Böyle olması da kaçınılmazdı. Çünkü, bütün faşist ve faşizan hareketler gibi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP ) de, ideolojik ve politik olarak reaksiyoner bir karaktere sahiptir. Tersine bütün iddialarına karşın, bir siyasal hareket olarak kendi başına var olamazlar. Daha doğrusu, büyük bir siyasal güç olmayı sürdüremezler. Kendilerini karşıtlarına göre tanımlamak, sürekli olarak düşman üretmek ve mutlaka bir "milli tehdit" bulmak zorundadırlar.
İşte, ülkücü hareketin açmazı tam da buradadır.
Çünkü, 1990'dan sonra komünizmin küresel bir tehdit olmaktan çıkması, MHP'nin varoluş nedenlerinden en önemli unsuru ortadan kaldırdı. Soğuk Savaş döneminde bir operasyon örgütü ve sokak gücü olarak doğup gelişen; bu özelliğiyle istihbarat örgütlerinin ve "gayri nizami harp" aygıtının bir parçası olarak hareket eden MHP boşlukta kaldı. Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucu, temel kurumları sosyalist kuruluş süreçlerinde oluşan (durumun böyle olduğu anlaşılan) Türki cumhuriyetlerin ortaya çıkması, "Esir Türkler" edebiyatını bitirdi. Geriye sadece, Türkiye'nin Soğuk Savaş Dönemi'nden devraldığı ve 1984 sonrasında silahlı bir ayaklanmaya dönüşen Kürt sorunu kalmıştı.
Kıbrıs ve ülkücüler; "milli tehdit" ihtiyacı
Ülkücü hareket, 1980'li yılların sonu ve 1990'lı yılların başında, PKK ve Kürt karşıtlığı temelinde kendisini hem ideolojik ve politik olarak yeniden üretti hem de örgütsel olarak yeniden kurdu. Bu yıllarda yükselen milliyetçi dalgayı arkasına aldı. Devletin ideolojik aygıtlarıyla yatay ve dikey şekilde kışkırtılan ve yönlendirilen milliyetçi dalga; ülkücü hareketin ortamı iyi değerlendirmesi, ısrarlı ve militan bir çalışma yürütmesiyle birleşince, MHP tırmanışa geçti. Bu tırmanış, 18 Nisan 1999 seçimlerinde MHP'yi tarihinde hayal bile edemeyeceği bir başarıya taşıdı.
Ancak, 1999 seçimlerinin yapıldığı sırada aslında yükselen milliyetçi dalga geriye çekilmeye başlamıştı. Çünkü, Batı'nın tersine, Türkiye'de Kürt sorunu nedeniyle uzayan Soğuk Savaş, 28 Şubat süreciyle birlikte "şark usulü" bir yöntemle bitirilmiş ve ülke 1997-98'den itibaren yeni bir döneme girmeye başlamıştı.
Güneydoğu'da süren 15 yıllık "düşük yoğunluklu savaş" sonlanmış, Kürt sorununun silahlı mücadele evresi büyük ölçüde kapanmış ve milliyetçi dalga geriye çekilmeye başlamıştı. MHP bunu göremedi. Koalisyon aracılığıyla geldiği iktidarda, rüştünü ispat etme, ülkeyi yönetebileceğini kanıtlama ve Türkiye elitine güven verme çabalarına karşın, reaksiyoner karakterini korudu. İktidardaki büyük başarısızlığı, kadrolarının yetersizliği ve daha da önemlisi; siyasal gelenekleri, örgütsel refleksleri ve kadro yapısı nedeniyle yeni bir siyasal açılımı da gerçekleştiremedi. Bu olgu, MHP'nin 3 Kasım 2002 seçim yenilgisini hazırlayan başlıca etken oldu. Ülkücü hareket kaçınılmaz şekilde çekirdek tabanına doğru daraldı.
MHP ve ülkücü hareket, bütün klasik faşist partiler gibi tarihi "milletler mücadelesinden ibaret" sayıyor. Ulusların, tarihsel ve sosyolojik olarak kapitalizmin ve modern çağın bir ürünü olduğunu reddediyorlar. Bilim dışı bir anlayışla, milletleri, tarih öncesinden beri var olan ve sonsuza kadar da yaşayacak bir olgu olarak görüyorlar. Kuruluş gerekçesini oluşturan bu ideolojik-teorik arka plan, politik olarak var olmak için sürekli olarak bir "milli mesele" ya da "milli tehdit" unsuru bulmak, eğer yoksa icat etmek zorundadır.
Yeniden Türkiye gündeminin ilk sıralarına yükselen Kıbrıs sorunu, seçim yenilgisinden sonra içine kapanan ülkücü hareketin yeni bir çıkış yapması için bulunmaz bir fırsat sundu. MHP liderleri, özellikle 1999 başarısından sonra teşkilat içinde herkesin eleştirmekten korktuğu ve fakat 3 Kasım 2002'de Türkiye'yi seçime götürmenin ve başarısızlığın sorumlusu olarak görülen Devlet Bahçeli ekibi, bu fırsatı değerlendirmeye karar verdi.
MHP herkese "dersini" verir
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, geçen hafta Kırıkkale'de yaptığı örgüt ziyaretleri sırasında işareti verdi. Ülkenin kritik dönemden geçtiği günlerde "Türkiye'nin MHP'ye ihtiyacı" olduğunu öne süren Bahçeli, "30-40 yıllık Kıbrıs politikası değişmeli" diyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yine Anadolu'nun bağrından yanıt vererek şunları söyledi:
"Kıbrıs'ı elden çıkartabilecek bir yanlışı kabul edemeyiz. Yanlış yapanlara da müsaade etmeyiz. Kimse Rauf Denktaş'sız Kıbrıs düşünemez.Kimse 40 yılı görmezden gelemez. Herkes bunu çok iyi bilmelidir. Bilmiyorlarsa MHP Türkiye'nin her tarafında bunu herkese öğretir." (Kurultay gazetesi, 19 Ocak 2003)
Verilen işaret hemen "teşkilatlar" tarafından hemen anlaşıldı. Seçimlerden sonra çekirdek MHP'nin yayın organı hüviyetini kazanan haftalık Kurultay gazetesi manşeti attı; Ocaklar'da Kıbrıs alarmı... Gazete haberin devamında şu bilgiyi veriyordu:
"Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ( Ülkü Ocakları'nın tam adı böyledir) Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Anıt, Tekirdağ Ülkü Ocakları'na gerçekleştirdiği ziyarette, Kıbrıs konusunda Ocak teşkilatlarının seri mitingler tertipleyeceğini söyledi. (...) Ülkücü gençlerle Türkiye ve dünya gündemini değerlendiren Anıt, Kıbrıs konusu üzerinde önemle durdu. Anıt, Kıbrıs konusunda Türk milliyetçilerinin ortak tavır sergilemesi gerektiğini ifade etti. Mersin'den başlayarak, İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde bölgesel nitelikte mitingler gerçekleştirilecek." (Kurultay gazetesi, 19.1.2003)
Sokağa hazırlık
Verileceği önceden kararlaştırılan ve planlandığı anlaşılan bu işaret sonucu, Ülkü Ocakları yeniden sokağa çıkmaya başladı. Çeşitli illerde, bu arada Kıbrıs Magosa'da ülkücülerin gösterileri başladı. Ülkücü kuruluşlar üst üste toplantılar, sempozyumlar ve seminerler düzenlemeye başladı. Bu etkinliklerle ülkücüler eyleme ve sokağa hazırlandı. Örneğin; Ülkü Ocakları, Ülkü-Tek, Ülküm İşçiler Birliği ve Mesander'in ortaklaşa düzenlediği bir panelde, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı, çeşitli eylemlerden 11 yıl cezaevinde yattıktan sonra 1991'de Tahliye olan ve halen Ortadoğu gazetesinin yazarı ve Ankara temsilcisi olan Alişan Satılmış, "Uyanık olmalıyız" diyor ve şöyle diyordu:
"Kıbrıs Akdeniz'de sıradan bir ada değildir. Kıbrıs'ta Türk varlığını ve bağımsızlığını yok sayan her çözüm, kesin olarak bilinmelidir ki Yunanlı'ya hizmet etmektedir. Türk milleti dikkat et! Bu oyuna gelme..."
Orkun Vakfı tarafından Nihal Atsız'ın 98'inci doğum yılı nedeniyle düzenlenen bir başka etkinlikte ise, "milli şuura malik olma" çağrısı yapılıyor ve "Yunanistan Türkiye'nin ebedi ve barışmaz düşmanıdır. Kendimizi boşuna aldatıp Atatürk ile Venizelos arasındaki dostluktan bahis açmayalım. Kıbrıs'ta Türk mührü silinemez. Korkmakla, siyasi ihtiyatkarlığı ödleklik derecesine vardırmakla hiçbir şey kazanılamaz. Ülkü hamlesi zaman ve mekan dinlemez" deniyordu.
Bütün bu etkinlikler, ülkücü hareketi yeniden sokağa çıkarmaya, yurt genelinde milliyetçi bir rüzgar yaratmaya ve yeni bir şovenist dalganın yükseltilmesi için örgütü hazırlamaya yönelik hamlelerdi. Nitekim bu fikri ve ruhi hazırlık kısa sürede sonucunu verecek, geçen hafta Türkiye, çeşitli bölgelerde Kıbrıs konulu ülkücü gösterilere tanık olacaktı. Bu eylemler, henüz medyada yeterince yer almasa da, politik dengelere bağlı olarak bu durumun değişebileceği, medyada "Kıbrıs Türk'tür Türk kalacaktır" şeklinde başlıklar atılabileceği akılda tutulmalı.
Ülkücü yayınlar ayakta
Nitekim ülkücü yayın organlarında hayli "rafine" başlıklar atılmaya başladı bile. İşte birkaçı; "Rum değil vefasızlık yıktı", "Papazlar işbaşında", "Satılmışa ataşelik", "Kıbrıs satışta", "Sıra orduda mı?", "Müzakeresi bile doğru değil" vb. Başlıklar böyle uzayıp gidiyor. Ülkücü hareketin yeni günlük gazetesi Yeniçağ şunları yazıyor:
"Kıbrıs sorunun Annan Planı üzerinden çözülmesi mümkün değildir. Belgenin, son sunulduğu şekliyle, değil kabul edilmesi, müzakere bile edilmesi doğru değildir." ( Yeniçağ gazetesi, 20 Ocak 2003)
Dil giderek saldırganlaşıyor:
"Bugün KKTC'de Orduna 'işgalci' diyecek kadar utanmasını unutmuş olan zibidi, orada Türklere yeni bir Kerbelâ yaşatılmak istendiğini göremiyor. Türkiye'deki azgınları o tür zibidiliklerin bayraktarlığını yapmaktan kaçırmıyorsa düşünebilen kişinin irkilme vaktidir." (Kurultay, 19.1.2003)
Politik hamle hazırlığı
MHP, bir yandan sokakta yeni bir eylem dalgası başlatmaya hazırlanırken, diğer taraftan da üst düzeyde bazı politik hamleler yapmaya hazırlanıyor. Devlet Bahçeli, yarın (23 Ocak) Kıbrıs'a gidiyor. İki gün adada kalacak olan Bahçeli, Denktaş, Derviş Eroğlu ve diğer yetkililerin yanı sıra, Türkiye'den gelen göçmenler tarafından kurulan ve MHP'ye yakın bir çizgi izleyen Milliyetçi Adalet Partisi (MAP) yöneticileriyle de görüşecek. (MY/EK)