması vb. nedenlere dayandırılmaktadır. Bu gruptaki kişiler, sendikal ve/veya siyasal yapılarda örgütlü, aktif üyelerse ya da güçlü sosyal destek mekanizmaları varsa umutsuzluğa kapılma olasılıkları azalmaktadır.
Belirsizlikleri azaltmak
Gelecekle ilgili belirsizlikleri olabildiğince azaltabilmek, toplumda umutsuz olanların sayısını da azaltacağı için önemlidir. Bugünün Türkiyesi’nde yoksulluk, açlık oldukça kısa bir sürede arttı ve derinleşti. Felaketlerle sonuçlanan deprem, işyeri ve otel yangınları, sayıları her geçen gün artan çocuk, kadın ve işçi ölümleri gibi “toplumsal cinayet”ler ve adaletsizliklerle sıklıkla karşılaşır olduk. Yaşananlarla eş zamanlı olarak halkların tümünün; yoksulluğun kendisi için ne zaman “kader” olmaktan çıkacağı, ne zaman aşılabileceği, geleceğinin ne olacağıyla ilgili “bilinirliğe” olan gereksinimi hat safhaya ulaştı.
Ana muhalefet partisi başta olmak üzere, sandıkla iktidarı değiştirmek isteyenlerin neredeyse tümünün temel sorunu, bu tutuma sahip olamamalarında yatmaktadır. Toplumu yoksulluk başta olmak üzere, eşitsizlik, adaletsizlik, işsizlik, sağlık, eğitim vb. sorunları çözebileceklerine inandırmak gibi bir önceliklerinin, programlarının var olduğunu en azından bu zamana kadar bizler bile fark edemiyoruz. Benzer bir durum, Kürt meselesinin günümüzde geldiği aşamayla da ilgilidir.
Belirsizlik, iktidarın “silahı” oldu
Gelecekle ilgili belirsizliklerin varlığının gerektiğinde sorun yönetmedeki avantajını bilen iktidarın, “Kürt meselesinin siyasi çözümü” konusunda bu bilgiden en üst düzeyde yararlanma çabası içinde olduğunu izliyoruz.
Yasama yılının açılışında, Devlet Bahçeli’yi DEM Parti sıralarına götürüp, tarihsel bir ilki yaşatmaya zorlayan/sağlayan koşulların ne(ler) olduğu konusu, toplumun genelinde belirsizliğini koruyor. İktidar, bu “çözüm süreci değildir” söylemiyle yeni dönemi “gelecek” açısından da toplum nezdinde belirsizlikle eşleştirmek istiyor. Yanı sıra, bir plan ve programın açıklanmamış olması da toplumun büyük çoğunluğunun belirsizliğe mahkûm edilmesi işlevi görüyor. Çünkü, belirsizlik umutsuzluğun en önemli nedenlerinden bir tanesidir. “Umutsuz bir toplum” yaratma hedefinin en önemli aracıdır.
Böylesi bir dönemde DEM Parti başta olmak üzere, ana muhalefetinden sosyalist partilere, demokratik kitle örgütlerinden kadın ve gençlik hareketlerine, akademisyenlerden edebiyatçılara, sanatçılara kadar “Kürt meselesinin siyasal çözümü”nden yana taraf olanların hep birlikte bu bilinmezliklerin, belirsizliklerin toplum genelinde “bilinenlere” dönüştürülebilmesi için ortak çaba içinde olmaları gerekmiyor mu?
Belirsizliklerle mücadele umudu yükseltecek
Aksi halde, “belirsizlikler” toplumla birlikte kendilerini de önce umutsuzluğa devamında da iktidarın “değiştirilemezliğini” kabule mahkûm edecek görünüyor. Bunun önlenebilmesi zor olsa da olanaksız değil. Öncelikle, siyasi partiler, hem “Kürt meselesi”ni hem de ülke genelinde derinleşen ve yaygınlaşan “yoksulluk”u, “hukuksuzluk”ları, “toplumsal cinayet”leri iktidar olduklarında nasıl çözülebileceklerini amasız, fakatsız olarak net bir şekilde belirleyebilmeliler. Eş zamanlı olarak, çözüm önerilerini topluma nasıl yansıtabileceklerini de öncelikli bir mesele olarak gündemlerine almalılar. Ardında da çözüm yollarının, önerilerinin yaygın bir biçimde toplumla nasıl paylaşabilecekleri, gelebilecek her bir soruyu, soranlar ve dinleyenler tarafından da kabul göreceği bir şekilde nasıl yanıtlanabilecekleri ve bunların “sahiciliği” üzerinde durmalılar. Önce, tüm bunlar için sistemli bir hazırlık yapılmalı, ardından da sokağa, meydanlara, fabrikalara, atölyelere, üniversitelere, hastanelere, pazar yerlerine gidip toplumun arasına karışabilmeliler. (OH/TY)
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın.