"Kadın programları"na artık yalnızca kadınlar rağbet etmiyor. Programların içeriği izdivaçla doldurulduğundan beri erkekler de televizyonun karşısındaki, telefonun başındaki, stüdyonun içindeki yerlerini aldılar.
Heteroseksüel evlilik için bir kadın bir erkek şart olduğundan, görücü usulüne ezelden beri alışık olduğumuzdan, televizyonu sevdiğimizden, görünür olmak istediğimizden ve belki de yapacak daha faydalı bir işimiz olmadığından akın akın kanalların yolunu tutuyoruz.
Programlarda artık kadın ve erkek var
"Kadın programları" son dönemlerde erkeklerin de teşrif etmesiyle iyice şenlendi. Küreselleşme ve neo-liberal ekonomi politikaları nedeniyle esnek çalışan erkeklerin sayısı günden güne artınca, işsizlikle kitlesel olarak karşılaşılınca, televizyon yer yer en önemli kamusal alanlarımızdan kahvehane yerine ikame edilince bugüne kadar hep dişil alana atfedilen özellikleriyle ön plana çıkan programlar erkek ve kadından oluşan karma bir yapıya doğru evrilmeye başladı.
Söz konusu programlarda kadınların gerek katılımcı gerekse de izleyici olarak hâlâ çoğunluğu oluşturdukları açık ama artan erkek ilgisi de görmezden gelinemeyecek düzeyde.
Birkaç ünlünün davet edildiği (Kimi model alalım?), yemek tariflerinin verildiği (Akşama kocamıza ne pişirelim?), hukuki sorunlar için avukatların konuk olarak alındığı (Tecavüze uğrayan kadın hangi telefon numarasını arasın?), diyet listelerinin oluşturulduğu (Karpuz diyeti mi kabak diyeti mi daha hızlı sonuç verir?), mini defilelerin düzenlendiği (Hem namuslu hem seksi nasıl olunur?) programlar izleyici çekmekte zorlanır hale geldiğinden olsa gerek daha parlak fikirler arayışına girildi.
Bu arayışın sonucunda ise toplum olarak pek dertli olduğumuz evlilik konusuna parmak basılmasına karar verildi. İyi ki de verildi. Böylelikle "evde kalanların" yalnızca "kızlar" olmadığı erkeklerin de aynı dertten mustarip olduğu anlaşıldı.
Peki, ortalıkta bu kadar çok kadın ve erkek varken niye evde kalıyoruz? Çünkü umutlarımızı satın alacak doğru kadını/erkeği bulamıyoruz. Evlilik programlarında kadınların kendilerine talip olan erkeklere sordukları üç temel soru var: 1) Evin var mı? 2) Ne kadar maaş alıyorsun? 3) Araban var mı? Bu soruları soran kadınların çoğu çalışmıyor ve zorunlu olmadıkça çalışmayı da düşünmüyor.
Erkekler de "gerekmedikçe" eşlerinin çalışmasından yana değiller ama yaşam koşullarının zorluğundan bahsetmeden de edemiyorlar. Ekonomik sorunlar hem kadın hem erkek için çoğu kez dayanılmaz boyutta.
Kadınlar erkekleri bir nevi hayat sigortası gibi algılarken erkekler ise daha çok mideleriyle (İmambayıldı yapabilir misin?), hijyenleriyle (Ayaklarımı yıkar mısın?) ilgileniyorlar. Erkeğin maddi durumu ve kadının becerikliliği test edildikten sonra ikinci aşamaya geçiliyor ki, bu aşamada genellikle hatırlanmak dahi istenmeyen eski eşler masaya yatırılıyor.
Bu aşamada sorulan soruları da üç başlık altında toplayabiliriz: 1) Daha önce kaç defa evlendin? 2) Neden boşandın? 3) Çocuğun var mı? Adayın bir kez evlenmiş ve boşanmış olması fazla göze batmıyor; ancak iki, üç ve ya daha fazla evlilik yapmış olanlara kuşku dolu gözlerle bakılıyor: "Belli ki geçimsiz." Çocuğu olan bir kadın/erkek koşulların eşit olması için adayların da çocuğunun olabileceğini söylüyor ama fazla çocuk da fazla eş gibi sorun teşkil ediyor.
Üzülmeye gerek yok; program sunucusu var...
Evlilikle kurulacak ortaklığı salt maddi boyutta değerlendirmek yanlış olur. Talipler ve talip olunanlar sık sık bir gönül birliğinden bahsediyorlar. Bu gönül birliğinin adı bazen aşk oluyor, bazen ise arkadaşlık. Yanında bir nefes hissetmek isteyen de var, "romantizm yaşamak" isteyen de. Yüceltilen değerlerin başında dürüstlük geliyor: "Yalan olmasın."
Kadınlar gezmek, iyi zaman geçirmek istiyor. Erkekler utana sıkıla bütçelerinin el verdiği ölçüde kadını "gezdireceklerini" söylerken eziliyor. Talip olan talip olunana "daha iyi bir yaşam" garantisi veremezse umutlar başka bahara kalıyor ama üzülmeye gerek yok; çünkü programın sunucusu kıvrak göbek danslarıyla hüzünleri unutturuyor, karamsar havayı dağıtıyor.
Evlilik programları toplumsal cinsiyet rollerini her gün yeniden ısıtıp önümüze koyuyor. Egemen ideoloji kusursuz işliyor. Programlarda cinsiyetçilik diz boyu. Programın sunucusu soruyor: "Çok beğendiğini söylediğin bu kadın için nasıl bir çılgınlık yaparsın?"
Genç, düşünüyor, düşünüyor ve aklına müthiş bir fikir gelmiş gibi gururla söylüyor: "Takla atarım." Stüdyoda alkışlar yükseliyor. Sunucu, "At da görelim o zaman," diyor. Genç, taklasını atıyor. Bu fedakârlık karşısında stüdyodakiler oyunu adaydan yana kullanıyor. Görüldüğü üzere, Türk erkeği sevdiği kadın için takla bile atıyor. Bundan sonra kimse namus cinayetlerinden, tecavüzlerden, sözlü saldırılardan, yaralamalardan vs. söz etmesin. İnandırıcı olmuyor.
Eşitsizlik ilişkileri yeniden üretiliyor; rıza göstermeyelim
Toplumsal cinsiyet sadece kadınları değil erkekleri de köşeye sıkıştırıyor. Ekonomik sorumlulukların nerdeyse bütünüyle erkeklerin üzerine yüklenmesi ataerkil ideolojinin erkekler için de bir cennet yaratmadığının kanıtı. Erkeklik ve kadınlık rolleri cinsiyetlerden çok kâr peşinde koşanların işine yarıyor.
Kapitalist küreselleşme kadın, erkek, çocuk demeden önüne çıkan herkesi enkaza dönüştürürken üst yapı kurumlarının kendisini bu sürecin dışında tutmasını beklemek elbette saflık olacaktır; ancak var olan yapıyı olduğu gibi kabullenip sessiz kalmaksa başka bir saflık olacaktır.
Hegemonik güçlerin yarattığı eşitsizlik ilişkilerini televizyon programlarıyla yaygınlaştırarak rıza üretmek enkazı yaratan kazaya ortak olmaktan başka bir şey değildir. (NG/EÖ)