Konu çok geniş ve uzun. İki alt konuya, daha açıkçası, duraksama yaratan iki zihniyete kısaca değinmek istiyorum. Şeriatın kestiği parmak…diyeceğim ama, Gezi ve Kobanê gibi davaları hukuk zemininde konuşmanın nafile olduğunu da kaydedip geçeyim.
Ancak Gezi davasında Yargıtay 3.Ceza Dairesince 28.9.2023 tarihinde onanmak suretiyle kesinleşmiş bulunan İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinin hükmüyle mahkûm edilen Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi konusundaki tartışmalara da değineceğim.
Can Atalay kararları
Kısaca özetlersek: Mahkumiyet hükmü temyiz nedeniyle Yargıtay 3.Ceza Dairesinde iken Can Atalay’ın milletvekili seçilmesi nedeniyle yargılamanın ve infazın durması, cezaevinden tahliyesi konularındaki taleplerinin reddi üzerine bireysel başvuruda bulunduğu Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 25.10. 2023 tarihinde; başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine, yeniden yargılanması, infazın durdurulması, tahliyesi ve yeniden yargılamada milletvekilliği nedeniyle durma kararı verilmesi için kararın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verdi. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararın gereğini yapmayarak dosyayı onama kararı vermiş olan 3.Ceza Dairesine gönderdi. 3.Ceza Dairesi Anayasa Mahkemesinin bu kararının hukuki değer taşımadığından bahisle ona uyulmamasına, kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünün gereği olarak adı geçenin milletvekilliğinin düşürülmesi için karar örneğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilmesine karar verdi.
Can Atalay’ın bu karara karşı da bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 21.12.2023 tarihinde; eski kararındaki ihlal konularına ilaveten bireysel başvuru hakkının da ihlal edildiği gerekçesiyle yeniden ihlal kararı vererek gereğinin yapılması için kararı Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Ağır Ceza Mahkemesinin o doğrultuda işlem yapmayarak konuyu tekrar intikal ettirdiği Ceza Dairesi de eski kararının tekrarı mahiyetinde karar verdi. Konu, mahkumiyet hükmü okunacak mı, okunmayacak mı diye haftalarca Meclis Başkanlığında bekletildi.
TBMM'de okunan, Anayasal olarak
okunması gereken karar değildi
Bu arada süregelen tartışmalarda yetkili ağızlar ve mensupları bolca, Yargıtay’ca onanıp kesinleşmiş ve dolayısıyla uygulanması zorunlu hale gelmiş mahkeme hükmü var dediler ve okudular. Ama okunan ne idi? TBMM’nin 30.1.2024 günlü oturumundaki kargaşadan ve o oturumun ham tutanak özetinden anlaşıldığına göre; Yargıtay 3.Ceza Dairesinin onama kararı ve özellikle kanun yolu sürecini anlatan yazısı okundu. Anayasanın 84. Maddesi uyarınca okunarak genel kurula bildirilmesi gereken karar Yargıtay’ın onama kararı değil, Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş hükmüdür. Yargılanmış kişinin maddi eyleminin ne olduğunu, hangi suç niteliğinde kabul edildiğini, hangi kanun maddeleri uyarınca ne tür ve ne süreli ceza tayin edilmiş olduğunu gösteren bu hüküm okunmamışsa ve bu okuma ile Meclis bilgilendirilmemişse Anayasa gereği yerine getirilmemiş demektir.
Hukuken Can Atalay'ın milletvekilliği düşmedi
Öte yandan ve daha önemlisi; Ağır Ceza Mahkemesi hükmü veya Yargıtay onama kararı kesin hükümdür de; Anayasa Mahkemesi kararı kesin hüküm değil midir ? Anayasanın 153. Maddesinde kesin olduğu ve yasama, yürütme, yargı organlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar olduğu açıkça ifade edilmiş bulunan Anayasa Mahkemesi kararının kesin olmadığı söylenebilir mi? Yargıtay’ın ve Ağır Ceza Mahkemesinin kesin kararını belli durumlarda (Olayımızda olduğu gibi) hükümsüz, işlevsiz ve geçersiz kılan, yok haline getiren Anayasa Mahkemesi kararı karşısında, hala Yargıtay’ın veya Ağır Ceza Mahkemesinin uygulanması gereken kesin hükmünden söz etmek, demagojiden öteye gitmez. Fakat öteye gitti, Anayasa Mahkemesi kararı ve Anayasa bir kenara atıldı, milletvekilliği düşürüldü. Oysa okunan karar YCD’nin de, ACM’nin de olsa, AYM kararı ile geçersiz kılınmış, yok haline getirilmiş olmaları nedeniyle bu kararların TBMM’de okunmuş olması, Anayasanın 84/2 maddesindeki “kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesi” sayılamaz. Öyle ise bir kesin mahkeme kararı okunarak Meclis bilgilendirilmiş olmadığı için milletvekilliği düşmüş değildir.
Yargı yolu hala açık
Buna rağmen TBMM’nin, (AYM kararının, Meclisin bir üyesinin milletvekilliğinin düşüp düşmemesi yönünden Meclisi de etkileyici olduğunu ve dolayısıyla kararın muhatabı olarak kabul edilebileceğini gözardı edip) milletvekilliğinin düştüğünü tespit ve kabul ederek düşmenin sonucu ve gereği olarak milletvekilleri listesinden çıkarma, komisyon üyeliğini sonlandırma ve benzeri işlemleri yapmak suretiyle eylemsel bir karar vermiş olduğu söylenebilir. Her durumda, Anayasanın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddelerinde yer alan ve en temel insan haklarından olan adil yargılanma hakkı bünyesindeki hak arama hakkı, mahkemeye erişim hakkı gibi ifadelerle anılan hak lehine genişletici yorum yaparak yargı yolunun açık olduğunu kabul etmek adaletin ve demokrasinin gereğidir.
Günlük siyasi hesaplardan kaynaklı söylemler dışında, kesin mahkeme hükmü denildiğinde bazı kişilerin duraksaması, geçmiş zamanların “mahkeme kararı” anlayışı dışında, anayasal denetimin ve özellikle hak ihlali konusunda bireysel başvuru kurumunun yeterince içselleştirilememiş olduğunu göstermektedir. Anayasanın, yukarıda bahsettiğim 153. Maddesi orta yerde durduğu halde!
AİHM kararları iç hukukun parçasıdır
Değinmek istediğim diğer konu da, ulusal bağımsızlık ile uluslararası hukuk ve evrensel insan haklarının bağdaştırılması noktasında bazı zihinlerde oluşan benzer bir duraksamadır. Mektep medrese okumuş birçok insandan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kim oluyormuş, ne münasebetle devletimizin işlerine, mahkemelerimizin kararlarına karışıyormuş” mealinde devletin bağımsızlığı (ahı gitmiş vahı kalmış!) vurgulu sözler işitmişliğim çoktur. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin 1949 yılında kurucu üye olarak katıldığı Avrupa Konseyi, AİHS ni 1950 yılında oluşturmuş, T.C. de 10.3.1954 tarih ve 6366 Sayılı kanunla sözleşmeye katılımı onaylamıştır.
Yine T.C., Konsey bünyesinde oluşturulan ve en son şekliyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi statüsü verilen mahkemeye bireysel başvuru hakkını, mahkemenin zorunlu yargı yetkisini on yıllar önce tanımış, bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümü konusunda yasal düzenleme de yapmıştır. T.C.nin taraf olduğu andlaşmaların hukuki gücü, Anayasanın 90.maddesinde açıkça belirtilmiştir. Hal böyle iken, temel insan hak ve özgürlüklerinin ve güvenlik hakkının ülke ortamında korumasına ilaveten uluslararası alanda da koruma altına alınmasının olumlu bir gelişme olduğunun bazılarınca içselleştirilememiş olduğu da görülmektedir ki, hüzün vericidir.
(AG/AEK)