“Çocuklar ölmesin” dediği için yeni doğmuş bebeği ile birlikte zindana atılan Ayşe öğretmenin utancı eşliğinde seyrettim Kar filmini.
Gün, 23 Nisan çocuk bayramıydı!
Film nihayete erip de perde kararınca bedenimin kaskatı kesildiğini farkettim. Sanki bir bok çukuruna düşmüş ve orada kalakalmıştım.
Çaresizce döküldü dudaklarımdan sözcükler: “Umut en büyük kötülüktür”.
Gereksiz umudu var edenler ise en büyük hain!
***
Müzeyyen’di filmin asıl karakteri. Ali’nin ablası ve gayrimeşru bir ilişkinin artık nesnesi. Adını bile koymamıştı babası. Pekiyi ama baba dediğin addan başka nedir ki bu dünyada?
Müzeyyen’in yaşamı, babasının istisnai belirlediği çıplak bir hayattı. İçerilmeden dışlanan, yaşama dahil edilmeyen kutsal bir hayat.
Öldürülen ama kurban edilemeyen bir artık!
Babanın katından kovulmaya dahi layık bulunmayan, düpedüz yok sayılıp hiçliğe terk edilen bir varoluş.
Tanık olma hakkının bile elinden alındığı modern Muselmann!
Böylesi bir yokluğa hiçbir şey derman olamaz elbet. Ama en azından durmaksızın soran bilinci devre dışı bırakır; hap, duman, seks..
Hiçbir şeyin adı yoktur bu ıssızlıkta: Sevgili sayılmanın dahi
Adsızlığın kederini unutturacak tek yolsa adını bahşetmemiş babanın erilliğini kullanmaktır. Biliriz ki; güç gösterisi, güçsüzlüğün ve kırılganlığın yüzüdür aslında.
***
İşte böyle bir yoklukta Ali çıkar gelir ansızın: Tüm naifliğiyle
Konforun sessiz ve sakin denizinde büyümüştür o. Risksiz hayatın steril koşullarında. Zaten o nedenle yakışmaz ağzına ne duman, ne galiz küfür.
Ablası Müzeyyen’in aksine derdi yoktur Ali’nin. Derdi olmadığı için hayatla mücadelesi de.
Yaşamıştır o güne kadar anne ve babasının kendisi için çizdiği yolda. Öylesine, sormadan, sorgulamadan, hata yapmadan, yapmadığı rezillikler ile yüzleşmeden.
Kendisinden midesi bulanmadan.
“Pencere önünde / arkadaştan ayrı / porselen saksıda bir süs çiçeği” olarak yaşamıştır öylesine.
Şimdi ilk kez Müzeyyen sayesinde yüzünde açılan yaralarla bir derde kavuşmuştur. Yaşamanın pisliğe bulaşmak, risk almak ve o risk karşısında tutum geliştirmek olduğunu anlayarak.
Ama ne hazin; babasının gölgesinden kendisini kurtaramaya kalkışacağı yerde ona yaşamı tanıtan Müzeyyen’i kurtarmaya soyunarak.
Müzeyyen, kurtarılması gereken midir?
***
Oysa Müzeyyen’in gayrimeşruluğu, Ali’nin meşruiyetinde saklıdır. Öyle ya Ali’nin dünyaya gözlerini açışı, Müzeyyen’in bir günah olarak gözden uzaklaştırılmasını var etmiştir.
Pekiyi ama yıllar sonra ablasına koşup gelen Ali, aldığı ilk nefesin bir kefareti olduğunun da farkında mıdır? Babasına yönelttiği suçun, kendisinin varlığında da saklı olduğunu görmekte midir?
Daha önemlisi bu hayatta bir kez olsun pisliğe batmamış Ali’nin kırılgan benliği dayanabilecek midir bu yaşamın kirine? Güçsüz egosu kaldırabilecek midir insan denilen canlının varoluşsal krizini? İlk yasağın ağırlığı ve utancını? Eril hazzın lanetini?
Eğer kaldıramayacaksa neden umut vermektedir şimdi Müzeyyen’e? Neden onu başka bir yaşamın var olduğuna inandırmaya çalışmaktadır? Kendisi orada böylesi bir yaşamı var edebilmiş midir ki Müzeyyen’i baba evine götürmek istemektedir?
***
Pekiyi ama baba evi, her ikisinin de lanetli kaderlerinin yazıldığı yer değil midir? Dün kendilerini iğdiş eden fallusun gölgesine bugün sığınmaya kalkışmak kurtuluş mudur?
Hayatı boyunca böylesi bir gölgenin yokluğuyla yaşamaya alışmış Müzeyyen’i şimdi neden baba evine götürmek istemektedir Ali?
Oysa özgürlük, babaya başkaldırmakta saklı değil midir?
Tıpkı Mahir gibi...
Bir başka baba olan devlete başkaldıran, bu isyanda ağabeyi ve babasını kaybeden ama pes etmeyip devletin tüm ceberrutluğunu alt ederek tıp fakültesine girerek devletle savaşını devam ettiren Mahir gibi.
Tıpkı kardeşi Bekir’i, hiçliğin uçurumundan çekip çıkartan Mahir gibi.
Tıpkı hayran olunduğu kadar korkulan solcu Kürt Mahir gibi.
Tıpkı devlet baba ile verdikleri savaşın yok edici zulmünden dolayı kendi babalarına isyan fırsatını bulamayan Mahir gibi.
Tıpkı Müzeyyen’in içten içe çok sevdiği, hayran olduğu, belki de bir erkeğe ilk kez aşık olduğu ama kendisini ona layık göremeyip uzaktan baka kaldığı Mahir gibi...
***
Perdede artık sadece ağıt var: yaşamımızdaki gibi! (OE/HK)
Künye:
Yönetmen: Emre Erdoğdu, Oyuncular: Hazar Ergüçlü, Ozan Uygun, Halil Babür, Gösterim Tarihi: 23 Mart 2018