Maden ocaklarında yer üstünde çalışma saatleri gün doğumundan gün batımına, yeraltı ocaklarında ise 9 saat kesintisizdi. Şirket yöneticilerinin aç kalabalık diye nitelediği işçilerin, hiç bir sosyal hakkı olmadığı gibi, belirlenen programların herhangi bir nedenle aksatılması da mutlaka cezalandırılması gereken bir suçtu.
Madencileri kurtarma ve işten atılma
18 Mart 1925de maden ocaklarında Kıbrıs tarihinin en korkunç iş kazası olur. Çöken ocaklarda sıkışan arkadaşlarını kurtarmaya çalışan işçiler iş düzenini bozarlar. Şirket yöneticilerinin işbaşı çağrısı karşılıksız kalır.
İşçiler arkadaşlarını kurtarma kararlılığında idiler. Bu kolektif itaatsizlik affedilemezdi. Tüm işçiler işten atılır. Şirketin adamları diye bilinen dört kontraktöre iş alanları paylaştırılıp işgücünü onların temin ve denetim altında bulundurması sağlanır.
Baskı artırılıp, sömürü bir o kadar katmerleşmişti. 1926da bu çirkin sömürüye karşı düzenlenen grev başarısızlıkla sonuçlanmış, artık iyice devleşen şirket, işçiler karşısındaki taviz vermez tutumu ile ünlenmişti. Kıbrıs Maden Şirketi arazisinde bir sonraki grev için 10 yıl beklemek gerekecekti.
Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumların Komünist Partisi
1926 yılında Kıbrısın başka bölgelerinde de örgütlenme özgürlüğü talep eden eylemler vardı. Ayni yıl Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumların ortak partisi olarak Kıbrıs Komünist Partisi kurulur.
İlk örgütlenen kesim olan ayakkabı imalatı sektörü çalışanlarının eylemleri durmak bilmiyordu. 1928den itibaren demirciler de resmen örgütlendiklerini ilan etmiş ve eylem yapmaya başlamışlardı.
Kıbrıs Komünist Partisi 1931de kapatılıp yöneticileri sürgün edilmesine rağmen sınıf bilinci iyice yerleşmeye başlamıştı. Ve nihayet 1932de Sömürge Yönetimi sendikalaşma yasasını kabul etmek zorunda kalır.
Grevleri işsizlik, tutuklama ve yargılamalar izler
1936da İlk profesyonel sendikacılar Kıbrıs Maden Şirketi arazisinde görülmeye başlanır ve işçi sayısı 6 bine yaklaşan şirketin çalışma alanlarında ardı ardına grevler yaşanır. Şirketin politikası değişmemişti, yine sert cezalar gelir.
Grevci elebaşılar tutuklanır, yargılanıp hapsedilir, greve katıldığı tespit edilen işçiler işten atılıp şirket arazilerine girişleri yasaklanır.
Kıbrısta İngiliz politikası böl ve yönet prensibi üzerine kurulmuştu. Bir yanda Kıbrısın Yunanistan ile birleşmesi (Enosis) için mücadele veren Rum milliyetçileri, diğer yanda Enosisi engellemek için İngiliz Sömürge Yönetiminin işbirlikçiliğini yapan Kıbrıs Türk üst sınıfları. Kıbrısı yönetmek çok kolaydı. Tüm politika bu durumun değişmemesi üzerine kurulmuştu.
Kıbrıslılık bilinci ve ulusçuluk
İki şeyden çok korkuluyordu. Hızla sola kayan işçi hareketlerinin örgütlenerek Komünist harekete katılması ve Kıbrısta sermaye birikimi yolu ile yerel kapitalist sınıfın güçlenip Kıbrıslılık bilincini ve Kıbrıs Ulusçuluğunu ortaya çıkarması. 1936da Sömürgeler Bakanlığı durumu şöyle değerlendiriyordu:
Kıbrısta gelecekteki politik rahatlığımız için, yönetimi bölgesel farklılık temelinde yürütmeliyiz. Böylece Enosis eskimiş bir değer olduğu zaman, kaçınılmaz olarak yükselecek olan Kıbrıs Ulusçuluğu, mümkün olan en uzak tarihe ertelenmiş olmalı.
1936dan sonra adanın ekonomik altyapısı tam da yukarıda öngörüldüğü şekilde yeniden düzenlenmeye başlanır. Yürürlüğe konulan kooperatifleşme programının başarısı için her şey yapılır.
Kooperatifler cenneti
Aslında hedeflenen köylülüğün farklılaşmasının, mali sermayeye kaynak oluşturacak tefeci sermayesinin ve tarımda büyük kapitalist işletmelerin önüne geçmekti. Programın başarısı zor durumdaki köylülüğü rahatlatıp hükümete desteği artırdığı gibi, kooperatifler cenneti haline gelen Kıbrısı yönetmeyi daha da kolaylaştırmıştı.
Hemen her köyde küçük üreticiyi koruyan küçük üretim birimleri hükümetin mutlak denetimi altında idi. Hem Kooperatif Merkez Bankası, hem de sınırsız yetkiyle donanmış mukayyitler ekonomik etkinliklerin çok büyük kısmını denetleyebiliyordu.
Bağımsız Kıbrıs mücadelesi
Ama hala ikinci tehlike bertaraf edilememişti. Kıbrıs işçi sınıfı her şeye rağmen örgütlenerek gelişiyordu.
1939-44 savaş yılları idi. Savaş sonrasının ilk şoku Kıbrıs Komünist Partisinin devamı iddiasındaki AKELin önlenemez yükselişi oldu. 1942den beridir örgütlenen AKEL, Kıbrısın 5 büyük belediyesini almış, AKELe bağlı İşçi Sendikaları Federasyonu (PEO), adanın her yerinde örgütlenerek işçi sınıfı içerisinde tartışmasız çoğunluğu elde etmişti.
Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum solcular, Akelde Kıbrıs işçi sınıfı da Kıbrıs İşçi Federasyonunda sömürge yönetimine karşı Bağımsız Kıbrıs için mücadeleye başlamışlardı.
Ve o tarihi hata yapılır.
AKEL ENOSİSi destekliyor
AKEL 1944 kongresinde, Kıbrısın güçlü Yunan Komünizmi ile birleşeceği gerekçesi ile Enosisi destekleme kararı alır. Kıbrıslıtürk sosyalistlerin yapmayın çığlıkları sonuçsuz kalmıştı. Kıbrıs işçi sınıfı hızla bölünmeye başlar. Aynı yıl Kıbrıslı Türk sendikaları kurulmaya başlar ve daha sonra Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Konfederasyonu (KTİBK) adında birlik oluştururlar. Ama her şeye rağmen Kıbrıslı Türk işçilerin yaklaşık yarısı PEOda örgütlü kalmaya devam eder.
Maden şirketi yeniden
Kıbrıs Maden Şirketi 1946da yeniden açılır. Şirketin başında ünlü anti-komünist Hendricks vardı. Kıbrıs Maden Şirketi, hem ekonomik etkinliğinin çapı hem de işçiler karşısındaki politikası açısından İngiliz Sömürge Yönetiminin gözbebeği idi.
Şirket politikası edindiği engin işçi düşmanı deneyimi ile aynen sürüyordu. Bölünmüş işçi sınıfı Komünistleri şimdi durduramazsak gelecekte önlerine geçemeyiz, diyen ve bu düşüncelerinin gereğini yapmak kararlılığını gizlemeyen Hendricks karşısında çaresiz kalmıştı.
1947 yılı başlarında ortam hızla gerilmeye başlar. Sendikalar hiç bir taleplerine olumlu cevap vermeyen azgın anti-komüniste karşı birlikte hareket etmeye başlar. İşbirliği gittikçe gelişir. Yaşamın kendisi Kıbrıslılara doğru yolu gösteriyordu.
Ortak 1 Mayıs
Nisan 1947 sonunda, Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Konfederasyonu ve Kıbrıs İşçi Federasyonu, 1925 yılındaki ilk örgütlenme günlerinden beridir yapamadıklarını yapmaya, 1 Mayısı işçi kasabası Lefkede birlikte kutlamaya karar verirler. 1 Mayısın tatil ilan edilmesi talebi tabii ki öfke ile ret edilir.
İşçilerin 1 Mayıs eylemine katılması için alınan önlemler işe yaramaz ve iş bırakan madenciler aileleri ile birlikte iki koldan Lefke kasaba merkezine yürürler. Herkes şaşkındı, hükümet, şirket ve hatta işçiler. Tüm önyargılar yıkılmış Kıbrıslılar etnik ayrımları bir tarafa itip ayni alanda Kızıl Bayramı kutluyorlardı.
Sendika binasına Türkçe ve Rumca Yaşasın Kızıl (Kırmızı) 1 Mayıs pankartı asılmıştı. O sırada şirket araçları Lefkede dolaşıp hoparlörlerle eyleme katılan işçilerin bunun sorumluluğuna katlanmak zorunda kalacaklarını duyuruyordu.
Şirket dediğini yapar ve tüm iş yerlerini üç gün kapatır. Ama hesap kapanmaz...
Ve genel grev
1947 yılı sonunda toplu sözleşme görüşmeleri çıkmaza girer. İşi, birlikte 1 Mayıs kutlamaya kadar götüren sendikalar Adanın lanetlileri idiler. Kabul edilebilecek sınırların çok ötesine geçilmişti. Birleşmiş sendikalar ise güçlerinin farkındaydılar. 8 Ocak 1948de iki federasyon her türlü işbirliğini öngören bir protokol imzalarlar. 13 Ocakta ise Kıbrıs tarihinin en önemli grevi başlar.
Taraflar her şeylerini ortaya koymuşlardı. Başlangıçta grev kısa bir süre için öngörülmüştü, ama Kıbrıslılar kendi örgütlerini de şaşırtan bir destekle greve sahip çıkarlar.
Tüm civar köylerden grevci işçilere erzak yardımı gelmeye başlar ve bu destek sonuna kadar sürer. Kıbrısın birçok yerinde madencilerin grevine destek grevleri ve 9 Şubatta da Ada çapında genel grev yapılır.
Adalıların işçilerine verdikleri içten destek, işverenin direncini kırmak içindi. Ama bilmiyorlardı ki bu sadece günahlarının çapını büyütüyordu. Kıbrısta, henüz sınırlarla bölünmemiş bu küçük ülkede, gönüllerdeki bölünmüşlük dokunulmazdı. Tehlikelerin en büyüğü yüreklerin ayni şey için atmasıydı.
İşveren için taleplerin maliyetinden çok işçilerin birlikte hareketi önemliydi. Kıbrısta faaliyet gösterdiği 62 yıl boyunca, ülkemizin kaynaklarından tespit edilebilmiş 30 milyon ton bakır madeni konsantrasyonu, 2.5 ton altın, 80 ton gümüş ve tespit edilememiş daha nice değeri alıp götüren, karşılığında ise 50 milyon tondan fazla atık bırakan şirket için yatırımlarının gelecekteki güvenliği her şeyden önemliydi.
Grev kırıcılar iş başında
Kıbrıslılar emperyalist sermayenin en önemli temsilcilerinden biri ile kavgaya tutuşmuştu.
Şirketin direncine, hükümetin desteği eklenir. Grev kırıcılar getirilip çatışma çıkarılır. Polisler işçileri kurşun yağmuruna tutar. Sayısız işçi gözaltına alınır. 78 işçi tutuklanıp yargılanır, 2 yıla kadar hapis cezalarına mahkum edilir, ama grevi kırmak mümkün olmaz.
Tek çare kalmıştı, İngiliz Emperyalizminin uzmanlık alanı...
Dr. Küçük, Özkan ve Denktaş
1945 yılında Kıbrıs Türk liderliği, Sömürge Yönetiminin desteği ile kurulan KATAK çatısı altında birleşmişti. Bu birlikten kısa süre sonra liderlik kavgası yüzünden ayrılıklar baş göstermiş, birlik etkinliğini yitirmiş, önce Dr. Fazıl Küçük sonra Necati Özkan ayrı partiler kurmuşlardı.
O sıralar Kıbrıs Türk halkı içerisinde tek örgütlü güç sendikalardı. Liderliğin yolu sendikaların desteğinden, yani greve destekten geçiyordu.
Dr. Küçük elindeki Halkın Sesi gazetesi ile grevcilere ihtiyaç duydukları basın desteğini sağlar. Lefkeye gelip işçilere moral verir. Toplantılara katılıp konuşmalar yapar. Toplantılara katılanlar arasında genç avukat Rauf Denktaş da vardı.
Kiliseden çağrı
Önce Rum sağcıları devreye sokulur, Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu işçilere işbaşı yapmaları için çağrı yapar, Rum sağcı sendikalar ve milliyetçi parti KEK grev kırıcıları teşvik eder, ardından Dr. Küçük saf değiştirir ve bu kez grev kırıcı Kıbrıslı Türk işçileri örgütlemek üzere Lefkeye gelir.
Mayıs başına gelindiğinde maden işletmeleri yarım kapasite çalışır durumda idiler. Hızla güç kaybeden sendikaların 1 Mayısı kutlama girişimleri olmaz ve 16 Mayısta ağır bir yenilgi ile grev sona erer.
AKEL ve PEO, şirket müdürü ile hesaplaşmalarını basın yolu ile sürdürmeye devam ederken, Kıbrıs Türk Sendikaları da grevden 3 gün sonra çıkarmaya başladıkları Emekçi isimli ilk Kıbrıs Türk işçi gazetesi yoluyla Dr. Küçük ile hesaplaşmaya başlarlar.
Enosis ve ya taksim ya ölüm
Emekçi yaklaşık 1 yıl sonra Dr. Küçüke hakaretten ağır para cezasına mahkum olur ve kapanır. Dr. Küçük önündeki tüm engelleri aşarak Kıbrıs Türk Toplum lideri olurken, Kıbrıs Rum toplumunda Enosis, Kıbrıs Türk toplumunda ise ya taksim ya ölüm sloganı her zamankinden daha fazla taraftar toplamaya başlamıştı.
Yer altı teşkilatlarının etkinliği ve iki halkın çatışmasına rağmen sendikaların etkinliği de sürmeye devam eder. Kıbrıs Türk sendikalarındaki solcu işçi önderleri ve PEO üyeleri tüm olumsuz koşullara rağmen Kıbrıs Türk muhalefetini örgütlemeyi sürdürürler.
1 Mayıs 1958: Yine günah
Ama 10 yıl boyunca iki halkın birlikte kutlayacağı ikinci 1 Mayısı örgütlemeyi göze alamaz.
Toplum liderliği ve muhaliflerinin iyice belirginleştiği bir dönemde, 1 Mayıs 1958de, Kıbrıslıtürk solcular o günahı bir kez daha işlerler.
Dr. Küçükün şiddetle kınadığı eylemin gecesinde hemen karşılık gelir. Solcu Kıbrıslıtürklerin lokali durumundaki Lefkoşa Türk Eğitim-Spor Kulübü basılıp tahrip edilir.
Yeni önlemlerin gelmesi de gecikmez. Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) dağıttığı bildirilerle, PEO dan istifa etmeyen Kıbrıslıtürk işçilerin cezalandırılacağını duyurur. 22 Mayısta PEO Türk Şubesi Başkanı kurşunlanır, iki gün sonra bu kez bir başka Kıbrıslıtürk aydını, İnkılapçı (Devrimci) gazetesi yazı işleri müdürü Fazıl Önder öldürülür.
Katili bulunamayan cinayet
29 Mayısta ise yakılıp tahrip edilen Eğitim Kulübü yönetim kurulu üyelerinden Ahmet Yahya öldürülür. Sömürge yönetimi, katilleri bir türlü bulamıyordu ve istenen gerçekleşti.
Gazeteler öldürülmekten kurtulmak için PEO dan istifa ettiğini bildiren ilanlarla dolmaya başlamıştı. Yoğun istifalara rağmen saldırılar devam ediyordu. En son önlem olarak ise Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Genel Sekreteri görevinden alınır. Artık kimse iki toplumlu 1 Mayısı düşünmeye bile cesaret edemezdi.
Son ortak 1 Mayıs kutlama girişimi 1990da gerçekleşir. Kuzeyde bir grup Halk-Der üyesinin kurduğu Özgülük dergisi ile, güneyden, Duvarların İçinden dergisi, tüm yasaklamaları aşmayı başarıp ortak bir afiş yaparlar.
Sarayönü ve Özgürlük alanlarında ayrı 1 Mayıslar
30 Nisan gecesi afişler duvarlarımıza yapıştırılmaya başlanır. Erken fark edilirler. Güvenlik birimleri her yeri karış karış arayıp üzerinde Rumca yazılar bulunan afişlerin tamamını sökmeyi başarılar. Tehlike bir kez daha bertaraf edilmişti!
Kıbrıslı Türkler, 1977den beridir her yıl düzenli olarak 1 Mayısta alanlara çıkıyorlar. Kıbrıslı Rumlar da öyle. Bu küçük adanın, küçük şehrinde, birkaç sokak ara ile iki küçük alanda. Sarayönü ve Özgürlük alanlarında. Bir yolun karşısına pasaportla bile geçmenin mümkün olmadığı iki farklı devlette.
Bir tür devrim
Şimdi 10 günden beridir bir tür devrim yaşanıyor. Artık geçilemeyen sınır yok.
Durdurulamayan Kıbrıslı Türklerin yaktıkları ateş bütün adayı sardı.
Ve Perşembe günü üçüncü 1 Mayıs.
Hangisi daha zor? Henüz daha çok erken, mantığımızla hareket edelim, en azından gelecek yıl buluşalım diyenleri mi dinlemek?
Yoksa üç çeyrek asıra üç 1 Mayısı sığdıramayan bir ülkenin çocuğu mu olmak? (EB/NM)