Eski başkanlar Ömer İzgi ve Mustafa Kalemli bunun devlet protokolünün bir gereği olduğunu söylediler. Buna karşılık "Anayasa Mahkemesi çevreleri"nden "yerleşik içtihatlar ışığında kamusal alanda, yani devlet dairelerinde, üniversitelerde, kamu kurum ve kuruluşları ile resmi uğurlama törenlerinde türban giyilmesinin" laiklik ilkesine aykırı olduğu ileri sürüldü.
"Kamusal alan"ın anlamı
Bu vesile ile önce "kamusal alan" kavramını açıklığa kavuşturmakta yarar olabilir. Siyaset bilimi literatüründe "kamusal alan" kavramı, ilgilendiğimiz bağlamda, esas olarak iki anlamda kullanılıyor. Bu yazının sınırları dahilinde, özlü bir şekilde ifade etmek gerekirse:
(1) Vergilerle finanse edilen kurumlar (mahkemeler, polis, ordu, vs.), yani devlet ve çalışmaları kamusal alana girer. Yurttaşların kendi çıkarlarını korumak amacıyla, kendi mali kaynaklarıyla oluşturdukları, devletten bağımsız - gönüllü kuruluşlar (aile, şirket, sendika, dernek, vakıf, vs.) ve işleri özel alana dahildir.
(2) Kamusal / özel alan ayrımı "siyasi" olan ile "kişisel" olanı, yani siyasetin - devletin karıştığı alanla karışamadığı alanı ayırmak için de kullanılır. Liberaller (ve liberal demokratik rejimler) açısından bireyin temel hak ve özgürlükleri siyasetin - devletin müdahale edemeyeceği özel alana girer.
Kamusal alanın sınırları
Laiklik eğer kamusal alanda dinsel ifadelere yer olmaması anlamına geliyorsa, Türkiye'de öncelikle sorulması gereken soru şu: Vergilerle finanse edilen Diyanet İşleri Başkanlığı, camiler, din adamları, İmam - Hatip okulları, zorunlu din dersleri, vs. laiklikle nasıl bağdaşır? Ve ikinci soru: Demokratik bir ülkede devlet, vatandaşların temel hak ve özgürlükleri alanına giren, nasıl giyinip kuşanacaklarına dair tercihlerine nasıl karışabilir?
Eğer Anayasa Mahkemesi "kamusal alan" yorumunda tutarlı olacaksa, yani devletin olduğu her alan "kamusal" sayılacaksa, türban yasağının devlet sağlık hizmetlerinden yararlanan kimselere, cezaevlerinde yatanlara, mahkemelerde yargılananlara, vs. de uygulanması gerekmez mi? Buna karşılık, söz konusu yasağın (devlete ait olmadıklarına göre) vakıf üniversitelerinde uygulanmaması gerekmez mi?
Kamusal alan - özel / kişisel alan ayrımının inceliklerini ve özel olarak Türkiye pratiğinde taşıdığı güçlükleri, yani "geçerli bütün faktörleri" dikkate alarak kamusal alanda dinsel ifade sorunu olarak türban sorununu nasıl aşabileceğimize dair bir çözüm önerisi yıllardır savunuluyor. O çözüm de şu: Devlet hizmetlerini yürüten kamu görevlileri, laiklik inançlar karşısında tarafsız olmalarını gerektirdiği için, dinsel anlam taşıyan hiç bir ifade, işaret kullanamazlar; buna türban da dahildir. Buna karşılık devlet hizmetlerinden yararlananlara (bu bağlamda kamu üniversiteleri öğrencilerine) ve kamu görevlisi olmayıp sadece kamuya ait alanlarda bulunan kimselere türban yasağı uygulanmaz. Sorun biter.
Laiklik politikaları da liberalleşmeli
Türkiye demokrasisini gözden geçirdiği gibi laiklik politikalarını da gözden geçirmek, liberalleştirmek durumunda. Devletin finanse ettiği Diyanet İşleri Başkanlığı, camiler, din adamları, İmam - Hatip okulları, zorunlu din dersleri, üniversitelerde türban yasağı, vs. üzerine kurulu "alaturka laiklik" politikaları, laiklik olmadığı gibi laikliğe hizmet de etmiyor. Bu ülkede bir milletvekili TBMM (binasına değil) genel kuruluna girdi diye koca bir siyasi parti kapatıldı. Netice meydanda...
Liberal demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla uygulamak zamanı geldi. Evet, laiklik olmadan demokrasi olmaz. Ama tek başına laiklik demokrasi demek olmadığı gibi, laiklik sadece yürürlükteki kanunların laik nitelikte olmasından ibaret değildir; esas olarak devletin inançlar karşısında tarafsızlığı ve (inanmamayı da içeren) inanç özgürlüğü demektir. İslam ülkelerinin çoğu laiktir. Türkiye'nin bu dünyadaki özel yeri, giderek liberalleşen bir demokrasiye sahip olması. (ŞA/BB)