Bu hükümet bir kanadıyla sol, bir kanadıyla da ulusalcılık bakımından iddialıydı. Küreselleşme koşullarında ortaya çıkan "yeni sağ" ve "sol paradigmalar" böyle bir koalisyonu da olanaklı kılmıştı.
Ancak koalisyonla gerçekleştirilen sentez, bu paradigmalar malgamasının, yönetme pratiğinde ne anlama geldiğini bir de bizim ülkemizde göstererek şatafatlı savlar ardında gizlenen gerçek yüzünü ortaya çıkardı.
Ulusalcılık ve hükümet uygulamaları
Kamu tesislerinin yabancı sermayeye satılması; bankaların batırılması ve batık bankaların uluslar arası finans kurumlarına satılması; 15 günde direktifle çıkarılan 15 yasa ile tarımın çökertilmesi;kamuya ait sosyal hizmet kurumlarıyla yerel yönetim hizmetlerinin özelleştirilmeye başlanması; küreselleşme ve yerelleşme projeleri kapsamında devletin küçültülmesi adı altında binlerce kamu emekçisinin işten atılması, aynı uygulamanın özelleştirilen kurumlarda da gündeme gelmesi; ulusal ekonomiyi koruyucu yasaların, yabancı sermayenin önündeki bürokratik ve hukuki önlemleri kaldırmak amacıyla Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) prosedürlerine uygun olarak iptal edilmesi; ABD'nin Ortadoğu'daki planlarına koşulsuz destek verilmesi... ve bütün bunların IMF ve Dünya Bankası talimatlarıyla gerçekleştirilmesi bu hükümetin ve başından beri yönelimini ulusal solculuk olarak tanımlayan Ecevit'in ne kadar ulusalcı olduğunun kanıtı olsa gerek.
20. yüzyıl, bir bakıma, emperyalizme karşı verilen ulusal mücadeleler eşliğindeki ulus devletleşme yüzyılıydı. Ve ulusalcılık her şeyden önce, bağımsız ve korumacı bir ülke iktisadının kurulmasını içeren ekonomik bir yönelimdir. Bu hükümet bütün dünyadaki benzerleri gibi bu ekonomik prensibi boş bir söylemle değiştirdi.
Ecevit'in solculuğu
Ecevit'in solculuğuna gelince; ABD ve Avrupa'da da olduğu gibi; bizde zaten bölük pörçük, gönülsüzce uygulanan ve bir çok kurumu oluşmamış sosyal devletin tasfiyesi, sosyal güvenlik kurumlarının özelleştirilmesi, esnek çalışma politikaları ve işsizleştirme, insanın ihtiyaçlarını gözeten ekonomik ve toplumsal projelerin birer birer ortadan kaldırılması, sendikasızlaştırma, toplusözleşme süreçlerinin askıya alınması ve bunların sonucunda vahşi kapitalizm koşullarını aratmayacak bir sürece girilmesi Başbakanı ve çağrısını da gülümsemeyle karşılatıyor.
Solun asgari prensipleri sosyal güvenlik, parasız sosyal hizmetler ve demokrasidir. Ecevit şimdiye kadarki icraatında bunların hangisi için en küçük bir çaba sarf etti, sorulmalı. Bunun yanıtı hiçbir şey yapmadığıdır.
Tony Blair'den beri popüler olan "yeni solculuk" bugün hem Ecevit'i hem de Derviş'i ifade ediyor. Kısacası ulusalcılık diyerek gayri milli, solculuk diyerek sağcı politika yapma tutumudur bu.
Ulusalcılık ve enternasyonalizm
Ecevit'in ulusalcılık adına altına imza attığı IMF politikaları ve ABD direktiflerinin karşısında olmak elbette ulusal bir tutum almak anlamına da gelir. Bu yüzden emek politikası yürüten kesimlerin böyle bir ulusal tutum almadan enternasyonalist olabileceğini söylemek mümkün değildir.
Ama ne yazık ki, son zamanlarda bu konuda kafaların oldukça karışık olduğunu teslim etmek zorundayız. Solcu entelektüeller sanki kavramsal bir tercihmiş gibi ulusalcılığa karşı enternasyonalizmi yüceltirken bu tercihin gerçek hayatla ilişkisini kuramıyorlar ve modası geçmiş bir tartışmayla meşguller.
Emek politikası yürütenlerin; küreselleşmeye karşı çıkmak anlamında ulusalcı, dünya emekçilerinin uluslararası örgütlenmesi için çaba harcamak adına enternasyonalist olmaları gerekiyor. Ayrıca onları, görüldüğü gibi birbirlerinden hiç de farklı bir programa sahip olamayacak Derviş, Cem, Ecevit türevlerinden ayıracak bir solculuğun da kazanılmış sosyal hakların gasp edilmesine karşı çıkmak demek olduğunun da altı çizilmelidir.
Bu bakımdan Ecevit'in çağrısı, solun ve milliyetçiliğin güncel tanımı yapılmadan tartışılmamalıdır. Ama bu koşullarda bu kavramlar üzerinde mutabık kalınamaz. Bu yüzden şimdilik bu çağrı kimileri için anlamlı gelebilecektir, ama kimileri için de boştur. (BB)
* Nuray Sancar, Evrensel Kültür Dergisi Yazı İşleri Müdürü