Trump’ın başkanlığıyla birlikte dünyayı belirsiz bir gelecek bekliyor. Bu belirsizliğin ceremesini en çok da Asya ülkeleri ve Arap halkları çekecek gibi görünüyor. Ama işin garip yanı, neredeyse hiç kimse, Hiroşima’yla Nagasaki’ye atom bombası atan Amerikan başkanı Truman’ı ‘çılgın diktatör’ vb. olarak adlandırmazken, böyle bir vukuatı olmayan Kuzey Kore’yi haydut devlet ilan edilebiliyor. ‘1984’ gibi kurgu kitapları ise, sosyal medyadaki bir paylaşımın çok iyi özetlediği gibi, kurgu olmaktan çıkıyor. ABD’nin Trumpistanlaşması, ülke halkının yarısını da kaygı dolu bir geleceğe sürüklemiş durumda. En çok kaçak göçmenler kaygılı elbette; ancak onlar kadar kaygılı olan geniş bir kesim ise son yıllarda vatandaşlık almış yeni göçmenler. Konuyla ilgili sosyal psikoloji tartışmalarında, kutupsallaşma, yükselen ırkçılık, (sanki Aristo mantığını anımsatırcasına) üçüncü seçeneğin yokluğu, “kıyamet geliyor” hissi, savaş olasılığı, iç/dış tehdit algısı gibi kavramlar öne çıkıyor.
Trump’ın seçilmesinin ötesinde tek başına aday olabilmesi bile Amerikan siyasal düzenine dair çok şeyler söylüyor. Öte yandan, iç politika meşguliyeti nedeniyle Amerikan sömürgeciliğinin gerilemesi ve Çin’in yükselişi gündemde. Zaten Çin, ABD’de iktidara kim gelirse gelsin yakında dünyanın en büyük ekonomisi olacaktı. Ancak Trumpizm, anlaşılan o ki, bu süreci hızlandıracak.
Bizi maskesiz bir kapitalizm/emperyalizm bekliyor. ABD tarihinde en çok silah harcaması yapmış olan başkanın Nobel Barış Ödülü’yle şirin gösterilmesi gibi taklalara artık gerek yok. Cila döküldü; takke düştü, kel göründü. Dünyada Amerikan imgesi artık daha az uygar. Uygarlık, demokrasi, özgürlük ithali mostralık temellerinden yoksun görünüyor. Göçmen yasalarıyla Trump’ın söz verdiği Meksika Duvarı ise, bize fena bir biçimde 1996 tarihli ‘Los Angeles’tan Kaçış’ filmini anımsatıyor.
‘Los Angeles’tan Kaçış’ filminde ‘günahkar’ Los Angeles ile ABD’nin geriye kalanı arasında bir duvar örülüyor. Amaç ABD’yi Los Angeles’ın ahlaksızlıklarından korumak. Ahlak polisi var. Ateistler, fahişeler vb. elektrikli sandalyeye oturtuluyor. Ya günahları için nedamet getirecekler ya da ölüm. ABD’nin başında ise ömür boyu bir devlet başkanı var. Başkanın kızı Ütopya isyancılara katılır. Babası sınırları açmazsa çaldığı kıyamet silahını devreye sokacaktır. Ütopya’nın isyana katılması, sanal dünyada tanıştığı Che görüntüsündeki Işıldayan Yol lideri Cuervo dolayısıyla olur. Ona aşık olur. Cuervo 3. Dünya'yı Işıldayan Yol altında birleştirmiştir. Amerika'ya son saldırı hazırlığındadırlar. Ütopya'nın getirdiği silah tam da bunun için lazımdır.
Amerika’yı (ve elbette dünyayı!) kurtaracak olan esas oğlanımız Yılan, silahı geri getirmesi koşuluyla serbest bırakılır. Silahı getirmezse kendisine bulaştırılan virüs nedeniyle ölecektir. Böylece düzden terse ve tersten düze kaçma ve kovalama serisi başlar. Sonradan anlaşılır ki, Cuervo, ABD başkanı kadar vahşidir. Che’ye yalnızca görüntüsü benzemektedir; belki de Ütopya’yı olduğu gibi 3. Dünya’nın birçok halkını bu görüntüyle kandırmaktadır.
Esas oğlanımız Yılan, sonunda zor da olsa silahı eline geçirir. Yolda, ‘Teslime’ adlı Müslüman bir kadınla da karşılaşır. Yılan’ın eski silah arkadaşı ise, trans olmuştur. Aslında Yılan’ın bu maceralarında içten içe toplumun ötekileştirilmiş kesimlerinin nasıl suçluymuş gibi temsil edildiğini görürüz (kriminalizasyon).
Tüm enerjileri sıfırlayan uydu bazlı silahı eline geçiren Yılan’ın virüsten ölmemek için onu Başkan’a teslim etmesi beklenir. Fakat bu sinema evreninde Trumpistan’ın tersine üçüncü bir seçenek daha vardır: Silah bir tarafın ötekini yok etmesi yerine, tüm dünyada elektrik başta olmak üzere tüm enerji sistemlerini devre dışı bırakabilir. Böylece geriye ne Başkan kalacaktır ne diğerleri. Elbette kimseye ‘eyvallah’ı olmayan Yılan bu yolu seçecektir.
Trump’a dönersek, yeni başkan, muhafazakar bir siyasetçi olmaktan son derece uzak. Seçim öncesi kadınlarla ilgili kaba saba konuşmalarının oylarını düşürmesi beklenirken, tam tersi oluyor; çünkü tam da ortalama Amerikalıyı temsil ediyor. Ayrıca, kendisinin makyajsız kapitalizmi temsil ettiği düşünülürse, kapitalizmin bekası ve ilerlemesi için elinden geleni ardına koymayacağı çok belli. Dolayısıyla, iç politikada hiç de tutucu olmayan bir siyaset izleyerek Demokratları yatıştırabilir ve dış politikada daha şahin bir politika izleyebilir. Bunun Filistin karşıtı demeçleriyle önizlemesini verdi bile. Trumpizm böyle giderse distopik anlatıları yerinden edecek. (UBG/HK)