Bugün itibariyle üzerinde durulması gereken en temel konu, 24 Nisan'da kuzeyin "evet" demesini sağlayacak önlemleri hem Türkiye'de hem Kıbrıs'ın kuzeyinde almaktır.
Statüko ya da Türkiye'nin Avrupa ile birleşmesini ve Kıbrıs'ta çözümü istemeyenler, yek vücut halinde Annan Planı'nın son haline karşı kampanya açmış durumdalar. Bu "referandumda hayır" kampanyası, esasında "Türkiye'nin AB üyeliğine de hayır", "Türkiye'nin değişmesine de hayır" anlamına geliyor.
Dolayısıyla statüko, son kartını "Kıbrıs'a hayır" üzerinden oynuyor. 24 Nisan'a kadar olan zaman içerisinde bu kampanyanın dozu giderek şiddetlenecek. Annan Planı'nın bu halinin altına imza atmış bulunan iktidarın ve sivil toplumun meydanı bunlara bırakmaması gerekiyor.
Türkiye'de ve Kuzey'de sivil toplumun rolü
Bazı safdil yaklaşımlarda düşünüldüğü gibi Kıbrıs'ta Annan Planı'nın kabul edilmesini isteyen Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) telkini, kuzeyde "evet" çıkmasına yeterli olmayacaktır.
Hatta, Genelkurmay içerisinde Annan Planı'nı bu haliyle kabul eden çözüm yanlısı askerlerin telkinleri dahi yetersiz kalabilir. Bu çerçevede, büyük bir bilinmeyen, Kıbrıs'ta bulunan askerin referandum kampanyasında oynayacağı roldür.
Ezcümle sivil toplumun Kıbrıs'ın kuzeyinde referanduma evet çıkması için elinden geleni yapması gerekiyor. Türkiye'de, medyada ciddi destek gören hayır taraftarlarına ve Denktaş'a karşı bir söylem geliştirilmesi ve aynı şekilde Kuzey Kıbrıs'ta da Türk sivil toplumunun oradaki muadiliyle birlikte 24 Nisan'a kadar sürecek bir kampanya düzenlemesi acilen gerekiyor.
Derogasyonlar ve Avrupalılık
Planın içeriğine gelince, Türkiye'de planı reddeden kesim, mal-mülk edinimi konusundaki derogasyonların yani istisnaların kalıcı olmadığını vurguluyor. İstisnalar, adı üstünde kalıcı olmayan önlemlerdir. AB hukukundaki binlerce istisnanın tümü, geçicidir. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, adadaki Rum Türk unsurunun dengesini korumak amacıyla istisnaların kalıcı olmasını talep ediyor.
Ancak, istisnalar kalıcı olamayacağından buna, AB temel yasasının altıncı maddesi uyarınca AB ülkelerinde yaşayan etnik unsurların belli bir coğrafi bölgede azınlık haline düşmemelerini öngören ilkesi ile çare bulundu.
Bu ilke, örneğin Kıbrıs'ın kuzeyinde anadili Türkçe olan unsurun oluşturucu devlette hiçbir zaman o devletin toplam nüfusunun üçte ikisinin altına inmeyeceğini söylüyor. Bu, yeterli bir istisnadır. Ve doğrudan doğruya birincil hukuka dahildir.
Kaldı ki, bu savunma mantığı 19. yüzyıldan kalma ve Avrupalılık ilkelerinden çok uzak, insanları sadece etnik kökenleri ve belki de dini inançları temelinde sınıflandıran geri bir zihniyetin ifadesidir. Kıbrıs'ta oturan bir insan aynı zamanda Türk, Kıbrıslı, Akdenizli ve Avrupalı olabilir.
Bu arada, artık Türkiyelilerin "Kıbrıs'tan illallah" dediğini de unutmayalım!