Önümüzdeki ay itibariyle başlayacak olan seçim propagandalarından dolayı en sık başvurulacak olan suçlamanın başında “terör örgütünün propagandası” gelecektir.
Hatta seçim konuşmaları sonrasında siyasetçiler “örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, -ne demekse?- örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi” olarak suçlanmazlar.
Siyasetçilerin miting alanlarında yapacakları konuşmalar nedeniyle umarım bu tür soruşturmalara çok sık tanık olmayız ve tekrar tekrar bu davalar üzerinden ifade özgürlüğünü tartışmayız.
Büyük bir olasılıkla Terörle Mücadele Kanunu, önümüzdeki seçim döneminde en sık başvurulacak kanun olmaya adaydır.
Umarım aksi olur…
Siyasetçiler basın açıklamalarında veya seçim zamanı konuşmalarında “Kürt sorunu''ndan bahsedebilir mi?
Kuşkusuz bu sorunun yanıtı olumludur. Her şeyden bahsedebilirler…
Soruyu şöyle soralım; siyasetçiler “Kürt sorunu”nun çözümünde hükümet politikalarını eleştirebilir mi? Kürt sorununun çözümünde Abdullah Öcalan’ın muhatap alınmamasının doğru olmadığını ileri sürerek hükümeti eleştirebilir mi?
Anayasa Mahkemesi bu soruları Mehmet Ali Aydınlar kararında yanıtlamıştır (B.No 2013/9343. Karar 4.6.2015 tarih. R.G. Tarih 01.07.2015, Sayı: 29403).
Hükümetler hakkında bu tür eleştiriler her zaman yapılabilir. Görüş ve düşünce açıklama hakkı ifade özgürlüğünün koruması altındadır.
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Genel Kurul kararına konu olan bireysel başvuru ile ilgili olayın gelişimine kısaca bakalım.
Kararda yazılı olanları özetleyelim: “15 Şubat 1999 tarihinde PKK/KONGRA-GEL terör örgütü lideri Abdullah Öcalan Kenya'da yakalanarak Türkiye'ye getirilmiştir. Kısa adı KCK olan Kürdistan Topluluklar Birliği Yürütme Konseyi, 2010 yılı başlarında, ‘15 Şubat Komplosu’ olarak nitelendirdiği Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilişini protesto çağrısında bulunmuştur.” Çağrıda, "Kürt halkını eylemlerini yükseltmeye ve bu ulusal kara günde hayatı durdurarak onur orucu tutmaya çağırıyoruz.'' denilmiştir.
Bu çağrı üzerine 15 Şubat 2010 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır İl Başkanlığı tarafından düzenlenen mitingde, BDP'ye ait ses yükseltici cihazlarla donatılmış seçim otobüsü üzerinden yaklaşık 5 bin kişinin toplandığı kalabalığa hitaben konuşmalar yapılmış ve Diyarbakır BDP il başkanı olan Mehmet Ali Aydınlar bir basın açıklaması yapmıştır.
Başvurucu, basın açıklamasında "Kürt sorunu"nun çözümünde hükümet politikalarını eleştirmiştir. Başvurucu siyasetçiye göre Kürt sorununun çözümünde Abdullah Öcalan muhatap alınmak istenmemiş, ancak hükümet yetkililerinin olumsuz tutumlarına rağmen gelinen noktada Öcalan, sürecin önemli bir aktörü olmuştur.
Başvurucuya göre Öcalan, Türkiye'ye uluslararası güçler tarafından teslim edilmiştir ve bu, Ortadoğu halkları üzerinde oynanan bir oyundur. Uluslararası güçler Ortadoğu'da kaos planlarken Öcalan, geliştirdiği çözüm önerileri ile kaos planlarını engellemiştir. Öcalan tüm bunları olumsuz cezaevi koşullarında gerçekleştirmiştir.
Başvurucuya göre Öcalan herhangi bir hükümlü değildir ve onun tutulma koşulları iyileştirilmeden yaşanan "hassas" sürecin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesi olanaklı değildir.
Başvurucu, inkâr ve imhaya dayalı devlet politikalarının devam ettirilmek istendiğini, Öcalan'ın önerilerinin göz önüne alınması gerektiğini, askeri operasyonların durdurulması gerektiğini belirtmiştir.
Başvurucuya göre demokratikleşme sağlanarak sorun çözülebilir ve bunun için sorunun cesaretle tartışılması gerekir. Başvurucu, basın açıklamasında son olarak Öcalan'ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesini, Öcalan'ın özgürlüğünün sağlanması için tüm demokrat kesimleri duyarlı olmaya çağırmıştır.
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun, basın açıklamasında PKK terör örgütünü ve cezaevinde kapatılmış bulunan Abdullah Öcalan'ı övdüğünü, sözleri ile örgütü desteklediğini, örgüte manevi destek verdiğini ve böylece terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul ederek M. Aydınlar’ı, "yasadışı örgüt propagandası yapmak" suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırmıştır.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 5 Mart 2013 tarihli ilamı ile bu kararı usul açısından ve verilen ceza miktarı yönünden bozmuştur.
Yeniden yargılama yapan Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 10 Eylül 2013 tarihli kararı ile başvurucu hakkında örgüt propagandası suçu yönünden kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir.
Bu karar, yapılan itirazın reddi üzerine 14 Kasım 2013 tarihinde kesinleşmiştir. Uyuşmazlık AYM önüne bireysel başvuru olarak gelmiş ve siyasetçi M. Aydınlar ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
AYM, A. Öcalan hakkındaki bireysel kararında değindiği düşünceyi açıklama hakkının demokrasinin işleyişinde yaşamsal öneme sahip olduğu hakkındaki gerekçesini bu kararında da tekrarlamaktadır.
Mahkemeye göre; ifade özgürlüğü, Anayasa'da yer alan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25.6.2014, § 74).
AYM, ifade özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesinin Anayasaya uygun olmadığını ve hatalı sonuçlara neden olabileceği görüşündedir.
“Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında 'milli güvenlik' için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır. Bu nedenle somut başvuruda derece mahkemelerinin kararlarında belirtilen; PKK terör örgütüne ve Abdullah Öcalan'a ilişkin ifadeler ile bunların ifade edildiği bağlam, konuşmacının kimliği, başvuruya konu sözlerin söylenme zamanı, amacı, hitap ettiği kişilerin kimlikleri, muhtemel etkileri ve basın açıklamasındaki diğer ifadelerin tamamı bir bütün olarak ele alınmalıdır.”
AYM’ye göre; Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi kararında başvurucunun hangi ifadeleriyle şiddeti övdüğü, kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve teşvik ettiğini değerlendirmemiş, göstermemiş; sadece başvurucunun sözleri ile PKK terör örgütünü ve Abdullah Öcalan'ı desteklediğine karar vermiştir.
“Bununla birlikte konuşması bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun, şiddeti ve terör eylemlerini övdüğü, kişileri ve toplulukları terör yöntemlerini benimsemeye, şiddet kullanmaya tahrik ve teşvik ettiği, sözlerinde ırkçılık, nefret, intikam alma veya silahlı direniş çağrısının bulunduğu söylenemez.”
AYM kararında bir siyasetçinin sözleri ve açıklamalarının sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmektedir. Kamu otoriteleri veya toplumun bir kesimi için hoş olmayan düşüncelere, şiddeti teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği sürece sınırlama getirilemez.
Başvurucunun 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılması ve daha sonra kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmiş olsa bile… Anayasa Mahkemesi başvurucunun kovuşturmaya tabi tutulma ve yeniden cezalandırılma riskinin “halen devam etmesi nedeniyle” bu durumda dahi, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin arzulanan amaçlara uygun olmadığı ve dolayısıyla da demokratik toplum düzeninde gerekli olmadığı kanaatine varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi siyasetçi olan başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ve hak ihlali nedeniyle uğranılan zararın giderimi için net 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
Şiddeti teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği sürece ifade özgürlüğüne, eleştiri hakkına sınırlama getirilemez.
İfade özgürlüğünün sağlanmasında, verilmiş olan mahkûmiyet kararlarının “ertelenmesi” / “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” gibi kararlara dönüştürülmesi dahi risk oluşturur ve bu risk ile yaratılan cezalandırma tehdidi ifade özgürlüğünün ihlalidir.
O halde yargı kararları ile siyasetçiler, gazeteciler ve kim olursa olsun düşüncelerini açıklama ve yayma hakkına sahip olan kişiler üzerinde “risk” yaratan yani “cezalandırma tehdidi” oluşturan sınırlandırmalar da ifade özgürlüğü hakkının ihlali demektir.
Kamu otoriteleri terör örgütünün propagandasından ne anlaşılması gerektiğini anlayabilmeleri için öncelikle demokrasilerde düşünce açıklamalarının ne kadar önemli olduğunu ve ifade özgürlüğünün tüm hak ve özgürlüklerin omurgası olduğunu içlerine sindirmelidirler.
Mahkemeler ve yargı terörle mücadele etmez, sadece yargılama yapar.
Asıl sorun yargısal değil, siyasaldır.
Kürt sorunundan bahseden, Abdullah Öcalan’ın adını anan, hükümetin politikalarını kıyasıya ve sert biçimde eleştiren, terörle mücadele hakkında görüş ve önerilerini açıklayan herkesi potansiyel olarak suçlu kabul ederek Terörle Mücadele Kanunu ile cezalandırmak, ne Kürt sorununu çözer ne de terörün durdurulmasını sağlar. (Fİ/HK)