ABD Başkanı Donald Trump seçim kampanyası süresince Amerikan halkını özellikle Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen terörizmden korumak için gereken adımları atacağına söz vermişti. Trump seçim öncesinde ve sonrasında dünyadaki Müslümanların Amerika’dan nefret ettiklerini ve ABD’nin bu nedenle İslami teröre maruz kaldığını yazılı basında, konuşmaları esnasında ve sosyal medyada sık sık dile getirmişti. 20 Ocak 2017’de Amerika’nın 45. Başkanı olmak için yemin eder etmez ilk işlerinden biri, bu tehditlere karşılık vermek üzere tehlikeli olarak nitelendirdiği birtakım ülkelerden gelen ziyaretçi ve göçmenlere karşı yasal düzenleme getirmek oldu.
27 Ocak 2017 Cuma günü, muhaliflerin ‘Müslüman Yasağı’ olarak adlandırılan, Beyaz Sarayınsa ‘Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi’ olarak sunduğu bir kararnameyi imzaladı. Bir sonraki akşam eyaletlerden gelen itirazlardan dolayı durdurulan bu kararnameyi, biraz değiştirilmiş şekliyle 6 Mart 2017 günü ikinci bir tane izledi.
Başkanlık Kararnameleri ABD’nin hükümet sisteminde Başkanların özellikle önemsediği ve yasama sürecinde geçiremedikleri veya geçirmeyi arzu etmedikleri konular için kullandıkları bir yoldur.
Başkanlık Kararnameleri denetime tabi
Yakın tarihe bakılırsa yeni seçilen ABD Başkanları, Cumhuriyetçi veya Demokrat, ilk yüz günlerinde ortalama on dört adet başkanlık kararnamesine imza atmışlardı. Bu özel yürütme aracının seçim kampanyasında verilmiş sözlerinin tutulmasında çok önemli rol oynadığı açık.
Başkanlık Kararnameleri tamamen hükümetin geri kalan mensuplarının kontrolünün dışında değil. Başkanlık kararnameleri yargı tarafından kontrol edilebiliyor, ayrıca yasama da kararnamenin direktifine net olarak karşı bir kanunu yürürlüğe geçirerek kararnameyi etkisiz hale getirebiliyor.
Denetim ve denge
Kuvvetler ayrılığı ve sağladığı denetim ve denge mekanizmaları dışında, Amerika Birleşik Devletleri’ni özel kılan bir başka husus da sahip olduğu federal yapıdır. Bu federal yapının ideolojik dayanağı kuvvetler ayrılığınınkiyle aynı.
İngiliz monarşisinden kurtulup özgürlüğüne kavuştuktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucuları yeni ülkede anayasaya dayanan bir kuvvetler ayrılığına çok önem vermişlerdi. İktidarın merkezileşmesini engellemeye hem federal seviyede hem de eyalet bazında gerçekleştirerek demokrasinin gelecekte herhangi bir şekilde monarşi veya diktatörlüğe dönüşmesini engelleyebileceklerini düşünmüşlerdi. Anayasa ve sonradan eklenen Haklar Bildirisi, her iki seviyedeki hükümetlerin sahip olduğu güçleri ve vatandaşların haklarını sıralar. Bu çerçevede tüm göç ile ilgili yasamalar ve yürütmeler federal devlet seviyesinde yer alır. Normal şartlar altında eyaletlerin uluslararası ilişkiler ve uygulamalar üzerinde herhangi bir yasama hakları yok. Fakat Trump’ın yayımladığı her iki Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi de eyaletler tarafından çok eleştirildi; hatta birtakım eyaletlerin federal devlete karşı dava açmasına sebep oldu.
İlk Kararname: Detayları ve aldığı eleştiriler
27 Ocak 2017’da ani bir şekilde imzalanan ve Trump yönetimi tarafından son derece az detay ve bilgi ile yürürlüğe giren Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi büyük bir kaosa yol açtı.
Ellerindeki vizelerin bir anda geçersiz kılınmasıyla yolculuk sırasında olan bir sürü insan mağdur oldu. Geçerli kısa ve uzun oturma izinleri olan fakat o sırada ABD dışında bulunan insanlar kendilerini evlerine dönemedi.
Okumak için veya çalışmak için gereken vize ve dokümanlara sahip olan insanlar da kendilerini aynı durumda buldular.
Yıllardır mülteci olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne gelmek için kontrolden geçen ve sıra bekleyen insanların da mülteci olma süreçleri durduruldu.
Bu ilk kararnamede verilen direktifler çok keskin sözler ile Irak, Iran, Suriye, Somali, Sudan, Yemen ve Libya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne girişi yüz yirmi gün boyunca engelleyip, aynı zamanda herhangi bir mültecinin yakın gelecekte ülkeye girişini yasakladı.
Kararnamede dikkat çeken bir husus dini sebeplerden eziyet çeken insanlar için bir istisna olmasıydı ve bu istisna kararname dikkatli okunduğunda üstü kapalı olarak Müslüman olmayanlar içindi.
Muhalifler bu dini istisnanın kararnamenin Trump’ın seçim kampanyası süresince sözünü verdiği ‘Müslüman yasağı’ olduğunu ispatladığını ve bu durumda Amerika Birleşik Devletleri’nin anayasasındaki Birinci Ek Madde’ye direkt olarak aykırı olduğunu savunup kararnameye karşı geldi.
Kararnameye karşı ilk etapta halkın tepkisi hızlı ve yoğundu. Yüzlerce insan büyük şehirlerdeki havaalanlarına gidererek kararnameyi protesto etti.
New York eyaletinde bir hakimin kararnamenin bazı kısımlarını hukuksuz bulması, söz konusu yedi ülkeden gelen ve henüz gümrük kontrolünden geçemeyen veya geçmeye çalışırken gözaltına alınmış olanların ülkeye girebilmelerini sağladı. Aynı gün Washington eyaleti (Minnesota eyaleti de sonradan bu davaya katıldı) birden fazla şikâyeti sebep göstererek Trump Hükümetine bölgesel federal mahkemede dava açtı. Bu davanın üç ana konusu vardı; Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi’nin Washington eyaletindeki vatandaşlara ve iş yerlerine, özellikle eyalette bulunan teknoloji firmalarına, hem maddi hem manevi zarar vermesi, Müslümanları hedef aldığı için Birinci Ek Madde’deki prensipleri çiğnemesi ve kararnamenin uygulandığı tarihte yurt dışında olup ama yeşil kart ve çalışma/oturma izni olanların Beşinci Ek Madde’de olan itiraz hakkının ihlal edilmesi.
Washington eyaletinin açtığı davada federal hakim James Robart, Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi’nin anayasaya aykırı olduğuna karar verdi. Bu karar ile kararnamenin uygulanması sadece New York’ta değil tüm ülkede durdurulmuş oldu ve yeşil kartı veya vizesi olan yolcular normal bir şekilde ABD’ye tekrar giriş yapmaya başladılar. Trump hükümeti beklenen bir adım ile konuyla ilgili bir üst mahkemeye başvurdu.
Dokuzuncu Temyiz Mahkemesi federal mahkemenin kararını doğru bulmasıyla beraber kararnamedeki problemleri daha net bir biçimde detaylandırdı. Özellikle federal devletin hem kararnamede hem de argüman sırasında kararnamenin direktiflerinin ne şekilde ulusal güvenlik ve ulusal çıkarlar için önemli olduğunu gösteremediğini vurguladı.
Bu tarz itirazları kararnameyi eleştiren ABD Kongre üyeleri, hukukçular, siyasi analistler ve hatta ABD Milli Güvenlik Departmanı uzmanları (Department of Homeland Security) da ele almışlardı.
Kararnamenin teröre karşı gelmeyi hedeflediğinin ikna edici olmamasının bir kaç basit sebebi sayılabilir.
11 Eylül 2001’deki Dünya Ticaret Merkezi saldırısından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşmiş olan terör saldırılarındaki saldırganlardan hiçbiri kararnamede yer alan yedi ülkenin vatandaşı değildi, aksine bir çoğu Amerikan vatandaşıydı, veya Amerika Birleşik Devletleri’ne geldikten sonra radikalleşmiş göçmenlerdi. Aynı zamanda ABD Milli Güvenlik Departmanı tarafından yapılmış olan araştırmalar da vatandaşlığın terör bağlantılarını tahmin etmekte faydalı bir veri olmadığını göstermiyor. Hem halkın tepkisi hem de hukuki engeller Trump hükümetinin bu ilk kararnameyi daha üst mahkemeye taşımama kararında etkili oldu. Hükümet hızlı bir şekilde yeni bir başkanlık kararnamesi üzerinde çalışmalara başladığını duyurdu.
İkinci Kararname: Değişik ama aynı
6 Mart 2017’de Trump hükümeti ikinci Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi’ni halka sundu. Kararnamede kullanılan dil ve terimler genel anlamda yumuşatılmış, daha açıklayıcı bir sunum yapılmış, fakat bazı farklılıklara rağmen temel amaç ilk kararnameden farklı değil. Kararnameler arasında beş ana değişikliği bulunuyor. Hepsi de yeni kararnameyi halka daha kabul edilir hale getirmeyi ve de hukuki itirazlara karşı kuvvetlendirmeyi hedefliyor.
Beş değişiklik
* İlk olarak kararnamenin yayınlandığı anda değil, 10 gün sonra, 16 Mart 2017’de yürürlüğe girmesi ön görülüyor. Bu şekilde hükümet, yayınlanma ve uygulama arasına süre koyarak yolculuk esnasında mağdur bırakılanların sayısını azaltmaya çalışıyor. İlk kararnamede bu tür mağduriyetler nedeniyle Trump hükümeti halk tarafından çok ciddi eleştire maruz kalmıştı, zaman penceresinin eklenmesi halk tarafından kararnameyi daha kabul edilir bir hale getirme çabası olabilir. Aynı zamanda bu değişikliğin kararnameyi hukuki itirazlardan korumak için bir araç olduğu analistler tarafından savunuluyor.
* İkinci önemli değişiklik, daha önceden yeşil kart, oturma izni, çalışma izni veya vizesi olan insanlar yeni kararnamede kapsam dışı bırakılıyor. Çünkü söz konusu statüdekilerin ilk kararnameye dahil edilmeleri hem uygulamada büyük bir karışıklık yaratmış, hem de kararnameye ciddi bir hukuki itiraza yol açmıştı. ABD anayasasının Beşinci Ek Maddesi her vatandaşın başına gelebilecek herhangi bir hukuki kısıtlama karşısında kendisine de hukuki yoldan itiraz hakkı verir. Birinci Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi’nin uygulamasında yurt dışında bulunan vatandaşların bu hakkı otomatik olarak ellerinde alınmıştı. Washington eyaleti de bu gerçeği öne sürerek hâkim karşısında çok kayda değer bir argüman sunmuştu. İkinci Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesindeki bu değişiklik herhangi bir Beşinci Ek Madde yoluyla yapılacak herhangi bir itirazı engellemeye çabalıyor.
* Kararnameler arasındaki üçüncü farklılık ise listede yer alan yasaklı ülkelerin sayısının yediden altıya düşürülmesi. İlk kararnamede esasında bu yedi ülke net bir şekilde sıralanmamıştı. Bu bilgi ancak sonrasında gerçekleşen belirsizlik ve kaotik saatlerde ABD Dış İşleri Bakanlığı tarafından yayımlanan bildirgede belirtilmişti. Bu sefer kararnameye dahil edilen altı ülke İran, Libya, Somali, Sudan, Suriye ve Yemen, net bir biçimde yazıldığı gibi her ülke için ayrı ayrı dahil edilme sebepleri de listeleniyor. Her ülke kendine has konularda terörü bir şekilde desteklemek veya beslemek ile suçlanırken, tüm altı ülkede üzerine basılan bir benzerlik dikkat çekiyor. Altı ülke de bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri’nin teröre karşı çabalarına ya yeterince destek olmuyor olarak nitelendiriliyor ya da altyapı eksikliğinden dolayı destek olamıyor kategorisine giriyor. İkinci kararnameden çıkarılan Irak’ın, net çabaları ve ABD ordusuyla IŞİD’e karşı yaptığı iş birliği çıkarılması için sebep gösteriliyor. Aynı zamanda Irak devletinin de son dönemde vize işlemlerindeki dikkati, bilgi paylaşımında artış ve sahte seyahat dokuman kontrolünde ciddi bir efor sarf etmiş olmasından dolayı Irak-ABD arasındaki ilişkinin öbür ülkelere nazaran daha yakın ve güvenli olduğu savunuluyor.
* Dördüncü önemli değişiklik ise çok tartışmaya yol açan dini madde ile ilgili. İlk kararnamenin hukuken durdurulmasının sebeplerinden biri olan dini madde ikinci kararnameden tamamen kaldırılmış bulunuyor. Trump hükümeti bu maddeyi kararnameden silerek seçim kampanyası ve seçildikten sonra da sürekli kampanya sözü olarak öne sürdüğü ‘Müslüman yasağını’ halka ve hukuka unutturma çabasıyla yapmış gibi. Halbuki kararnameleri okuyan ve tartışan siyasi analistler, Trump’ın genel tavrından ve yazılı, sözel ve sosyal medyada yapmış olduğu açıklamalara dayanarak kararnameye dini ayrımcılık açısında halen itiraz edilebileceğini savunuyor. Esasında yukarıda sıralanmış olan dört değişiklik de oluşabilecek hukuki itirazların önüne geçmek için yapılmış olabilir. Ayrıca yeni kararnamede kullanılan lisan, terimler ve genel tarzın bu yargılanma korkusundan kaynaklanıyor olması muhtemel.
* Son değişiklik ise Amerika Birleşik Devletleri’ne kabul edilecek olan mülteciler ile ilgili. İlk kararnamede mülteci alımının ilk 120 günlük yasaktan sonra dikkatli bir şekilde ilerleyeceği ve Suriye’den gelen herhangi bir mültecinin kabul edilmeyeceği beyan edilmişti. Dini sebeplerden ve özellikle azınlık din olarak başvuranlara, öncelik gösterileceği de net bir şekilde ifade edilmişti. Ayrıca 2017 yılında 50 binden fazla mültecinin ülkeye kabul edilmeyeceği yazılmıştı. İkinci kararnamede hem Suriyeli mülteciler ile ilgili bölüm kaldırıldı, hem de dini muafiyet bölümünde değişiklik yapıldı. Bu her ne kadar Suriyelilere kapı açmış gibi gözükse de Trump hükümetinin mülteci konularında Obama hükümetinden çok farklı bir yol izleyeceğini de gösteriyor. Obama Başkanlığında ABD 2017 yılında 110 bin mülteciyi kabul etmeyi ön görürken, bu kararnamede Trump 2017 de sadece 50 bin kişin kabul edileceğini tekrar dile getirmiş oldu.
Bu yeni kararnamenin lisanının yumuşatılmış olması, etkilenecek insanların daha net belirtmesi ve dini istisnaları kaldırmasının kararnameyi mahkemelerde daha kuvvetli kılması beklenebilir.
Açılan davalar
Kararname yayımlandığından beri beş eyalet mahkeme başvurusunda bulundu, önümüzdeki günlerde- kararnamenin yürürlüğe girme tarihi 16 Mart’tan evvel- başka eyaletler de dava açabilir.
Washington ve Minnesota eyaletleri bu kararnameye karşın yine federal hâkim James L. Robart’a başvurarak ilk kararnamedeki geçici durdurma kararını bu kararnameyi de kapsayacak şekilde genişletmesini talep etmiş bulunuyorlar.
Ayrıca Hawaii eyaleti kararnameye ve Trump Hükümetine karşı yeni bir dava açtı. Bu dava da benzer bir şekilde federal devletin yürütme branşından gelen bir kararın eyalet seviyesindeki siyasi ve ekonomik istikrar üzerinde ciddi bir negatif etki olabileceğini beyan edip bu nedenle kararnamenin bloke edilmesini talep ediyor. Bu davaya şimdiden Oregon, Massachusetts ve New York eyaletleri de katıldılar. Davanın duruşma tarihi şu anda 15 Mart 2017 olarak planlanıyor.
İki kararname arasında lisan ve tavır olarak değişiklik olmasına rağmen ikinci kararnamenin arka planında yatan sebepler, ulusal güvenliğe gerçek anlamda katkısı ve ulusal çıkarlar açısından faydası hala tam anlamıyla net değil. Bu hususların net olmayışı kararnamenin ileride daha çok itiraz göreceğini gösteriyor. Trump’ın başkanlığa aday olduğundan bu yana da sürekli olarak halka bir Müslüman yasağını getireceğini söylemiş olması da Ülkeyi Yabancı Terörist Girişlerinden Koruyan Başkanlık Kararnamesi’nin arkasında bu hedeften farklı bir hedef yattığı söylemlerini pek inandırıcı kılmıyor.
Her ne kadar Cumhuriyetçiler tarafından kontrol edilen Kongre ve Senato’nun kararnameye karşı çıkması beklenmiyorsa da, son bir ayda yargının Trump’ın verdiği kararlara ve yayınladığı direktiflere son derece şüpheli bir gözle baktığı açık.
Her ne kadar ABD’de yürütme daha ön planda olsa da anayasanın ön gördüğü kuvvetler ayrımı ve kontrol mekanizmaları şu an işliyor. Bu mekanizmaların işlemesinde yargıçların atanma yöntemleri ciddi bir rol oynuyor. Örneğin Trump’a dur diyen federal yargıç James L. Robart, Cumhuriyetçi Devlet Başkanı George W. Bush tarafından 2004 senesinde atanmıştı ve ömür boyu görevde kalma hakkına sahip. Bir başka önemli örnek daha ise 1988’de Cumhuriyetçi Devlet Başkanı Richard Nixon tarafından atanmış olan federal Anayasa Mahkemesi yargıcı Anthony Kennedy. Trump’ın vermiş olduğu sözü tutması beklediğinden daha zor olabilir.