Edebiyat tek başına dünyayı değiştiremez; ama iyi kurmaca, dünyanın kurum kokulu atmosferine taze hava taşıyıp rotasını gündelik mecburiyetlerin çizdiği buhranlı yaşamda kuytu keçiyolları oluşturabilir pekâlâ... Dünyayı değiştirmese de tek tek bireyler üzerindeki etkisi sarsıcı olabilir. Hele insan, zihnini sanatın dönüştürücü etkisine açmışsa içsel kırılmalar / dönüşümler yaşamak an meselesidir o vakit...
Tezer Özlü’nün kaleminden çıkan hemen her şey tam da böyledir okur için. “Türk edebiyatının gamlı prensesi” ya da “lirik, melankolik yazar” olmak şöyle dursun, Özlü şiddetli bir gerçekçilikle vurur parmaklarını daktiloya. Ne kendi gerçeğini bir yana koyup toplumsalın konforuna, ne toplumsal gerçeklerle yüzleşemeyip iç dünyasının dehlizlerine sığınır. Aksine, Özlü’ye değin edebiyatta dile getirilmekten imtina edilmiş, hasıraltına süpürülmüş ne varsa onun satırlarında hem de ayaklanmış vaziyette, bayrak elde beliriverir. Özlü, Althusser’in DİA diye adlandırdığı yapıların ipini kurmaca yoluyla pazara çıkarmaktan geri durmadığı gibi, onun edebiyatı, insanı günbegün tabiatından koparıp önce kendinden, sonra yüz yüze baktığı herkesten nefret etme raddesine getiren rekabetçi, maddiyatçı, muhafazakâr sistem ve ikiyüzlü ilişkiler üzerine düşünme olanakları verir. Bu anlamda devrimcidir kalemi...
Öte yandan, varoluşçudur Özlü. Peki bu ne anlama gelir? İdealist felsefenin kader inancına karşın, varoluşçu düşünceye göre insan önce var olur, sonra özünü ortaya çıkarır. Sartre’ın “çıkarmak”tan kastı “insanın kendini seçmesi” yani “kendini gerçekleştirmesi”dir burada. Nasıl biri olacağına ailenin, toplumun, devletin, dini inançların, göreneklerin vs. değil de bireyin kendisinin karar vermesidir makbul olan. İlk iş, her insanı kendi varlığına kavuşturmak, varlığının sorumluluğunu da omzuna yüklemektir. Özlü ömrü boyunca sorumluluğunu tereddütsüz kuşanmış, bunu da özgün edebiyata dönüştürerek taçlandırmış bir yazardır.
“Gülebilir miyiz Dersin?” ne söylüyor?
Feryal Saygılıgil ile Beyhan Uygun Aytemiz’in derlediği ve yakın zamanda İletişim Yayınları tarafından basılan“Gülebilir miyiz Dersin?” adlı çalışma, Özlü’nün bu çok yönlü yazınsal dünyasına farklı açılardan odaklanma imkânı veriyor. Eser ilk bölümde “anılara” ve “karşılaşma anlarına” ışık tutma; ikinci bölümde ise toplumbilim, felsefe, psikanaliz, dilbilim gibi farklı disiplinler aracılığı ile Özlü’nün metinlerini analiz etme iddiası taşıyor.
Hatice Meryem Gerçek Tezer’den Anlatıcı Tezer’e başlıklı yazısında Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sına, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak eserlerine kısa değinmelerle Türkçe yazında öne çıkan, “toplumun ar namus kavramıyla didişen” kadın karakterleri hatırlatarak yolu Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk eserine vardırıyor. Meryem, Özlü’nün karakterini Aylak Adam’ın kadın muadili olarak işaret ediyor.
Narin Bağdatlı ve Bahadır Vural’ın kaleme aldığı Tezer Özlü: Yaşamın ve Kuşakların Ucunda başlıklı metin, Özlü’nün biyografisini ve edebiyatını Mannheim’ın kuşak kavramı üzerinden değerlendiriyor. 1950’lerin ebeveyn, bohem ve öykücü kuşaklarından yola çıkarak kuşağı yoğun biçimde etkileyen toplumsal, siyasal, kültürel olayları hatırlatıyor; bunların Özlü’nün yazınında nasıl karşılık bulduğunu tartışıyor; Özlü’nün bir kadın ve bir yazar olarak bireysel tecrübesiyle darbelerin ve siyasal çalkantıların Türkiye’sinin kolektif tecrübesinin nerede örtüşüp nerede ayrıştığına bakıyor.
Nihan Bozok ve Meral Akbaş’ın çalışması olan Çocukluğun Soğuk Gecelerini Soğutan, Bugünde Sesini Arayan Bir Kadın: Tezer Özlü adlı yazı, Özlü’nün geçmiş ve şimdiki an arasında dolaşan, iki zaman dilimi arasındaki keskin ve kalın çizgileri nasıl ustaca bulanıklaştırdığını anlatıyor. Özlü dünü şimdiye katıp hayat hikâyesini -hadi hayat hikâyesini demeyelim de- hayatında iz bırakmış anları, tekrarlardan aşınmış eril dilin kalıplarının dışına çıkarıp yalnızlıktan, unutulmaktan ve sadece kendisinin olmaktan kurtardığına dikkat çekiyor. Bozok ve Akbaş, Özlü’nün sesinde başka imkânların kapısını aralama iddiasında...
Derya Önder ise Yaşama Uğraşı(n)’dan Yaşamın Ucuna Yolculuk başlıklı metninde, Özlü ile -başta Pavese olmak üzere- sevdiği yazarlar arasında yazınsal ve biyografik bağlar kurmayı deniyor. Önder, Özlü’nün yolunun düştüğü kentleri, yazarları ve yaşamları irdelerken, ontolojik açıdan Heidegger felsefesinde önemli yer tutan ve Özlü’nün yazınında çokça karşılık bulan ölüm düşüncesine de temel hatlarıyla bir göz atmamıza vesile oluyor.
Günseli Sönmez İşçi ise Kendileriyle Hesaplaşan Kaygılı Kadınlar: Tezer Özlü ve Sylvia Plath yazısında, hayatları birbirine hem benzeyen hem benzemeyen bu iki ismin yazını arasında köprüler kurmayı deniyor. Bilindiği üzere her iki yazar da burjuva toplumunun direttiği kalıplara ve önyargılara boyun eğmemiş, kendi hayatlarını anlatmaktan çekinmemiş; yüreklerini, zihinlerini, yalnızlıklarını, kişisel bunalım ve başkaldırılarını okura cesaretle açmışlardır. İşçi, buradan hareketle, iki yazarın da birbirlerinin ışığında okunabileceklerini, çünkü kurguladıkları karakterlerin dilinin samimiyetiyle bilinçlerindeki her daim sürgün olma hissinin ve sonsuz huzursuzluğun koşutluk içinde olduğunu söyleyerek paralel bir okumaya kapı aralıyor. Makalede dikkat çeken bir başka husus ise Özlü ve Plath’ın -bilerek veya bilmeden- feminist söylemde çok iyi bilinen ‘kişisel olan politiktir’ düşüncesinin bilincinde yazdıklarının ifade edilmesi...
Sibel Kır’ın psikanaliz yönteminin imkânlarından yararlanarak kaleme aldığı Eski Bahçe’de Kadınlığın Dolambaçlı Yolu adlı metin ise Elda Abrevaya’nın Kadınlığın Uzun ve Dolambaçlı Yolu kitabında “bir kadının kadın olabilmesi için ödipal nesnelere dair çatışmalarla defalarca yüz yüze gelmesi gerektiğini” savunan tezine referansla yazılmış, epey uzun bir metin. Öykü çözümlemek romana göre daha zor, daha kasvetli iş belki de. Öykünün imge ve sembollerle örülü kısacık yapısında alt-metin aramak roman tahliline kıyasla daha güç... Kır’ın çalışması bu açıdan da önemli bir yerde duruyor derlemede.
İpek Şehbenderoğlu Zaman Dışı Yaşamın İmkânları: Tezer Özlü’de Yazmak, Yolculuk ve Cinsellik yazısında Wim Wenders’ın Der Himmel Über filmine, Benjamin’in Pasajlar’ına, De Beauvoir’in Yaşlılık ve Moskova’da Yanlış Anlama kitaplarına değinerek bir tahlil sunuyor; Özlü’nün tıpkı Sait Faik gibi, edebiyatın “bir iç ihtilâl” olduğunu bilerek yazdığını öne sürüyor.
Seval Şahin, Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde Anlatı Stratejileri ve İdeoloji başlıklı çalışmasında Özlü’nün özellikle son on yılda çok satan bir yazar haline dönüşme meselesini, yazarın anlatı stratejileri ve ideolojisi bağlamında ele alıyor. Bir çizelgeyle anlatı kişi ve mekânlarını listeliyor. Buradan hareketle “sıkıcı orta sınıf burjuva yaşamının karabasanının bir kadını delirtirken bir yandan da erkek egemen dünyaya isyanını beraberinde getirdiğini” çözümlemelerle anlatıyor.
En kapsamlı derleme
Bu katkıların yanı sıra zamansız kaybettiğimiz Sennur Sezer’in, derlemeyi gerçekleştiren akademisyenlerden Feryal Saygılıgil’in ve İTÜ Matematik Bölümü’nden İlkay Bakırtaş’ın da yazıları bulunuyor. Ayda Çevik’in, “küçük halası” Özlü’ye mektubu ise derlemenin en güzel bölümlerinden.
Öyleyse adını koyalım... “Gülebilir miyiz Dersin?” ‘in çıtası “iyi niyetli bir çalışma” yahut “yazara saygı / armağan” niteliğinde bir kitap olmanın çok üstünde. Tezer Özlü edebiyatı hakkında en kapsamlı derleme olma iddiasını taşıyan bu eser, hem akademik çevreler hem de Özlü’nün yazdıklarında kendini bulmuş, çoğu kere de kaybetmiş okurlar için eşsiz bir buluşma vaat ediyor... (DP/NV)
"Gülebilir miyiz Dersin?", Der. Feryal Saygılıgil, Beyhan Uygun Aytemiz, İletişim Yayınları, Şubat 2016, İstanbul, 192 sayfa