bugün 14 mart. eskiden “tıp bayramı” denirdi. şimdi hekimlerin diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte sorunlarını dile getirdikleri, haklarını talep ettikleri bir gün olarak yaşanıyor.
hemen her yerde hekimler meydanlara çıkacaklar yine ve topluma dertlerini anlatacaklar.
muhtemelen bu yazıyı okuduğunuz sırada türkiye cumhuriyeti’nin 61. hükümetinin başkanı, “14 mart tıp bayramı” münasebetiyle hekimlerin taleplerine bir “karşılık” verecek ve belki bazı “müjde”leri dile getirecek, vaatlerde bulunacak.
ben şu anda uygulanan sağlıkta dönüşüm programı’ndan(sdp) vazgeçilmesi dışında, hiçbir müjdenin sağlık çalışanlarını, hekimleri ve onların örgütlerini memnun edeceğini sanmıyorum. çünkü durum yalnızca hekimlere bazı haklar verilmesiyle çözümlenecek kadar “basit” değil.
evet gerçekten de tanı tedavi kurumlarındaki hizmetle ilgili olarak yaygın bir “hasta memnuniyeti” var bu ülkede. “sağlık güvencesi ve cebinde parası olan” herkes istediği sağlık kurumuna gidebiliyor ve bir hekimi görebiliyor. bunun ötesinde gerçekten bir yararlanmayı ifade eden bir hasta/hasta yakını “memnuniyeti”ne ilişkin kesin veri ve bilgiler yok. sağlık ve hasta haklarının gereklerinin herkes için ve her zaman yerine getiril(e)mediği de biliniyor. bu saptamaları yalnızca, sdp’ye ve hükümete muhalefet edenler yapmıyor; bizzat bu modeli savunanlar ve uygulayanlar da değişik cümlelerle olsa da aynı kanıda olduklarını zaman zaman söylüyorlar. çünkü gerçekler bu yönde ve mızrak çuvala girmiyor! yönetenler eksiklikleri gidereceklerini ifade ederek “iyimserliklerini korurken”, muhalefet edenler her şeyin giderek daha kötüleşeceğini ileri sürüyorlar. sürece dikkâtli bakıldığında da bu eğilim aslında daha net görülebiliyor. herkesin her geçen gün yitirdiği ya da yararlanamadığı çeşitli hizmetler, sağlık hizmetinin çeşitli unsurları var.
kısacası yüzünüze bile bak(a)mayan bir hekimi “üç dakika” süreyle görmek ve ona bazı şeyler söylemek dışında “memnun” olunacak bir durum yok aslında “dönüşüm” adına.
tabii bu süreçten “inanılmaz kazançlar” elde edenlerin memnuniyetlerini dışında tutuyorum. şu anda yaklaşık 75 milyar dolara ulaşan bir kaynağın, paylaşımcılarının bundan memnun olmalarından daha doğal bir şey yok!
uç örnekler mi, gerçekler mi?
birkaç gün önce bir arkadaşım aradı: görev yaptığı ilde babası yabancı, annesi tc vatandaşı olan 3,5 ve 6 yaşında iki yabancı uyruklu çocuğun türkiye’de geçerli bir sağlık güvencesi olmadığı için zorunlu olarak başvurdukları biri özel, diğeri kamuya ait iki hastanede yaşadıklarından söz etti.
tc, uluslararası çocuk hakları sözleşmesi’nin altına imza koyan, bu doğrultuda iç yasaları olan, sağlık güvencesiyle ilgili kanununda çocuklara yönelik özel düzenlemeler yapan bir ülke. ama onun anlattığı örnekte bu iki çocuk, bu ülkenin sağlık kurumlarından ancak bir bedeli karşılığında hizmet alabiliyor.
bir örnek daha vereyim; o da birkaç gün önce bana da yollanan bir mesajda anlatılıyordu:
bir çocuğu yakınmaları nedeniyle anne-babası önceden randevu alarak bir sağlık kurumunun polikliniğine muayeneye götürüyorlar. çocuk doktor tarafından muayene ediliyor, tanısı konuluyor ve reçetesini alıyor. aslında babada da çocuğun yakınmasına benzer bir durum var. çocuğun muayenesi bitince baba kendi durumunu da söylüyor. her anne-baba için olduğu gibi “çocuk” öncelikli olduğundan ona randevu alınmış sadece. belki de ancak çocuklarına yetecek kadar maddi olanağa sahipler; burası belli değil.
muayene bitince çocuğun babası yüzünü kızartarak benzer yakınmaların kendisinde de olduğunu söylüyor, ardından da aynı hastalık olup olmadığını soruyor.
doktor ona da şöyle bir bakıyor ve aynı hastalığın olduğunu söylüyor. baba seviniyor, “peki o zaman bana da reçete yazın” diyor. aldığı yanıt ise şu: “sizin poliklinik kaydınız yok, sizin için işlem yapamam, randevu alıp, yeniden gelirseniz ancak o zaman size ilacınızı yazabilirim! hem dışarıda bekleyen hastalar var, onların zamanını sizin için kullanamam!”
bunun gerçek anlamı şu: “burada belirleyici olan ben değilim, sistem! sistemin yap dediğini yapmakla sorumluyum. sistem de bana bunun karşılığını ödüyor zaten!”
buna benzer durumları hekimlik yaptığım dönemde yüzlerce kez yaşadım. o zamanlar o durumda hastanın eline gereksindiği reçete verilebilir, gerekirse yeniden muayene edilebilir, hasta her durumda tedavisine ulaşabilirdi. bu örneğin daha uç, olanakları daha az, koşulları daha zor yerlerde yaşandığını düşünün. hepsini bir kenara koyuyorum, randevu almak için “telefon parası”, hastaneye ulaşmak için “dolmuş parası” olmayan insanları aileleri düşünün. sonra yanıtlayın “memnun olunup olunmadığı” sorusunu.
evet sistem bu ve söylenecek başka bir şey yok aslında. her şey meydanda.
hekim örgütlerinin iddiaları
işte onun ankara tabip odası geçen hafta yaptığı bir basın açıklamasında tüm boyutlarıyla dile getirmiş:
“türkiye’nin sağlığı hastadır! vatandaş çaresiz, sağlık çalışanları zordadır!” diyor.
orada dile getirilenlerin hepsi doğru, eksiği var, fazlası yok.
yalnızca şu kadarını paylaşayım sizinle:
“sağlıkta dönüşüm diye 10 yıldır anlatılan masalın, bu ülkeye kurulan acı tiyatronun maskesi her geçen gün biraz daha düşüyor. bu akıldışı ticaret oyunu bu ülkenin yurttaşlarını doktor doktor gezdirmiştir.
2002’de ortalama olarak bir yurttaş iki kez doktora başvururken bugün bu oran 8’e çıkmıştır. bu ülkenin insanları 10 yılda 4 kat daha fazla mı hastalanmaya başlamıştır? hayır!
bu ülkede insanlar ‘sağlık alışverişi’ yapmak için kışkırtılmış, artan iş yükünün altında ezilen doktorlarla 3-5 dakika görüşerek dertlerine derman aramıştır.
bugün buraya bir tespit yapmaya ve bu tespiti kamuoyu ile paylaşmaya geldik. bu, acı bir tespittir!
bugün bu ülkenin kamu hastanelerinde bir hekim günde ortalama 90 ila 200 küsur arasında hastaya bakmaya çalışmaktadır.
dünyanın neresine giderseniz gidin, aklı olan kime sorarsanız sorun bu olacak bir şey değildir!
yıllardır soruyoruz: kim bir doktorun 100., 150. hastası olmak ister? bu sağlık sisteminden kime ne hayır gelir!”
burada ifade edilen “doğru”ların değişmesi de kısa zaman içinde mümkün görünmüyor.
bu ortam ve koşullar içinde halka hekimleri ve sağlık çalışanlarını iyi ve doğru anlamalarını, medyanın ise bu gerçekleri kamuoyuna duyurmalarını diliyorum. 14 mart’ımız kutlu olsun!.. (ms/hk)