Çanakkale‘de iki gün önce açılan modern Troya Müzesi'ni anlatmak üzere Frankfurt Kitap Fuarı'na gelen Troya Kazıları Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan, bilimsel ve kültürel açıdan Troya‘yla ilgili artık çok yeni bir dönemin başladığını söyledi.
Aslan, "Troya‘yla ilgili hiçbir şey bundan sonra, önceki gibi olmayacak. Bütün değerlendirmeler, bütün yorumlar bundan sonra Troya Müzesi üzerinden olacak" dedi.
Frankfurt Kitap Fuarı‘ndaki Türkiye Ulusal Standı‘nda üzerinde İngilizce "Troya‘nın Evi (Home of Troia)" yazısının ve Hollywood starı Brad Pitt‘li son Troya filminde rol aldıktan sonra Çanakkale kentine ödünç verilen Troya Atı‘nın resminin yer aldığı büyük bir pano yer alıyor.
Çünkü "Troya Yılı" içinde bulunuyoruz. Ve yıl boyunca Türkiye'nin dışarıdaki "yüzü" bu. Türkiye‘nin katıldığı dünyanın çeşitli yerlerindeki diğer fuarlarda olduğu gibi. Troya‘nın UNESCO‘nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesinin 20. yılı olması nedeniyle 2018 Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından "Troya Yılı" olarak ilan edilmişti. Yıl boyunca bir çok kültürel, bilimsel ve sanatsal etkinlerin, festivaller gerçekleştirildi. Bu kapsamdaki en büyük faaliyet ise yapımı 4 yıl süren Troya Müzesi‘nin ziyarete açılmasıydı. Müzenin açılışından iki gün sonra Troya‘yı ve müzesinin önemini anlatmak üzere gelen Prof. Dr. Rüstem Aslan, müzenin şu anda dünyanın en önemli kültür müzesi olduunu söylüyor ve "Troya Yılı asıl şimdi başladı" diyor.
Prof. Aslan, 2005 yılında kaybettiğimiz Troya kazılarının efsanevi başkanı Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann‘ın Almanya‘da Tübingen Üniversitesi‘nde yüksek lisans ve doktora öğrencisi, Troya‘daki kazılarda sürekli yanında olan yardımcısıydı… 2013 yılından beri Troya'daki kazıların başkanlığını yapan Prof. Aslan‘ın Türk vatandaşlığına geçtikten sonra resmen de „Osman Bey“ olan hocasının hayali olan modern Troya Müzesi‘nin gerçekleşmesinde büyük katkısı var. Açılan müzenin Troya‘dan çıkarıldıktan sonra çeşitli yollarla Türkiye dışına kaçırılan tüm eserler bundan sonra bu görkemli müzede olması gerektiğini savunun Aslan, bu konuda ilk adımların da sonuç verdiğini söyledi.
Son olarak sürekli yeni baskılar yapan "Troya - Yeni Başlayanlar İçin" başlıklı kitabıyla konunun uzmanı olmayanların da Troya hakkında bilgi edinmesine büyük katkısı olan Aslan, ayağının tozuyla sorularımızı yanıtladı.
Troya Müzesi neden önemli? Troya‘dan çıkarılan eserler daha önce zaten çeşitli müzelerde sergilenmiyor muydu?
Şöyle toplarlayalım: Aslında bütün bu öykünün mayası 1996‘da atıldı. Troya Müzesi macerası da o zaman başladı. Dönemin ilgili bakanlıkların Troya‘nın çevresini "tarihi milli park" ilan etti. Bu "milli park" meselesi de aslında başka bir macera. 1960‘larda Türkiye‘de ilk kez hazırlanan "milli park mastır planı"na dayanıyor.
Troya‘nın 1999‘da tarihi milli park ilan edilmesinden sonra Osman Hoca‘nın yardımıyla hemen UNESCO Dünya Kültürü Listesi'ne başvuru formları hazırlandı. Ve bu başvurunun değerlendirilmesinde Troya Tarihi Milli Parkı sayesinde yani Troya‘nın 10 km‘lik çevresinin koruma altına alınmış olması, Troya‘nın kendisiyle birlikte çok büyük bir argümandı. Bu nedenle karar hemen çıktı ve 1998 yılında Troya Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alındı.
Sonraki süreçte, yani başında Korfmann‘ın olduğu kazı sürecinde, sorumlu yerlerde kazıları yapma, cevap arama ama aynı zamanda ören yerini anlaşılabilir bir yere dönüştürme ve sergilerle Troya sürekli gündeme taşındı.
Bunlardan biri Almanya'da 2000-2001 yıllarında gerçekleştirilen "Büyük Troya Sergisi".
Şu ana kadar Avrupa‘daki en fazla ziyaretçi alan, 1 milyon kişi, sergi oldu.
Almanya'nın 3 büyük kentinde gerçekleştirilmişti sergi.
Evet Stuttgart, Brauschweig ve Berlin‘de. İşte bu sergi sırasında da Troya Müzesi fikri ortaya atıldı. Ve çıkan buluntuların, hazinelerin geri getirilmesi için en büyük argümanlardan birisi bu olacaktı. Bu fikir 2000 yılından sonra sürekli işlendi.
1993 yılında, hazineler Moskova‘daki Puşkin Müzesi‘nde ortaya çıktığında, Antonova‘nın Korfmann‘a söylediği bir söz vardı. Onu hiç unutmuyorum. "Ya, tamam hazineleri istiyorsunuz. Diyelim ki verdik. Peki onları nerede sergileyeceksiniz? Bir müzeniz bile yok" demişti.
Bu arada konunun yabancısı olanlar için Antonova'yı kısaca hatırlayalım.
Kadın şu an halen yaşıyor. O zaman Puşkin Müzesi‘nin ya da Puşkin Devlet Güzel Sanatlar Müzesi‘nin müdürüydü. 52 yıl boyunca bu görevde bulunduktan sonra, 2013 yılında emekliye ayrıldı. II. Dünya Savaşı‘ndan sonra Stalin‘in Berlin‘e gönderdiği kuratörlerdendir. Yani hazineyi oradan alıp, getirenlerden. Daha sonra Stalin tarafından müzenin müdürlüğüne getirildi. İşte onun geri istediğimiz eserlere uygun "bir müzeniz bile yok" sözü hep kulağımızdaydı.
İşte modern bir müze bu tartışmada bizim için çok büyük bir argüman olacaktı. Hem kültüre sahip çıkma, hem eserleri geri isteme konusunda.
Fakat bu arada 2005 yılında, Osman Hoca maalesef aramızdan ayrıldı, onu kaybettik.
Herşeye rağmen Bakanlık bu işin peşini bırakmadı. Kültür Bakanlığı, Çanakkale‘den pek çok siyasetçi ve ben de bu işin peşinden koştuk.
Ve sonunda bir yarışmayla bir proje elde edildi. (Troya Müzesi Serbest Katılımlı, Tek Aşamalı, Ulusal Mimari Proje Yarışması.) Ardından da Ömer Selçuk Baz‘ın birinci gelen projesi hayata geçirilmeye başlandı.
İnşaat 2014‘te başladı ve kesintilerle 2018‘e kadar sürdü.
Orada yine bir dönüm noktası var. 2018 yılının "Troya Yılı" ilan edilmesi. Yani Troya‘nın Dünya Kültür Mirası Listesi‘ne girişinin 20‘nci yılı vesilesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2018‘i "Troya Yılı" ilan etmesi.
Burada şunu kesin belirtmek lazım. Çanakkale‘nin milletvekillerinden Bülent Turan, Çanakkale Valisi Orhan Tavlı‘nın Troya Yılı ve Müzesi‘nin gerçekleşmesi için ısrarla büyük çaba gösterdiler.
Ayrıca Cumhurbaşkanı'nın 3. Turizm Şurası‘daki Troya‘yla ilgili sözleri bütün süreci hızlandırdı.
Bütün bu gelişmeler sonucu süreç hızlanınca proje tamamlandı ve Troya Müzesi iki gün önce açıldı. Görkemli bir müze oldu. Buluntularıyla, müzeleme ve sergileme tekniğiyle, büyüklüğüyle, görkemiyle Troya‘ya yakışan bir müze oldu.
Troya Yılı vesilesiyle hem Türkiye‘de, hem de Türkiye dışında Troya‘yla ilgili pek çok etkinlik gerçekleştirildi. Bir kısmına ben de katıldım.
Bu arada Tanıtma Genel Müdürlüğü‘nün 100 uluslararası fuara katılımda "Türkiye‘nin yüzü" olarak Troya‘yı, Troya Müzesi‘ni seçmesi de çok büyük bir olay. Bu nedenle de özellikle yüzden yurt dışında Troya‘yla ilgili tekrar büyük bir ilgi oluştu.
Ama şunu da söylemek lazım. Troya Yılı‘yla beraber Türkiye‘nin belki son 100 yılında, Troya, Homeros sevgisinin dorukta olduğu bir dönemdeyiz.
Bu sevginin nedeni nedir? Türkiye‘de Troya‘ya yönelik bu ilgi, bu bilinç nereden kaynaklanıyor? Bütün bunların ardında turistik kazanım beklentisi mi var? Yoksa başka bir şey mi?
Bunun kültür tarihiyle açıklanabilir birkaç tane sebebi var.
Bana göre en önemli nedeni: Troya mitolojik bir olayı, yani kültürel bellekteki bir olayı yerle beraber birleştiren nadir yerlerden biri. Kudüs, Roma, İstanbul gibi. Troya öyle bir yer.
Hollywod'un etkisi yok yani… Bratt Pitt'in Troya Destanı'nın en ünlü kahramanı Aşil'i (Akhilleus) canlandırdığı Troya filminin örneğin.
Yok. Aslında tam tersi. Troya Hollywod‘u etkiledi. Troya önemli olduğu için Holywod bu konuya el attı. Bu o kadar derin ve kadim bir değer ki.
Daha sonra BBC‘nin Netflix'le ortak gerçekleştirdiği çok değerli, şu an birinci sezonu biten bir dizi gerçekleştirildi. İkinci sezonu bu haftalarda başlayacak. "Troya, Bir Kentin Düşüşü (Troj: The Fall of a City)" Bunlar devam ediyor. Yeni yeni Troya filmleri çevriliyor.
Troya dünya kültür mirasının en derin, en kadim değerlerinden birisi. Ve bu bizim topraklarımızda. Homeros‘un anlattığı o destanı Ege coğrafyasındaki ve taa Anadolu Hititler'e kadar giden coğrafyadaki 2300-2500 yıl önceki olayları dile getiriyor.
Troya Yılı, Türkiye‘deki, Anadolu‘daki kültürel derinliğe tekrar dokundu ve dokunur dokunmaz da tüm karşılıkları çıktı.
Troya'yla ilgili burada sergilenen yayınlara bakınca hayal kırıklığına uğruyoruz. "Türkiye‘nin yüzü" olarak kocaman bir afiş var. Ama sergilenen kitap sayısı çok az.
Ama aslında var. Buraya, fuara gelip gelmediğini bilmiyorum. Ama Türkçe‘de Troya‘yla ilgili yayının sayısı çok.
Aslında Troya Yılı şimdi başladı. Müze açıldıktan sonra başladı. Troya'yla ilgili hiçbirşey bundan sonra, önceki gibi olmayacak. Bütün değerlendirmeler, bütün yorumlar bundan sonra Troya Müzesi üzerinden olacak.
Müzeye girdiğinizde, müzenin bir bakış açısı var. Müzenin bakış açısı, bir ören yerini öyküsüyle anlatma. Öyküsüyle anlatma, ama onun ötesinde de Troya‘nın "Son Tunç Çağı"nda Hititlerle olan ilişkisi, Anadolu'yla olan ilişkisi. Bir Anadolu kentinin arkeolojik verilerle, Hitit arşiv metinleriyle, arkeolojik buluntularla ilk kez bir arada sergilendiği bir müze.
Yani burada Troya‘nın Daha Anadolu‘ya ait olduğu tartışmasına yanıt veriyorsunuz. Troya‘nın Yunan Uygarlığı‘nın Anadolu‘daki bir uzantısı değil, Anadolu‘nun kendisi olduğu, bir Anadolu uygarlığı olduğu tezi öne çıkıyor.
Evet.
O tartışmada Korfmann Hoca‘nın üzerine haksız yere çok gidildi, saldırıldı.. Ben bunu bir kültürel cinayet olarak tanımlamıştım.
Hoca bu tezi Hoca "Düş ve Gerçek Sergisi" sırasında bunu yüksek sesle getirmişti. Sonra da o tartışma başladı. Hoca haklıydı.
Siz edebiyat dünyasının içinden gelen bir akademisyensiniz. Troya, Avrupa‘da başta edebiyat olmak üzere sanat ve kültürün birçok alanına esin vermiş, çok sayıda eserin ortaya çıkmasına kaynak olmuş bir olgu. Türkiye edebiyatında, kültüründeki durumu Avrupa‘yla karşılaştırabilir miyiz?
Avrupa'yla karşılaştırdığımızda bizde bu konunun daha az işlendiğini görüyoruz. Ama bunun kültür tarihiyle ilgili bir nedeni var.
Homeros Destanı kitap olarak ilk kez 1488‘de Floransa‘da basıldı, ardından da diğer Avrupa dillerine çevrildi…
Osmanlıca'ya ise ilk kez 1893‘te çevriliyor. Daha sonra parça parça çeviriler var.
Bizde kültür tarihi açısından Homeros destanlarının işlendiği dönem daha kısa.
Ve farklı sanat dallarında işlenmesi de geç olmuş.
Avrupa'ya baktığınızda, resimde, heykelde, özellikle edebiyatta ama diğer yan bilim ve kültür dallarında, örneğin filolojide sürekli işlenmiş… Bu nedenle sahip çıkma olgusu daha fazla.
Yani sen birşeyi işlemez, üzerinde olmazsan, senin olmaz.
Dede Korkut destanları bizim destanlarımız. Ama herkes bilmiyor. Dede Korkut destanları Homeros Destanları kadar kıymetli. Fakat başka kültürel alanlara, tiyatroya, resime ve diğer sanat alanlarına yayılmamış. Sanatçılar bu destlanlardan feyz almamışlar.
Bunun nedeni üzerinde konuşmak istemiyorum. Belki de bilmiyorum.
Ama artık durum değişiyor.Mesela Cumhurbaşkanlığı Devlet Opera ve Balesi bir Troya gösterisi hazırladı. Yeni bitmek üzere, yakında başlıyorlar. Bu devletin bu konuya yaklaşımını gösteriyor. Resimde de, edebiyatta da bunun karşılığı görülüyor. Mustafa Erdoğan‘ın büyük bir Troya gösterisi vardı. Fazıl Say‘ın Troya bestesi...
Okullarda yeterince öğretiliyor mu sizce?
Müfredat programlarına girdi. Ortaokul kitaplarında, kültür tarihide kısa da olsa artık Homeros'tan, diğer destanlarla birlikte bahsediliyor.
Bu bir süreç. Bizim kültürel belleğimizde bunun yeri var. Bu müze kültürel belleği yeniden canladıracak. Bunu önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
Medyanın ilgisi var mı?
İlgi var. Ya da ilgili olmalarını sağladık diyelim. Son dönemde, özellikle Troya yılı etkili oldu, çok gelen giden var. Ama halen şey sıkıntısı var… Magazin…. Bizim özel ilişkilerimiz sonucu Megan Fow bir Troya belgeseli çevirdi. Bu ayın sonunda gösterime girecek. Konuyla ilgili haberler medyada bazen magazinleştirilerek geniş yer aldı.
Ama bizim sanatçıların ilgisi az. Çanakkale‘ye sünnet düğününe gelip, sahneye çıkıyorlar. Diplerinin dibinde Troya var, gelmiyorlar.
"Dünyanın gözü Troya'nın üstünde"
Troya Müzesi'nde Türkiye dışından ilgi var mı? Daha doğrusu haberleri var mı?
Dış temsilcilik ve Tanıtma Genel Müdürlüğü‘nün organizyonlarıyla ben yaklaşık 6-7 aydır Kanada, Amerika, Avrupa‘da birçok kenti dolaştım. Üniversiteler ve farklı kurumlarda konferanslar verdim. Herkes Troya Müzesi‘ni bekliyor. Abartmıyorum, dünyanın gözü Troya Müzesi üzerinde.
Peki başta söylediklerinize dönelim. Bu müzenin açılması, Türkiye‘nin dünya üzerinde çeşitli müzelere dağılmış bulunan Troya Hazineleri'ni geri alma şansını artıracak mı?
Bu müzenin çok iddiası var. Şu anda dünyanın kültürel anlamda en önemli müzesi.
Son zamanlarda Avrupa‘da Macron‘un çıkışıyla yeni bir süreç başladı. Fransa Başkanı Macron, "Avrupa ülkeleri kolonilerinden ya da güçlü oldukları dönemlerde başka ülkelerden aldıkları eserleri geri vermelidir. Fransa müzeleri Afrika‘dan aldıklarını geri vermelidir. Verecektir" diye bir çıkışta bulundu. Burada yeni bir kültürel yaklaşım olduğu görülüyor. Bu başka alanlara da yansıyacaktır.
Troya Müzesi ilk kez buradan kaçırılan eserlerin, çıktığı topraklarda modern teknikler eşliğinde sergilenebileceğini ispatlıyor.
İstanbul‘daki hazine buluntuları, Bakanlığın kararıyla ilk kez bu müzede sergileniyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Pen Müzesi‘nin (Pensilvanya Arkeoloji Müzesi) müdürüyle uzlaşarak Troya‘dan nasıl ve ne zaman kaçırıldığını bilmediğimiz eserlerin ve hazine buluntularının, Troya Müzesi‘nde sergilenmesini sağladı. Eserler topraklarına döndüler.
Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı "Priamos Hazinesi"nin durumu… Sizin kitaplarınızda da yer alıyor. Osmanlı İmparatorluğu‘nun o zamanki hukuki mücadelesi, Atina mahkemesi süreçleri Schliemann'ın tarihi eser kaçırdığını ortaya gösteriyor.
Bu 19. yüzyılın hukuki bir sorunu. Bana göre etik bir baskı oluşturulmalı. Bunun hukuki süreçleri benimle ilgili değil. Kültürel yaklaştığımızda şunu söyleyebiliyoruz: Artık müze açıldı. Buradan çıkan eserler burada sergilenmeyi hak ediyor. Bu bir dünya müzesi. Gelip görsünler. Eserlerin buraya dönmesi uzlaşarak sağlanabilir.
Bu arada sizin ören yerindeki çalışmalarınız sürüyor.
Evet. Müze de çalışmalarımızı sürdürdüğümüz ören yerinin dibinde.
Bu arada şunu da söylemek lazım. İlk kez ören yerindeki bir köy, bir arkeo-köy‘e dönüştürülüyor. Bana göre ören yeri, bizim yaptığımız projelerle, gezi ve bilgilendirme sistemi, son 50 yılın en modern ören yerlerinden bir oldu. Dibinde arkeo-köy, onun hemen yanında müze, etrafında Troya Tarihi Milli Parkı. Böyle bir cazibe merkezi.
Ve bu Troya temasının, Homeros destanlarının mitlojiyle örüldüğü bir topoğrafya.
Çanakkale‘ye ulaşım da kolaylaştı.
Ziyaretçi sayısı bu sene rekor kıracak. Önümüzdeki yıl müzeyle beraber bence bir milyonu bulur.
Bu tabii turizme olan katkısı.
Şöyle bir katkısı daha olacak: Troya turizminin kırsal kesime yayılması. Civarda yaşayan köylülerin Troya‘ya ilgi duyması, Troya‘yla para kazanması… Böyle bir vizyonun önü açıldı.
Bunun teknik etkileri çok olacak, fakat kültürel etkileri çok çok daha büyük ve derin olacak.
Ve artık bundan sonra Troya'yla ilgili tartışmaların merkezinde müze olacak. Müzedeki sergiler olacak.
* Troya Müzesi, yaklaşık 70 milyon TL’lik harcamayla tamamlandı. Ören yerindeki teşhir ve tanzim uygulamasının bitmesiyle kazılarda ortaya çıkarılan 2 bin eser müzeye kondu. Projeyle yurt dışında bulunan Troya hazinelerinin bir bölümü de ait olduğu topraklara döndü. Halen yurt dışındaki 7 müzede sergilenen Troya eserlerinin de Türkiye’ye getirilmesi için umut olan müze ziyaretçilerini bekliyor.
Troya hakkında başucu kitabı
Troya, insanlık tarihinin en tanınmış söylencelerine mekân olmuş, belki de dünyanın en önemli antik kentlerinden biri. Ömrünü Troya'ya adamış bir bilim insanı, Prof. Rüstem Aslan konunun Türkiye'deki en önemli uzmanı. Prof. Manfred Osman Korfmann'ın ardından Troya kazılarının sorumluluğunu üstlenen Prof. Rüstem Aslan tarih ve edebiyat meraklıları için bir başucu kitabı kaleme aldı. Yeni Başlayanlar İçin Troya, Homeros'un yaşadığı dünyadan, yazdığı satırlardan, Akhilleus, Hektor ve Helena'nın hikâyesine, arkeolojik katmanlardan günümüze uzanan bir içeriğe sahip.
Ozanlar ozanı Homeros'un günümüzden 2700 yıl önce yazıya geçirdiği İlyada Destanı, uğruna pek çok kahramanın öldüğü Troya kenti için verilen mücadeleyi anlatmaktadır. On yıl süren Troya Savaşı, aynı zamanda Doğu'nun Batı'ya; Asya'nın Avrupa'ya karşı verdiği bir savaş olarak da kabul görmüştür. Aradan geçen binyıllar sonrasında Troya Savaşı, alevler içinde yanan bir kentin sembolü olmuştur. Bu savaş, eşi benzeri olmayan öfkeyi, insan yüreğinin dayanamayacağı trajedileri, her şeyi bir anda tersine çeviren hileyi, yok olup giden kentleri ve umutları en etkileyici şekilde anlatmak için bir başlangıç noktasıdır.
Rüstem Aslan hakkında2013'ten beri Troya kazı başkanlığını yürütüyor.. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde öğretim üyesi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. 1988'de Prof. Dr. M. Osman Korfmann’ın başlattığı yeni dönem Troya kazılarına öğrenci olarak katıldı. Lisans sonrasında Tübin¬gen Üniversitesi’nde (Almanya) Prof. Korfmann’ın yanında Troya ve Troas konusunda yüksek lisans ve doktora çalışması yaptı. 1988'den itibaren Anadolu’nun farklı bölgelerindeki (Tekirdağ, Urfa, Diyarbakır) arkeolojik çalışmalarının yanı sıra, aralıksız bir şekilde Troya kazılarına katıldı. 2005’te Prof. Korfmann’ın ölümü sonrasında Troya kazı eşbaşkanlığını yaptı. Troya ve Troas konulu Türkçe, İngilizce, Almanca çok sayıda kitap ve makalesinin yanı sıra, İngilizce ve Almancadan çeviri kitapları da var. |
(GK/TP)
* Fotoğraflar: Gürsel Köksal